Mehmet Özay                                                                                                               10 Haziran 2013

The Southeast Asian countries are currently experiencing a gross change. Though the economic progressiveness is attracting much in the first hand, it cannot be denied that the social structures are on the way to a total evolution. While some other regions of the world are witnessing chaotic situations either economic or political, Southeast Asia as a regional perspective is attracting interest of distinct powers as an alternative globally. Hence it cannot be overseen the variety types of problems of Muslims living as minority ethnic groups in the Buddhist and Christian societies…

Güneydoğu Asya ülkelerinde bir süredir önemli değişimler yaşanıyor. Bölgenin ekonomik kalkınmacılık yarışındaki görece başarıları ilk plânda yer alırken, bu değişime paralel olarak toplumsal yapılar da bir evrilme sürecine giriyor. Dünyanın farklı bölgeleri ekonomik ve toplumsal ‘daralmalara’ veya ‘açılımlara’ konu olurken, bölge kimi alanlardaki özellikleriyle tarihin bu döneminde bir alternatif olarak kendini yeniden ortaya koyuyor. Sömürgecilik dönemi ile birlikte bu topraklara ulaşan Batılı güçler günümüz koşullarında varlıklarını farklı stratejilerle yeniden takviye etme uğraşındalar. Hiç kuşku yok ki, bu süreci yönlendiren ve potansiyel kazanımları kendi lehlerine kanalize etme yarışı veren güçlerin çatışmasına önümüzdeki süreçte giderek daha yoğun bir şekilde tanık olacağız.
Ancak bu gelişmeler çerçevesinde dikkat çekilmesi bir konu var ki, o da Müslüman azınlıklar sorunu. Nüfusunun önemli bir kısmı ‘Müslüman’ olan ülkelerde yaşananlar kendi başına bir problem teşkil ettiği bir gerçek. Onu şimdilik bir tarafa bırakalım… Müslüman azınlıklar sorununu, bu kitlenin Budist ve Hıristiyan çoğunluk içinde olmalarından kaynaklanan çok yönlülüğü ile farklı bir boyutta ele alınması gerekiyor. Tayland’da Patani bölgesi, Filipinler’de Mindanao/Sulu Adaları, Myanmar’da Arakanlılar sorunu bu süreçte gündemde zaman zaman yer  tutuyor. Öte yandan, belki de ‘çatışma’ bölgesi olmamaları dolayısıyla gözler önüne serilmemiş olsa da, Müslüman azınlıkların yaşam sürmeye çalıştıkları Sri Lanka, Doğu Timor, Papua, Kamboçya’daki varlıkları da akılda capcanlı tutulması gereken alanlar.
Bu çok yönlülük üzerinde durmakta yarar var. Bir yandan ilgili ülkelerin on yıllar boyunca sorunu çözmeye muktedir olamadıkları, çözme yönünde niyet ve icraat konusunda kararsızlıkları ve tepkisizlikleri dikkat çekiyor. Öte yandan, söz konusu Müslüman azınlık toplumları içerisinde sürgit devam eden birbiriyle rekabet halindeki güç yapılarının varlığı da göz ardı edilecek gibi değil. Bu iki unsurun dışında küresel ölçekte yaklaşıldığında hem tekil ülkelerin Batılı unsurlarla etkileşimleri hem de Müslüman azınlıkları sözde koruma/gözetme misyonunu taşıdığı varsayılan, adında ‘İslam’ adının yer aldığı uluslararası kuruluşların yaklaşımları da projeksiyonları üzerine çekmesi gereken alanlar.
Bu çok faktörlü yapı, Müslüman azınlık toplumlarında gündelik yaşamın tam da ortasında sıkışıp kalmış kadınların, çocukların, yaşlıların, gündelik emekleriyle çalışan kitlelerin, eğitimden ve iş olanaklarından yoksun genç kitlelerin  mağduriyetini devamlı kılıyor. Bu kesimler sözde ‘anavatanların’da var olma savaşı verirken, bir kurtuluş kapısı bulma amacıyla göçe çıkan eşler, kardeşler yaban ellerde pek de kimsenin yapmaya yanaşmayacağı işlerde ömür tüketiyorlar. Ne uğruna? Aldıkları birkaç yüz dolarlık maaşlarından arta kalanları yakınlarına gönderebilmek için. Bir de ola ki, bir imkân doğarsa geride kalanları bulundukları ülkeye getirtebilme gayesi onları dışarıya atan son umut çabaları olarak zuhur ediyor.  

