Mehmet Özay / TİMETURK/ Açe
Hasan di Tiro vefat etti. Bu vefat sadece Açe’nin değil, Açe’nin temsil ettiği büyük sistemin de -en azından Güneydoğu Asya bağlamında- analiz edilmesini gerektirecek önemde. Bu analizin, uluslararası ilişkiler, karizmatik liderlik ve ülkü, İslam siyaset felsefesi, ümmetin birliği, sömürgecilik ve bağımsızlık gibi değişik çerçevelerde ortaya konulacak kadar da geniş olduğunu hatırda tutmakta fayda var.
Hasan di Tiro, 3 Haziran 2010’da 84 yaşında Banda Açe’de vefat etti. Tiro’nun vefatı, Açe tarihinde uzun 20. yüzyılın bittiği anlamına geliyor. Bu gelişmeyi, aynı zamanda, soy ismine aldığı Tiro geleneğinin sona erişi olarak yorumlamak da mümkün. Bu kısa metinde Açe’nin uzun 20. yüzyılından bazı gelişmeler ve Tiro geleneğine değineceğim.
20. yüzyılın ilk çeyreğinin bitiminde dünyaya gelen Hasan di Tiro, son döneme kadar sadece Açe’de değil, Sumatra ve Güneydoğu Asya özgürlük hareketleri içerisinde önemli bir konuma sahipti. Hasan di Tiro’nun ve hareketinin bir tesadüf olmadığı tarihi verilerle ortadadır. Bu kısa yazı, özellikle bu konuda söyleneceklere bir giriş niteliği taşımaktadır.
Bir Geleneğin Takipçisi: Tiro Ailesi
Hasan di Tiro’nun mensubu bulunduğu aile, yani Tiro ailesi, özellikle 19. yüzyıl Hollanda emperyalizminin en yoğun dönemlerinin yaşandığı Hollanda Savaşı’ndaki varlıkları ile dikkat çeker. Bu bağlamda, aile üyelerinden alimlerin dinin ve vatanın korunması amacıyla ortaya koydukları gayretler -en azından 1511 yılından itibaren Açe Sultanlığı’nın tarihi devamlılığının sürdürülmesinde alimlerin vazgeçilmez ve kaçınılmaz katkısının bir ifadesi olarak okunmalıdır. Bu nedenledir ki, Tiro ailesi 19. yüzyıl son çeyreğinde sürdürülen bağımsızlık savaşındaki rolü ile Açe tarihine damgasını vurdu.
Güneydoğu Asya toplumlarının genelinde görüldüğü üzere sosyal yapı içerisinde uleebalang adı verilen soyluların varlığı, en azından tahtta bulunan ve ülkeyi yöneten hükümdar kadar önem arz ediyordu. İslam sultanlıklarında bu soylu sınıfının yanı sıra, alimlerin varlığı, hem sultanın hem de soylu sınıfının -kendi bölgelerinde- halk nezdinde ve bölgesel ve uluslararası İslam aidiyetinde meşruiyet zemini oluşturması ile dikkat çeker. Açe tarihinde saray ve çevresi alimlere verdikleri önemi şeyhülislamlık, kadı, imam-mukim, imam-meunasah vb. kurumların teşekkülünde ortaya koydukları gibi, bugün dahi yönetim çevresinden bağımsız ve karizmatik liderlik temeli üzerine inşa edilen bir alim varlığı hüküm sürüyordu. İçinde yer aldıkları sosyal çevre için varoluşsal bir anlam ifade eden alimler, neredeyse tüm sosyal sınıfların kendilerine tabi olduğu ve çeşitli seremonik açılımlar ile meşruiyetini yenileme gereği duydukları kurumsal bir boyut taşıyordu.
Sömürgecilik Karşısında Açe
19. yüzyıl emperyalizminin gelişme göstermesi ile Açe toplum yapısındaki alimlerin varlığı, tarihten devşirdiği sorumluluklarına yenisini ekleyerek, hayatın herhangi bir gelişim ve değişim evresinde -ihtiyaç hasıl olduğunda- varlığını ortaya koyabileceğini kanıtladı. Her ne kadar, Güneydoğu Asya’da sömürgecilik dendiğinde akla 1503 yılından itibaren Portekizlilerin Batı Hindistan, Malaka ve Doğu Nusantara; 1595’lerden itibaren de İngiliz ve Hollandalıların Doğu Hint Şirketleri marifetiyle başta Cava, Maluku, Banda Baharat Adaları, Malaya (bugünkü Malezya), Güney Sumatra’da kurdukları sömürge yönetimleri gelse de, Açe’de söz konusu Avrupalı sömürge varlığından bahsedilemez. Akla 1560’larda Açe Darüsselam Sultanlığı’nın üçüncü hükümdarı Alaaddin Riayat Şah el-Kahhar’ın Osmanlı Devleti’nden çok bilindiği şekliyle askeri -ancak sadece askeri olmadığını söylemekle yetinelim- yardım talebi geliyor. Bu talep, 20. yüzyıl ilk çeyreğinde yaşamış ünlü tarihçilerimizden birinin -aziz hatırasına halel getirmemek için adını zikretmeyeceğim- bir eserinde bahsettiği üzere Açe hükümdarı Portekizlilerden “korktuğu” için Osmanlı’dan yardım talebinde bulunmuş değildir. Söz konusu Açe sultanı Alaaddin için kullanılan “el-Kahhar” mahlasının da ortaya koyduğu üzere ve de 16. ve 17. yüzyıl ikinci yarısına kadar tahtta çıkan sultanların büyük çoğunluğu, sadece kendi coğrafi bölgelerinde, yani Sumatra Adası’nda değil, tüm Güneydoğu Asya’da gerek devlet adamlığı, gerek komutan olarak nitelikleri bölge tarihçilerinin çalışmalarında yeterince ortaya konmuştur.
