Mehmet Özay                                                                                                            29.10.2023

Son dönemde, Osmanlı ve geniş Malay dünyası ilişkilerine dair kaleme almakta olduğum yazılarda, Osmanlı Devleti’nin geniş Malay dünyası ile ilişkilerinin anlaşılabilmesinde Hint Okyanusu’nun belirleyiciliğine vurgu yapıyorum.

Bu yazıda, aynı konuyu yeni bir açılımla ele almaya çalışacağım…

Burada dikkat çeken husus, Hint Okyanusu’nun sadece tarihin bazı evrelerinde ortaya çıkmış ve ardından, sona ermiş bir deniz yolu olmadığıdır.

Hint Okyanusu bağlamı

Hint Okyanusu’na dair ilgi, hem Doğu Asya ve Güneydoğu Asya bağlamında ve hem de, küresel güç merkezlerinin -özellikle, Soğuk Savaş sürecinin sona ermesiyle birlikte tedrici olarak- bu bölgeye dair ilgi ve yönelimlerinin oluşturduğu çatışmacı evrenle karşımıza çıkıyor.

Bu durum, Hint Okyanusu’na olan ilginin bitmediğini aksine, giderek çok daha küresel ilişkiler ağında ve çok aktörlü yapıların komplike müdahaleleriyle yer etmekte olduğunu gösteriyor.

Hint Okyanusu’nun adından hareketle, bu geniş suyolunun -1947 yılında bağımsızlığını kazanan- bir ulus devlet olan Hindistan’ın siyasal egemenliğinde olduğu yönünde bir algı oluşabilir.

Ancak, Hindistan ile bu Okyanus arasında, böylesine bir organik egemenlik ilişkisinden bahsetmek mümkün değil. Tıpkı, Güney Çin Denizi’nin Çin Halk Cumhuriyeti’nin egemenliğinde olmadığı gibi…

Hint Okyanusu adı verilen bu geniş suyolunu önemli kılan, doğusundan batısına kendisine sınır teşkil eden milletler, devletler nezdinde, bir aktarım aracı olarak gayet işlevsel bir şekilde, tarih boyunca hizmet etmesinden kaynaklanıyor.

Bu gayet önemli işlevin, yaşanan bir dizi siyasal ve ekonomik yapılaşmalar nedeniyle belki düne kadar unutulmuşluğundan, ikincil konuma indirgenmişliğinden bahsedilebilirse de, bu okyanusun can alıcı özelliği açık seçik kendini ortaya koyuyor.

Bu noktada bir yandan, Çin ve öte yandan, Endonezya kendi doğal sınırlarına bağlantılı kabul ettikleri bu suyolu üzerinden dış politikalarını tanımlama yönünde, yeni dış politika eğilimleri sergiliyorlar.

Akademiden universal yaklaşım

İşte böylesi bir süreçte, Endonezya’nın önemli yüksek öğretim kurumlarından Şerif Hidayatullah Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi (Faculty of Adab and Humanities) öncülüğünde düzenlenen ve 23-25 Ekim tarihlerinde hayata geçirilen uluslararası bir konferans dikkatleri Hint Okyanusu ilişkilerine çekti.

Başta Prof. Dr. Jajat Burhaneddin Hoca olmak üzere, bilim komitesinin gayretleriyle hayata geçirilen bu akademik etkinlik, “Spiced Islam: Material Cultures Across the Indian Ocean” başlığını taşıyordu.

Hint Okyanusu konulu bu akademik etkinlikte vurgunun “baharat yolu” olarak belirlenmesi önemliydi.

Nihayetinde, geniş Malay dünyası olarak tanımladığımız ve literatürde, Malay Takımadaları olarak zikredilen ve günümüzde büyük ölçüde Endonezya Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan coğrafyanın ürettiği çok çeşitli baharat ürünlerine atıf olduğu gayet açık.

Bu durum, gizli/açık Çin devleti tarafından ağırlıklı olarak son on yılda geliştirilen ve belirli ölçeklerde pratiğe geçirilen İpek Yolu (Silk Road) (ki, bunu kara ve deniz İpek Yolları olarak okunmalıdır) projesi karşısında, yeni bir coğrafi ve kültürel konumlandırma olarak kabul etmek gerekir.