Yaşanan sorunların bu insanlar için bir hak alıp verme mücadelesinden öte var oluş anlamı taşıdığı çok açık. Bu bağlamda, kimi bölge ülkeleri başta olmak üzere halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin lider pozisyonundaki kişi ve grupların bölge Müslümanlarının sorunlarını salt ekonomik geri kalmışlıkla tefsir edip, bir dizi ekonomik kalkınma programlarıyla azınlık konumundaki Müslümanların kaderlerinin değiştirilebileceğini ifade etmelerine ‘ihanet’ denmese bile sorunu basite indirgediklerine kuşku yok. Tam da bu noktada, “Bu Müslüman toplumlar, tarihin pek de uzak olmayan bir evresinde sömürgeci güçlerin ekonomik çıkarlar uğruna gözden çıkardıkları kitleler değil miydi?” sorusunu ortaya atmak gerekir. Bugün, bölge bağlamında tarihin gene bir başka evresine girilirken, bölge ekonomisinin küresel ekonomiye eklemlenme gayretlerine, halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin yetkililerinin de teoride ve de pratikte alkış tutarak eklemlendikleri gözlenmiyor mu?
Dün Batılı güçlerin sömürgeleştirdikleri topraklarda inşa ettikleri yönetimlerle bölge halklarının ve de Müslüman kitlelerin ekonomik değerlerini küresel ekonomiye endeskleme uğraşları bugün farklı bağlamlarda yeniden gündeme geliyor. Sözde barışa konu olan Müslüman coğrafyalarında halkın ve bu halkın içinden çıkmış kitlelerinin anlaşma masalarında ortaya koymak istedikleri ekonominin ötesinde eğitim, kültür, din, toplumsal yapı, idari mekanizma vb. alanlardaki görüş ve önerilerinin kayda değer bir destek bulup bulmadığı da şüpheli. Bu alanlarda verildiği ifade edilen bu yöndeki destek veya yaratılan böylesi bir intibanın, aslında bizatihi Müslüman azınlıklara ev sahipliği yapan ülke yönetimlerince zaten ‘punduna getirecek’ şekilde verildiği biliniyor. O zaman, bu azınlıklarla ilgili kimi barış çabalarında yer alan ülkelerin gerçek niyetinin hakikaten ‘acıyı dindirmek mi’ yoksa dünün sömürgeci güçlerinin açıktan yaptığı ekonomik kazanımları bugün olası barış çabalarının ardından gelecek açılımlarda yer altı ve yer üstü kaynaklarını devşirme hedefli mi olduğunun hesabını da yapmak gerekiyor. Ya da, şayet sorun bu azınlık ve azınlıkta bırakılmış Müslüman kitleleri ekonomik varlıklarını çoğaltmak ise, o zaman ‘göçmen işçi’ statüsüyle bulundukları ülkelerde nasıl bir ekonomik ve sosyal yaşama katlanmak zorunda bırakıldıklarını da masaya yatırmak gerekiyor.
Müslüman azınlıklar adına öne çıkıp Barış çabalarında rol alanların hangi gücü temsil ettikleri önemli. Sivil toplumun bizatihi ilgi alanında olması gereken Müslüman azınlıklar ve sorunları meselesinde sivil toplum oluşumuna izin vermeyen güçler önemli bir handikapla karşı karşıyalar. Bölge ülkelerin
deki sözde sivil oluşumların gücü malum. Bunların epeyce bir bölümü devletin kendi politikalarını destekleyecek, öne çıkacak ‘sıkışmalarda’ hükümet/devlet adına rol al/dırıl/an yapılar. Bir komutla ‘ileri’ denilince harekete geçen, ‘dur’ denilince duran bu yapıların istikrarlı bir sürece tekabül edebileceklerine ihtimal verilemez.
Bütün bu sorunlar ortasında hem bu insanların yaşadıklarını dünya kamuoyuna ‘hatırlatma’ hem de varsa elden gelecek bir şeyi pratiğe yansıtma noktasında Batılı insan haklar örgütleri veya hükümet birimlerinin insafına kalması da herhalde üzerinde epeyce kafa yorulacak konular arasında. O zaman, nasıl bir hakiki girişime muhtacız sorusunun cevabını aramaya başlayabiliriz. 

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=263329

LEAVE A REPLY