Batı Emperyalizminin Güneydoğu Asya’daki Yüzü: Hollanda Savaşı ve Tiro Ailesi
Açe’de tarihin dönüm noktalarından biri olarak 26 Mart 1873 tarihine dikkat etmek gerekir. Bu tarih, salt Açe için değil, bütün bir sömürgecilik tarihi içerisindeki önemi ile dikkat çekmekte ve bu anlamda sömürgeciliğin emperyalizme evrildiğinin en bariz ifadesi olarak ortada durmaktadır. Yani, Batavya’da (bugünkü Cakarta’da) konuşlanmış Hollanda Doğu Hint Şirketi yönetiminin Açe topraklarını ilhak girişimi…
Sultanlık sosyal yapısı içerisinde ordu kurumunun teşekkülü Avrupa veya Ortadoğu ordu teşkilatından farklılık arz etmesi, yukarıdaki paragrafta dile getirildiği üzere, soylu sınıfının rolünü daha güçlü bir şekilde ortaya koyuyordu. Hollanda ordusunun istila girişimi sarayda ve saraya bağlı birlik ile, görece küçük bir coğrafi alanla sınırlı nüfusun mukavemeti sayesinde -bütün olanaksızlıklara rağmen- başarılı olurken, bir yıl sonra daha güçlü bir şekilde Açe’ye dayanan Hollanda ordusu karşısında düşüşü kaçınılmazdı. İşte bu süreç, genel anlamda alimlerin, özelde ise Muhammed Saman di Tiro veya yaygın bir şekilde bilinen unvanıyla Tengku Cik di Tiro özelinde sembolleşen Tiro ailesinin ortaya çıkışına vesile oldu. Muhammed Saman’ın, uleebalang ve bölgedeki diğer alimler ile birlikte Açe topraklarının emperyalistlere karşı korunmasında sergilediği kararlılık, temellerini cihad ruhundan alması ile dikkat çeker. Aslında bu ruh, Açe’nin 1511 yılında Ali Mugayat Şah tarafından kuruluşundan itibaren Açe topraklarındaki varlığının sürekliliğinin bir ifadesidir. 26 Mart 1873’de başlayan Hollanda istilası, Açe’de bu ruhun ‘dirilişi’nde bir faktör etkisine sahiptir. Alimleri özelinde Açeliler daha sonra ortaya çıkacak oryantalist araştırmacı ve akademisyenleri şaşırtacak ve başta dönemin en önemli şarkiyatçısı Dr. Snouck Hurgronje olmak üzere Hollanda Doğu Hint Şirketi yönetiminin düşmanlığını üzerlerine çekecek icraatları ortaya koymuşlardır.
Tiro
ailesinin, üyeleri arasında alim sıfatı ile toplum önderliğini gerçekleştirmelerinin yanı sıra, Açe tarihindeki rolünün büyüklüğünü gösteren en önemli kanıt, uzun bir süredir sadece sembolik bir değer olarak toplumsal çatının zirvesinde yer alan Sultan’ın hayatını kaybetmesi ve varisinin yaşının küçük olması nedeniyle sultanlık mührünün Saman di Tiro’ya verilmesidir. Bu süreç tesadüflere değil, Açe tarihinin ve sosyal yapısının bir gereğinin doğal sonucudur. Tiro kasabası, Açe Darüsselam Sultanlığı’ndan önce bugünkü Pidie sınırları içerisinde kurulmuş olan Pedir Sultanlığı coğrafi sınırları içerisindeydi. Pedir, bu ayrıcalıklı konumunu Açe Darüsselam Sultanlığı kurulduktan sonra da muhafaza etmiştir. Öyle ki, taht kavgalarının yaşandığı özellikle 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarında başkent Bandar Açe’deki saray ve çevresinde gücü kabul edilen bir özerk yönetim olarak varlığını sürdürdü. Tiro ailesinin bu çerçevede, söz konusu Pidie geleneği içerisinde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.