Hint Okyanusu üzerinden tarihsel olarak gerçekleşen doğu ve batı ilişkileri, çeşitli akademik çalışmalarla bu etkinlikte paylaşıldı. “Doğu ve Batı”dan kastın, Doğu Afrika, Arap Yarımadası, Hindistan, ve Malay dünyası bağlamındaki gelişmeler olduğunu ifade edelim…

Pandemi döneminin ürettiği bir alışkanlık ve/ya kolaylık olarak, bazı akademisyen ve araştırmacıların sanal olarak katıldıkları etkinlik, üniversitenin ilgili fakültesinde fiziki olarak gerçekleştirildi.

Farklı sosyal bilim alanlarından 28 akademisyen ve araştırmacıyı biraraya getiren etkinlik, iki gün boyunca süren etkileşimlere konu oldu.

Bölge literatüründe ve el yazma veya latinize edilmiş yazılı metinlerde Pahlawan Tujuh bağlamında da zikredilen hakkında, ilk bulguları 2017 yılında yayınlanan akademik makale ile paylaştığım “Attahashi ailesi” başlıklı makaleyle katıldığım bu etkinlikle ilgili bazı görüşleri burada ele almakta yarar var.

Maddi kültür yayılımı ve insani ilişkiler

Endonezya devletinin dış politikasında, son dönemde öne çıkartılmaya çalışılan Hint Okyanusu konseptinin akademi dünyasında ele alınışı anlamını taşıyan bu etkinlik, genel itibarıyla “maddi” ögeler üzerinden Hint Okyanusu’na birincil derecede komşu olan milletlerin birbirleriyle barışçıl ilişkiler geliştirdiklerini ortaya koyuyor.

Aslında tam da bu durum, Endoneya dış politika yapıcılarının kasıtlı ve bilinçli olarak ürettikleri ve aynı zamanda bölgesel ve küresel platformlarda öne çıkartmaya çalıştıkları bir duruma tekabül ediyor.

Etkinlik üst başlığında yer alan, ‘maddi kültürler’ ifadesi bize hiç kuşku yok ki, Fernand Braudel’in, “Civilization matérielle, économie et capitelisme, XV-XVIII siècle” başlıklı eserini akla getiriyor.

Etkinliğin ‘maddi kültür unsurları’na odaklanması, bugüne kadar bu alanda -en azından bu başlık altında- gerçekleştirilmeyen konular dizisini ele alması bakımından dikkat çekiciydi.

Daha çok teolojik, dini-kültür, siyasal etkileşimler, ticaret ağları gibi konulara vurguyla düzenlenen benzeri etkinliklerin dışında ve ötesinde, bu etkinliğin akademi çevrelerini ve geniş kamuoyunu davet ettiği alanlar arasında giyim kuşam, farmakoloji, baharat, mutfak kültürü, gemi inşası, vakıf uygulamaları, müzik enstrümanları, kıymetli taşlar, ibadet mekânları mimarisi, mezar taşları ve ilgili unsurlar vb. alanlar yer alıyordu.

Dikkat edildiği üzere bu alanların, makro siyasal ve ekonomik yapılarla ilişkisi göz ardı edilmemekle birlikte temelde, bireysel ve/ya küçük gruplardan oluşan aktörlerin, Hint Okyanusu üzerinden gerçekleştirdikleri kültürel difüzyonlarla (cultural diffusion) bağlantılı bir yönü bulunuyor.

Sunulan metinlerin İslam öncesi Doğu ve Batı bir başka ifadeyle, Hint-Çin-Takımadalar ile Akdeniz-Roma dünyası ilişkilerine atıf kısmen yer aldı.

Bunda hiç kuşku yok ki, elde mevcut dokümantasyon eksikliği ile araştırmacıların henüz saha çalışmalarında erken dönemlere dair verilere ulaşamamış olmasını veya eksikliğini hesaba katmakta yarar var.

Bu tarihsel ilişkilerin devam eden boyutunda ise, İslamlaşmayla birlikte gelişme kaydeden ve Arap, Hint, Acem, Malay başta olmak üzere çeşitli milletlere mensup Müslüman unsurlar ile bölgedeki örneğin Hindu ve Budist gibi diğer dini grupların katkılarıyla gelişen devasa bir ilişkiler ağı gündeme getirildi.

Kültürel difüzyon süreçlerinde belirleyici rol oynayan ise hiç kuşku yok ki, site devletleri, şehir devletleri ya da Krallık ve Sultanlıkların başkentleri ile ticarete konu olan diğer bazı liman şehirleriydi.