Tiro ailesi, bu şartlar altında, bir yandan Açe halkının her sınıfından kabul ve takdir bulan alim sıfatına sahip üyelerinin varlığı, öte yandan, devlet yönetiminin ve meşruiyetinin simgesi konumundaki sultanlık mührünün varisi oluşları ile yüzyıl dönümünde Hollanda sömürge yönetimi karşısında bir güç unsuru olarak ortaya çıktı. Açe askeri savunması, Tiro ailesi önderliğinde örgütlü bir yapıya kavuşması nedeniyle aile sömürge yönetiminin hedefi haline geldi. Bu sürecin ilk aşaması 1891 yılında Chik di Tiro’nun Hollandalılarca şehid edilmesi oldu. Bağımsızlık ülküsü sırayla ailenin diğer fertlerine geçti. İşte bu sürecin son halkası Hasan di Tiro’dur…
Hasan di Tiro (25 Ağustos 1925-3 Haziran 2010)
25 Ağustos 1925 tarihinde Tiro’da dünyaya gelen Hasan, 1930 yılında sadece Açe’nin değil, Endonezya Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki rolü ile de büyük öneme sahip olacak karizmatik lider, ilk Açe valisi Davud Beureuh’ın keşfettiği bir çocuk olarak Sigli’de açılan ve Hollanda sömürge yönetiminin eğitim kurumlarına alternatif bir yapı teşkil eden modern dayahların ilki olan “Saadat’ul Abadijah”da ilk öğrenimine başladı. Daha bu erken dönemde Beureuh’ın dikkatini çeken Hasan, orta öğrenimini Bireun’da sürdürdü. Ardından, 1946 yılında bir üniversite şehri olarak bilinen Cogcakarta’da siyaset biliminde öğrenimine başladı. Dönemin Endonezya Başbakan Yardımcısı Sjafruddin Prawiranegara’nın danışmanı olarak 1948 yılı sonlarında Açe’ye döndü ve 1949’a kadar görev yaptı. Bu dönemde ara verdiği üniversite öğrenimini 1950 yılından itibaren devam ettirdi. Daha sonra aldığı bursla ABD’de yüksek öğrenimine devam eden Hasan, bir yandan da Endonezya’nın Birleşmiş Milletler’deki misyonunda aktif siyasi varlığını sürdürdü. Bu görevde bulunduğu 1953 yılında Hasan di Tiro’nun hayatındaki önemli dönem noktalarından birinin tecelli ettiği görülür. Açeli Davud Beureueh, Batı Cavalı Kartosuwiryo ve Güney Kalimantanlı Kahar Muzakkar gibi Endonezya Cumhuriyeti’nin kuruluşuna destek vermiş, ancak başta Sukarno olmak üzere kurucu babaların ülkenin İslamiyetle bağı konusundaki yönelimlerindeki değişim nedeniyle Dar’ul Islam Hareketi’ni başlatmaları üzerine Hasan di Tiro, Amerika’da bu hareketin Dış İlişkiler sorumlusu olduğunu ilân etti. Bu süreç, Tiro’nun Endonezya devleti ile ilişkilerinin kopuşu anlamına geliyordu. Hasan di Tiro’nu bu kararının aslında, yukarıda zikredilen ve yaşadıkları dönemde yeni cumhuriyetin kuruluşunda varoluşsal boyutta katkıda bulunmuş liderlerin kaderi ile benzerlik göstermesi manidardır. Dar’ul İslam Hareketi 1962 yılında Endonezya merkezi hükümetinin askeri girişimleri ile hareketin lideri Kartosuwiryo’nun öldürülmesi ile sona erdirilirken, Açe’de hareketin bitişi merkezi hükümetin Davud Beureuh’le yapılan görüşmelerde Açe’ye özerk yönetim verileceği sözü ile gerçekleşti. Yani Açe, 1945 yılından sonra bir kez daha merkezi hükümetle yapılan siyasi hesaplar üzerine genç Cumhuriyet’in sınırları içerisinde kaldı.
Özgürlüğe Giden Yol
Hasan di Tiro, siyasi yaşamındaki çıkışın bir benzerini, Amerika’daki yaşamında iş hayatına atılmasıyla da gösterdi. Kurduğu ve ortak olduğu şirketler sayesinde saygın bir konum edindi. Tiro’nun bu iş hayatındaki başarısı, kaderin bir cilvesi olarak onu yeniden Endonezya merkezi yönetimi ile karşı karşıya getirdi. Bu konuya değinmeden önce, Hasan di Tiro’nun entellektüel ve siyasi kapasitesinin bir ifadesi olduğunu ortaya koyan bir icraatından bahsetmenin yeridir. Tiro, 1958 yılında Demokrasi adlı eserini yayınladı. İslam coğrafyasında herhangi bir liderin hakkında kolay kolay kalem oynatamayacağı bir dönemde ‘demokrasi’ gibi bir konuyu kaleme alması, Tiro’nun sadece Endonezya Cumhuriyeti içerisindeki değerinin ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda, İslam coğrafyasının -ki bugünlerde pek de çok taraftarı olan Demokrasi kavramı- hakkıyla yerine koyması ile de önemli bir lider olduğunu kanıtlamıştır.
1970’li yıllar 20. yüzyılın son çeyreği boyunca Endonezya’yı besleyecek en önemli doğal gaz ve petrol yataklarının Açe’de işletilmesine tanık oldu. Bu sürecin başlarında Tiro, 1970’li yılların başlarında Açe Eyaleti’nin Lhokseumawe şehrinde bulunan zengin petrol yataklarında boru hattının döşenmesi ihalesine başvurdu. Ancak tahmin edilen nedenlerden ötürü Tiro’nun şirketine bu hak verilmedi. Bu girişimin bireysel nedenlerle reddedilmediği, otuz yıl boyunca Endonezya’nın dış ticaretini besleyen yegâne kaynak olan ve adı petro-dolar olarak ünlenen Lhokseumawe petrol ve doğal gaz üretim merkezlerinde Açelilerden çok, özellikle Cava Adası’ndan gelenlerin çalıştırılması kadar, Açe Eyaleti’ne bu önemli zenginlikten hak ettiği payın verilmemesi ortaya koymaktadır.
Bu süreç, Tiro’nun gizlice Açe’ye dönüşü ile yeni bir evreye girdi. Yaklaşık bir yıl boyunca, eski Dar’ul Islam Hareketi üyelerinin de aralarında bulunduğu çevrelerle yaptığı istişareler neticesinde 4 Aralık 1976 tarihinde Tiro ilçesi yakınlarındaki Açe Özgürlük Hareketi (Gerekan Aceh Merdeka-GAM) lideri olarak ve hareketin çekirdek kadrosunu oluşturan 24 arkadaşı ile birlikte, kutsal Halimon Dağı’nda Açe-Sumatra Bağımsızlık Bildirgesi’ni dünyaya ilân etti. Bu girişim, Hasan di Tiro’nun Açe geleneğindeki sürekliliğinde tabiri caizse bir aktarım organı olduğunun ifadesi olarak okunmalıdır. Bu girişim, her ne kadar, söz konusu özgürlük hareketi üzerine akademik araştırmalar yapan batılı akademisyenlerce Açe etnik milliyetçiliğinin bir ürünü olarak tanımlansa da, Açe’de yüzyıllar boyunca sürecin “istikamet” üzere gittiğinin bir göstergesidir. Bu süreçte Hareket’in dayanak noktalarının tespitinde Açe, Endonezya ve bölgenin içinden geçmekte olduğu değişim, kırılma, yeniden yapılan süreçlerini dikkate almayı gerektirmektedir. Özgürlük hareketinin misyonunun ortaya çıkışı, Cava merkezi yönetiminin sadece Açelilere değil, Cava Adası dışındaki Ada topluluklarının hemen hemen tümüne karşı sergilediği ülkenin mevcut kaynaklarının aktarımı konusundaki “çekimserliği”nin bir sonucu olması, bu olgunun ekonomik temeller üzerine inşa edildiği izlenimini verse de, aslında Açe tarihini bütüncül bir perspektifte ele alınması halinde kadim geçmişten bugüne değin bir sürekliliğin yeni bir evresi olduğu görülecektir.
Mücadelenin ilk evresi, Hasan di Tiro’nun 1979 yılında Açe’den ayrılmak zorunda kalmasına kadarki süreci içerir. 1976-
1979 yılları arasında Tiro’nun hayatı Açe dağlarında bir köşeden ötekine göç hayatı şeklinde geçerken, bir yandan da günlüklerini tutmakta ve hareketin üyelerine siyasi, askeri ve tarih eğitimi vermek gibi büyük bir sorumluluğu yerine getirdi. Bu nedenledir ki Halimon Dağı’nda kurulan büyük kamp bir üniversite olarak adlandırılır. Bu süreç Türkçe’ye çevrilen “Özgürlüğün Bedeli: Bitmemiş Savaş Günlüklere”nde dile getirilir. Söz arasında, salt bu eserin Hasan di Tiro ve hareketi anlamak için yeterli olmadığını ancak bir başlangıç kabul edilebileceğini söylemeliyiz. Bu sözümüz, Tiro’nun kaleme aldığı onlarca eserin bir gün Türkçe’ye kazandırılmasında bir çıkış noktası olmasını ümit ediyoruz.
Hasan di Tiro’nun siyasi ve entellektüel kapasitesinin zaman ve mekân tanımadığını ortaya koyması bakımından bir olayı aktarmakta fayda var. Sürekli göç sırasında yeni konaklama yerine gelindiğinde yardımcılarının ilk işi, Tiro’nun daktilosu ile çalışmasına olanak tanıyacak şekilde ağaçları kesip bir masa ve sandalye yapmak oluyordu. Tiro, mücadelenin askeri kanadı kadar, siyasi gelişimi için de gece gündüz çalışmasını orman da dahi sürdürüyordu. Öyle ki, bu günlere tanık olan bir yakının aktardığına göre, zaman zaman yardımcıları Tiro’yu kullandığı daktilonun tuş seslerinin ormanda yarattığı yankının, takipteki Endonezya Ordusu’nun dikkatini celbeceği konusundaki uyarıyorlardı. Öyle ki, bu anlardan birinde baskına uğrayan grupta Endonezya ordusu askerlerinin açtığı ateşte kurşunlar Hasan di Tiro’nun sağından solundan geçerken, kaderin bir tecellisi gereği yaşamda kalabildi.
Dağlarda geçen bu günlerde Tiro, “The Drama of Achehnese History: 1873-1978” başlıklı bir tiyatro oyunu dahi kaleme aldı ve bu eseri 15 Kasım 1978 tarihinde bitirdi. Oğlu Kerim’e adadığı bu eser, 1979 yılında Açe Devleti Eğitim Bakanlığı’nca yayınlandı. Bu eserin yazılması, Tiro’nun -sadece- entellektüel varlığını tatmin değil elbette. İçinde bulunduğu şartların bir gereği olarak, tıpkı dedesi Muhammed Saman’ın Açelilerin Hollandalılara karşı savaşta cihad ruhunu ortaya koymasına vesile olması için kaleme aldığı Hikayat Perang Sabi gibi, Hasan di Tiro da modern dönem Açeli savaşçıları bu ve diğer eserleri ile eğitmeyi amaçlıyordu.