Sunulan metinlerde, söz konusu bu mekânlar ve bölgelerde yapılan saha çalışmalarının ağırlıklı olarak öne çıktı.

Saha çalışmalarının önemi ve sağlık derecesi

Temelde, bu durum, akademik araştırmaların pür masa başı çalışması veya dokümantasyon yöntemi ile sınırlı olmadığını ve olmaması gerektiğini gayet açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Bununla birlikte, bu saha çalışmalarının objektifliği; elde edilen somut maddi bulgular üzerinde destekleyici bilgilerin ve bunları mantıksal bir silsile ile ortaya koymada, bir başka deyişle yorum gücünde belirleyici kriterlerin halen sağlanamadığını da söylemek gerekir.

Belki bu durum, adına bilimsel faaliyet denilen bütünün doğasında var olan ve sürekli gelişmeye elverişli yönünün ortaya konulmasına neden olan bir unsur kabul etmek gerekir.

Örneğin, Endonezyalı bazı arkeologların çeşitli madenlerden üretilen dirhemlere, birkaç tekne batığına ve benzeri maddi unsurlara bir bölgede ulaşmalarının, o bölgeye dair bütünlüklü bir anlayışı ortaya koymaya yetmeyeceğini açık dille söylemek gerekir.

Ya da, etkinliğe İngiltere’den katılan genç bir akademisyenin Kuzey Sumatra’daki mezar taşları ile ilgili ortaya koyduğu çalışmanın bölgedeki dini-toplumsal değişmeleri mikro bazda ele alma eğilimi nedeniyle ilgili araştırma sorusuna kapsamlı ve bütünlüklü cevap üretebilmesinin ve nihayetinde ortaya alanda söz sahibi bir tez koyabilmesinin zorluğuna vurgu yapmalıyız.

Hele hele, tarihsel, etnografi, kültürel vb. adlarla anılan araştırmaların iç içe geçmiş kompleks yapılardan müteşekkil olması salt elde edilen birkaç maddi veriden hareketle, kapsamlı kavramlara müracaatla sorunu teşhis etme ve/ya soruna çözüm bulma yöneliminde akademik ve etik bir problemin olduğu ortadadır.

Bu tür akademik etkinliklerin biten çalışmalar üzerinden değil, aksine devam eden ve henüz sonuçlanmamış çalışmalar olduğundan hareket edersek yukarıda dikkat çekilen hususlar ‘normal’ karşılanabilir.

Ancak, bu süreci destekleyici mahiyette olmak üzere gerek bu tür akademik etkinlikler sürecinde ve gerekse sonrasında eleştirel-kritik yaklaşımların yer aldığı odak grup toplantılarının gerçekleştirilmesi büyük önem arz ediyor.

Aksi halde, yapılan etkinliklerin sadece çokça karşılaşıldığı üzere, “tribünlere oynama” hedefinin dışında ve ötesinde bir anlamı bulunmuyor.

Yukarıda kısaca temas ettiğim üzere, Hint Okyanusu konulu bu akademik etkinlikte vurgunun “baharat yolu” olarak belirlenmesi önemliydi.

Böylesi bir kavramsal belirlenimin Endonezya devletinin bölgesel ve küresel gelişmeler çerçevesinde belirlediği bir dış politika programı olması, akademik çevrelerin bu sürecin bir parçası olmalarına mani değil.

Ancak bir şartla… O da, akademik/bilimsel çalışmaların doğasında var olan temel formasyon ve belirleyici ilkelerden taviz verilmemesidir.

Prof. Jajat Burhaneddin Hoca ve ekibinin gerçekleştirdiği akademik etkinliğin, farklı sosyal bilim dallarından akademisyen ve araştırmacıları biraraya getirmesi ve ‘Baharat Yolu’ kavramı üzerinde tarihsel ilişkilerin yeniden temellendirilmesi yönünde temel hedeflere ulaştığını söylemek mümkün.

Bu ve benzeri akademik etkinliklerin orta ve uzun vadede ses getirebilmesi ve mevcut bilgi oluşumunun sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için etkinliklerin devamlılığı kadar, bu etkinliklerde sunulan verilerin eleştirel bir şekilde ele alınmasına ihtiyaç bulunuyor.

Bu vesileyle Prof. Jajat Burhaneddin Hoca ve ekibini sergiledikleri çabaladan ötürü tebrik ederim.

LEAVE A REPLY