1979 yılında Açe’den ayrılan Tiro, önce Amerika ardından İsveç’e geçti. İsveç vatandaşlığına kabul edilmesinin ardından burada yaşamaya başladı ve Açe’ye döndüğü 11 Ekim 2008 tarihine kadar da İsveç’te ikametini sürdürdü.
Sıcak Savaşa Doğru
Amerika ve Avrupa’daki yapılanması ile sürgün hükümetini kuran Hasan di Tiro bir yandan da Avrupa ülkeleri ve konseyi ile ABD Senato’su ve Birleşmiş Milletler gibi kurumlarda Açe’nin bağımsızlığının haklılığını tüm tarihi ve siyasi kanıtları ile ortaya koyuyordu. Buna karşılık, Endonezya merkezi yönetimi ise kontra girişimlerde bulunduğu dikkat çekiyordu. Örneğin, bu süreçte, merkezi yönetim unsurları ABD ve Batılı ülkelere Açe’nin İslami kimliğini öne çıkartarak “Açe fundamentalizmini” masaya koyarken, Arap ülkelerine de Açelilerin Müslümanlığının “deformasyonundan” bahsediyorlardı. Bu yazıda bütünüyle tarihi vakaları ve belgeleri ortaya koymak mümkün olmadığından detayları bir başka çalışma konusu olarak saklı tutuyoruz.
1980’li yılların ilk yarısının sonlarında Açe Özgürlük Hareketi Libya’da gerilla eğitimi almak üzere gruplar halinde -toplam yaklaşık 700 kişilik kadro- Singapur üzerinden Almanya ve daha sonra da Libya’ya gittiler. Hasan di Tiro, hareketin askeri kanadını Libya’da bizzat kendisi eğitti. Tıpkı bir üniversite kıldığı Halimon Dağı’ndaki ilk oluşum evresindeki gibi, Libya’daki kampta da genç üyelere Açe tarih bilinci ve ruhunu verme konusunda karizmatik bir lider olduğunu kanıtladı. Libya’daki gerilla eğitimine gerek duyulması, kaleme alınan araştırmalarda görüleceği üzere, Endonezya Ordusu’nun Açe Eyaleti’nde giderek baskısını artırması olduğu görülür. Ve bu girişim, 1980’li yılların ikinci yarısında sonuçlarını vermeye başladı. Ancak Açe Özgürlük Hareketi sürekli güttüğü siyaset, Endonezya Ordusu ile doğrudan karşı karşıya gelmek şeklinde tezahür etmedi. Kendilerine dağları mekan kılan savaşçılar, gerilla savaş taktikleri ile rakiplerini sindirmeyi ve uluslararası arenadan gelecek siyasi çözümleri beklediler.
Bu süreçte, önemli girişimlerden birinin 1985 yılında Hasan di Tiro tarafından dönemin Türkiye Başbakanı Turgut Özal’a gönderilen mektup oluşturur. Bu mektuba vakıf olduğu anlaşılan bir köşe yazarı, tsunamiden birkaç gün sonra, kaleme aldığı yazısında bir kez daha mektubu gündeme getirerek, Türk yardım kuruluşları ve kamuoyunun Açe’yi yalnız bırakmamalarını tavsiye ediyordu. Ancak bugüne değin bu mektuba ve içeriğine ulaşılamadığını da eklemek gerekiyor. Bu mektup, tarihin bir anında rastgele ortaya çıkmış bir gelişme değil, aksine Hasan di Tiro şahsında tarihin tüm evreleri dikkate alındığında Açe’nin belli başlı karizmatik liderlerinin uluslararası politikaların oluşturulmasında sergiledikleri bir sürekliliğin ifadesidir. Bu devamlılık, daha fazla geçmişe gitmeden, sadece beş yüz yıl öncesinden başlatılabilir. Sultan Alaaiddin Riayat Şah, 1511 yılında Açe Darüsselam Sultanlığı’nı kurduğunda, devletin uluslararası ilişkilerini belirlediği beş temel ilke arasında “Osmanlı Devleti ile ilişkilerin geliştirilmesi” maddesi dikkat çeker. Bunu oğlu ve üçüncü sultan el-Kahhar’ın 1560’lı yılların ilk yarısında İstanbul’daki halifeye gönderdiği elçiler vasıtasıyla Osmanlı Padişahı’na sunduğu askeri, siyasi ve ekonomik işbirliğini konu alan uzunca mektubu izler. Osmanlı ile bağlantılar -en azından bugüne kadar ki veriler dikkate alındığında- uzun bir süre inkitaya uğrasa da, Hollanda Savaşı ile birlikte Açelilerin Osmanlı ile irtibatı yeniden gündeme gelir. Öyle ki, 1850’li yıllarda başlayan bu süreç savaşın başladığı 1873 Mart’ına kadar devam eder. Ve ardından yakın dönem… 1985 yılındaki Hasan di Tiro’nun mektubu gelir. Temelde siyaset biliminin inceleme sahasına giren ve hakkında önemli tezlerin yazılmasına elveren bu süreç akademisyenlerin ilgisini bekliyor.
Açe Özgürlük Hareketi (GAM) Özelinde Hasan di Tiro’ya Bakış
İçerisinde Türkiye’nin dahil olduğu kimi ülkelerde Açe Özgürlük Hareketi (GAM)’ne karşı açık bir eleştiri dillendirilmektedir. Batılı araştırmacılar arasında akademik tezlere konu olan bu hareket, temelleri itibarıyla İslami bir hareket değil, daha çok Açe etnik milliyetçiliğinin bir ifadesi olarak ortaya çıktığı vurgulanmaktadır. Bu yaklaşımda doğruluk payını bulmak mümkünse de, Özgürlük Hareketi’ni salt bugünü ile değerlendirmek ve tarihi bağlarından koparmak çerçevenin bütününü görmeye engel teşkil etmektedir. Batılı akademisyenler arasındaki bu ‘entellektüel rahatsızlık’, kendilerini Türkiye’yi temsil kuvvetinde gören özellikle de tsunami sonrasında Açe’de konuşlanan kimi çevre temsilcilerinin avami yorumlarına da bulaştığı dikkat çeker ve bunun boyutlarını GAM’ı Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki varlığı ile PKK ile özdeşleştirmeye kadar varır. Batılılardaki oryantalist yaklaşımın erken dönem izlerini Snouck Hurgronje ile başlayarak İslami olana karşı önyargılı ve saldırgan oryantalist kökenli eğilimlerin bir uzantısı olarak yorumlanması doğalsa da, bir Türk’ün benzer bir eğilime sapmasını tarihin ve kimliğin inkârının tecellisi olarak kabul edilebilir ancak.
Açe Özgürlük Hareketi’nin kurucusu mevkiindeki Hasan di Tiro’nun hayatının erken dönemlerine bakıldığında, 1953 yılında ABD’de Doktorasını yaptığı sırada Endonezya Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler’deki misyonunda görev yaptığı sırada, Batı Cava, Güney Kalimanta, Batı Sumatra ve Açe’de güçlü bir şekilde varlığını hissettiren Dar’ul İslam Hareketi’nin dışişleri temsilcisi sıfatını ilân ettiği dikkat çeker. Başlıbaşına bir tez konusu olan -ve bu anlamda Mustafa Kemal Atatürk ve Sukarno’nun siyaset felsefelerinin karşılaştırılmalı olarak ele alındığı birkaç doktora tezi olduğunu söylemeliyim- Endonezya Cumhuriyeti’nin 17 Ağustos 1945 tarihindeki bağımsızlık ilânı gücünü ülkenin İslami geçmişinden ve Müslüman nüfusundan alıyordu. Yukarıda zikredildiği üzere, Açe’de dönemin karizmatik lideri ve ilk valisi Davud Beureuh, Sukarno’nun bizzat Açe’yi ziyareti sırasında verilen sözler üzerine Endonezya Cumhuriyeti bağımsızlığı’na onay vermesi ve akabinde kırmızı-beyaz ulusal bayrağın ilk defa Açe’de göndere çekilmesi Açe’nin rolünün saptanmasında çarpıcı bir öneme sahiptir. Ancak 1950’li yıllara doğru gelindiğinde merkezi yönetimin sözlerini tutmaması üzerine İslamcı hareketler ülkenin dört bir tarafında ortaya çıkarken, Açe bu kervanın önemli bir unsuru olarak yerini aldı. İşte bu süreçte Hasan di Tiro’nun varlığı ve ABD’de Dar’ul İslam Hareketi’nin dışişleri sorumlusu olarak ortaya çıkışı, geçmişi sadece Hollanda istilasına değil, Portekiz’lilerin Açe sınırlarına dayandığı 1510’lu yıllara kadar geriye giden güçlü bir İslamcı düşünce ve pratiğinin son dönem göstergesidir.
Wali Hasan di Tiro
Wali Nanggroe, Açe toplum geleneğinde önemli bir unvandır. Bu anlamıyla söz konusu unvanı taşıyacak kişide, Açe gelenek ve göreneklerini yakinen bilen, karizmatik liderlik kabiliyetine sahip vb özellikler aranır. Söz konusu bu unvan Açeliler tarafından son dönemde Hasan di Tiro için kullanıldı. Bu unvanın Açe toplumundaki önemini ortaya konulması bakımından, 15 Ağustos 2005 tarihinde imzalanan Helsinki Barış Anlaşması’nda wali nanggroe unvanının kurumsal boyutta tesisine yer verilmesi gösterebiliriz. Bu konuda Açe Eyalet Parlamentosu’nda çalışmalar sürüyor. Tiro’nun vefatının ardından bu unvana kimin layık görüleceğini süreç içerisinde göreceğiz.
Helsinki Barış Anlaşması (15 Ağustos 2005) ve Barışın Meşruiyet Kazanması
4 Aralık 1976 tarihinde başlayan özgürlük ve bağımsızlık hareketi zorlu ve sancılı geçen yaklaşık 30 yılın ardından, Finlandiya eski devlet başkanı ve Crisis Management Initiative kurumu başkanı Martti Ahtisaari’nin başkanlığında yürütülen barış görüşmeleri 15 Ağustos 2005 tarihinde Helsinki’de GAM lideri Malik Mahmud ve Endonezya Merkezi hükümetini temsilcisince imzalandı.
26 Aralık 2004 tarihinde yaşanan deprem ve tsunaminin ardından, İsveç’te bulunan GAM yönetiminin Merkezi hükümetle kurduğu temaslarda Açe halkına uluslararası yardımın zamanında ulaştırılabilmesi amacıyla ateşkes teklifi yapıldı. Dönemin devlet başkanı Susilo Bambang Yudhoyono’nun da onayı ile yardım ekipleri Açe’ye girerken, bir yandan da, Yudhoyono-Kalla ikilisinin göreve geldiği 2004 yılı yaz aylarında GAM ile yeniden barış görüşmelerine başladı. Bu süreçte, Yusuf Kalla’nın bir anlamda inisiyatifi ele alarak özel kuryesi ile gerek Açe dağlarında komutanlarla gerekse Hollanda ve İsveç’te sürgün hükümeti yetkilileri ile yapılan görüşmeler gelişme gösteriyordu. Tsunami bu süreci hızlandıran bir faktör olarak ortaya çıktı.
Bu barış anlaşmasına kadarki süreci kısaca hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var.
1998 yılında başta üniverite öğrencileri olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin dev meydan gösterileri sonucu 32 yıllık devlet başkanlığından çekilmek zorunda kalan Suharto’nun ardından, 1999 yılında Doğu Timor’da yapılan halk oylamasında oyların %80’inin bağımsızlık yönünde olması, aynı yılın Ekim ayında 1975’ten itibaren Endonezya’nın işgali altındaki Doğu Timor’un bağımsızlığını kazanması Açelileri umutlandırdı. Açeliler de benzeri bir referandum talebinde bulundular. Dönemin devlet başkanı Gusdur lakaplı Abdurrahman Vahid, Cavalı ultra milliyetçiler ve ordunun büyük tepkisini çekmiş ve Doğu Timor’u satmakla suçlanmıştı. Öte yandan, Açelilerin referandum talebine Vahid, “Bu mitinge olsa olsa yüzlerce kişi katılır” diye istihza ile karşılık verdi. Oysa, milyonu aşkın insan Beytürrahman Meydanı’nda özgürlük için haykırıyordu. Aynı yıl içerisinde Açe Eyaleti başkenti Banda Açe’de bir milyonu aşkın kişinin katılımı ile yapılan dev gösteride Açeliler benzeri talebi dile getirdiler. Açeliler, özellikle uluslararası çevrelerin dikkatini çekebilmek için “BM Bizi de Gör!” yazılı dev bir pankart açtılar. Ancak Açe’yi ne gören ne duyan oldu…
Abdurrahman Vahid’in Doğu Timor’un özgürlüğünün yolunu açmasının siyasi sonuçları büyük oldu. Hakkında açılan ancak bugüne kadar kanıtlanamamış yolsuzluk iddiaları sonucu Vahid görevden uzaklaştırıldı ve yerine yardımcısı Endonezya Milliyetçi Partisi başkanı ve Sukarno’nun kızı Megawati Sukarnoputri getirildi. Bu dönem Açe için yeni acıların başlangıcı anlamına geliyordu. “Açe’de bir tek damla kan dökülmeyecek” diyen Megawati döneminde Açe’de, Endonezya Ordusu’nun 1975 yılı Aralık ayında Doğu Timor’a yaptığı baskının çok daha büyüğü 19 Mayıs 2003 tarihi itibarıyla gerçekleştirildi. Vahid’in apar topar görevden alınmasının ardında, uzmanlar Doğu Timor’a verilen özgürlük kadar, Açe’deki dev gösterinin de büyük rolü olduğunu ileri sürerler. Doğu Timor’a özgürlüğünü veren Vahid’in Açe’ye de benzeri bir özgürlüğü vermesinin Endonezya’nın bütünlüğünün sonu anlamına geleceğinin bilincindeki merkezi yönetimin temel dinamiklerini oluşturan ultra milliyetçiler ve ordu kurumu zamanında tedbir aldılar…
Açelilerin üzüntüsü büyüktür. Türkiye dahil olmak üzere dünya kamuoyu Açe’deki tsunami yıkıntısı karşısında yürekleri dağlanırken, Açeliler bu doğal afete farklı bir yorum getirmektedirler. “Biz sizi yıllar önce bekliyorduk! Bir tek İslam ülkesi yardıma gelmedi… Savaş döneminde yaşadıklarımız karşısında tsunami bir şey değil.” diyerek serzenişte bulunuyorlar. Evet başta Türkiye olmak üzere İslam dünyası Açe’de yoktu. Birkaç cesur batılı gazetecinin ölümü göze alarak girdikleri Açe Eyaleti’nde yaptıkları çekimler sayesinde bazı ülkeler konuyu gündeme getiriyordu sadece. Açeliler niçin serzenişte bulunur, niçin tsunamiyi bir kurtuluş vesilesi kabul eder bunu iyi anlamak lazım. Bunu anlamak demek, bizim, yani Müslüman Türklerin kendisini hesaba çekmesi anlamına da gelir.
Tiro’suz Barış Olmaz!
Helsinki Barış Anlaşması’nın imzalanmasının ardından, gerek merkezde yani Cakarta yönetiminde gerekse Açe’de kimi çevreler barışın kısa süreli olacağı öngörüsünde bulunarak 9 Aralık 2002 tarihinde imzalaman silahların bırakılması (COHA) anlaşmasına atıfta bulunuyorlardı. Söz konusu çevreler Hasan di Tiro’nun anlaşmayı tanımadığını ileri sürdükleri gibi, Tiro’nun vefat ettiği haberini yayarak Açe toplumunda huzursuzluk ve kargaşa çıkarma planlarını yürürlüğe koydular. Bu nedenle Hasan di Tiro’nun Açe’ye gelişi tarihi bir anlam ifade ediyordu. Aslında araştırmacıların GAM üst düzey yönetimi eli yaptıkları görüşmelerde Hasan di Tiro’nun barış anlaşmasından sonra Açe’ye gelmesinin gündeme geldiği ancak hangi sıfatla Açe’de bulunacağı sorusunun cevabı aranıyordu. Bu sorgulamanın yanı sıra, bir kaygı da ortaya yok değildi. Yani önemli bir özgürlük hareketi liderinin can güvenliğinin sağlanması… Bu ortamın hazırlanması için önemli bir süreç ve çabanın sergilenmesi gerekiyordu. Bu süreç 11 Ekim 2008 tarihinde Hasan di Tiro’nun Açe’ye gelişi ile sonuçlandı. Bu ziyaret sırasında Tiro’nun Beytürrahman Meydanı’nda binlerce Açeliye yaptığı selamlama ve onun adına Tunku Malik Mahmud’un yaptığı konuşma artık barış sürecinin Açe’de yerleştiğinin, siyasi merciin en üstünde yer alanlarca kabulü anlamını taşıyordu. Tiro, bu ziyaretinde Cakarta’da Yusuf Kalla ile de görüşmek suretiyle merkezi hükümet nezdinde de tanınırlık ve meşruiyet kazandı.
Tiro ve Sonrası
Hasan di Tiro’nun vefatı, Açe’de uzun 20. yüzyılın sonu anlamına geliyor. Açe, artık yeni bir dönemde. Bu dönem Tiro’nun Barış Anlaşması’na onayı ile kesinlik kazandı. Öte yandan,Endonezya Cumhuriyeti Merkezi yönetimi de Hasan di Tiro’ya vefatından birkaç gün önce Endonezya kimlik kartı vermek suretiyle bir anlamda Tiro’nun ana topraklara kabulünü tescil etmiş oldu.
Tiro’nun vefatı ile Açe yeni bir belirsizliğe sürüklenmeyecektir. Entellektüel ve siyasi birikimi olan bir kadroya sahip bu hareket, genç neslin dönemin gerektirdiği siyasi, ekonomik, entellektüel gelişimlerin kazanımı ile varlıklarını sürdürecek. Açe’de yeni bir olgu var ve akademisyenler ve entellektüeller bu kavramın içini doldurmaya çalışıyorlar. “Yeni Açe” (Aceh Baru)!
Tiro’nun onayı ile Açe Valiliği’nin yanı sıra, Açe Eyalet ve yerel Parlamentoları’nda büyük çoğunluğu elde eden GAM’ın siyasi kanadı Açe Partisi barışın sürekliliğinin yanı sıra, barışın olmazsa olmazlarından ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi için çalışıyorlar. Aradan geçen yaklaşık beş yıllık dönemde Açe’nin bölgesel kalkınma hamlesini gerçekleştirmesine olanak tanıyacak pek çok ikili anlaşmalar imzalandı. Endonezya Merkezi hükümetin de, Açe’nin kalkınmasının Endonezya’nın kalkınması anlamına geldiğinin bilincinde olan yöneticilere sahip olması, barış sürecinin ciddi bir desteğe sahip olduğu izlenimi veriyor.
Not: Bu metinle ilgili hazırlık yaparken, gözüme 13.06.2010 tarihli bir haber ilişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Rize’de Türkiye’nin dış politikasının gereği olarak İslam dünyası ile ilgilenmesine ayırdığı konuşmada kendisine verilen bilgi notu doğrultusunda Açe’yi de konu ediniyor. Ancak Sayın Başbakan’a Açe ile ilgili bu bilgi notunu kim verdi ise büyük hata yapmış. Tarih yanlış, içerik yanlış, Osmanlı Devleti’nin gönderdiği varsayılan yardım filosu sayısı yanlış… Pek çok ilmi çalışma varken, gelişi güzel hazırlanmış internet sayfalarındaki çiziktirmelerle bir Başbakanı bilgilendirmek devlet ciddiyeti ile bağdaşacağı düşünülemez. Anlaşılan o ki, daha devletin üst tabakasındaki yöneticilerimiz Açe’yi anlayamamış. Anlayamadıkları gibi Sayın Başbakanı da yanlış yönlendiriyorlar. Cakarta Büyükelçiliğimizin bir “Açe Politikası” var mıdır? Türk Dış İşleri Bakanlığı’na Açe ile ilgili ne gibi bilgiler aktarılmaktadır? Doğrusu merak edilmeyecek gibi değil. Barış sürecinde Türkiye’ye yapılan ve ilgili kurumlara ilettiğimiz gayri resmi talepler araştırılmış mıdır? Bu sürece Türkiye nasıl müdahale ve katkıda bulunmuştur? Gelecekte olası bir çatışma ortamının önlenmesi bakımından Türkiye’nin bir tasarrufu söz konusu mudur? Yoksa yıllarca olduğu gibi -hiçbir makul, mantıklı ve bilimsel gerçekliği olmamasına rağmen- PKK kartı korkusuna Açe gene mi gözlerden ırak tutulacak? Evet, Sayın Başbakan’ın danışmanlarının bu soruları hakkı ile cevaplandıracağını umuyor ve Türk Hükümeti nezdinde Açe’nin hak ettiği yeri almasının tarihi bir sorumluluk olduğunu belirtmek istiyoruz.