Mehmet Özay                                                                                              04.12.2022

Ghazali’yi (Abu Hamid Muhammed) dönemini aşan bir ilim adamı olarak kabul etmek, onun bu bilgi edinimi ve uygulaması sürecinde uygulamaya geçirdiği metodlarıyla da ele alınmasını gerektiriyor.

İhya edilmesi gereken din

Bu noktada, Ghazali’nin bir alim olarak değerinin, yaşadığı dönemden bugüne kadar geçen süre zarfında onandığı ortadadır. Bu tarihi kanıt onu, İslam tarihi içerisinde hiç kuşku yok ki, önemli bir yere oturtmuştur.

Bunun yanı sıra, Ghazali’yi verdiği eserler arasında özellikle, İslam toplumlarının dini yaşamını yeniden yapılandırmadaki rolünden hareketle, söz konusu bu İslam toplumları nezdinde makbul kılınmasında Ihya-i Ulum’ al-Din yani, “Din’in yeniden ihya edilmesi” başlıklı çalışmasının başat bir rol oynadığı görülmektedir.

Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, bu eser sadece, Miladi 11. asır Müslüman toplumunun düşünce pratiklerinin yeniden ele alınmasını, üzerinde düşünülmesini ve uygulanmasını önermekle kalmadığı bugüne kadar devam etkisiyle kanıtlanıyor.

Ancak, Ghazali’nin bu eserini yazma niyetinin ve sürecinin ortaya çıkışının bile, bir İslam düşüncesi pratiğiyle bağdaştırılması gerektirdiğini göz ardı etmemek gerekir.

Yukarıda zikredilen eserinden hareketle, bir fıkıh alimi olarak kabul edilebilecek olan Ghazali’nin bu eserini niçin, hangi şartlar ve kayıtlar altında ortaya koyduğu meselesi, bu eserin bizatihi kendisi kadar önemlidir.

Aklı başında öğrenci

Bu noktada, Ghazali’nin yaşadığı süreçte, birden fazla ilmi bağlamda çaba sergilediği anlaşılıyor.

Bu çaba, onun önce içinde yaşadığı, tanık olduğu toplumun -belki de dönemin zemin ve şartlarını göz ardı etmeden- nerede durduğuna ve bu toplumu yöneten, yönlendiren, yapılaştıran ilmi çevrelerin neler düşündüklerine, neler ürettiklerine ve neleri pratik ettiklerine yönelik bir anlama çabası aslında.

Henüz görece erken yaşlardan itibaren başlayan Ghazali, ilim edinme ve öğrenme çabasında, döneminin -ve kanımca kimi ölçülerde bugünde yaygın olan-, eğitim-öğretim süreçlerine dahil olmuştur. Bu noktada, diyelim ki, ilgili bir dersin, konunun, alanın hocasına tabi olması ve bu alanda aşamalı ve katmanlı olarak gelişme sergilemesi, gayet doğal bir sürece işaret etmektedir.

Bu temel süreçte Ghazali’nin farkı, onun ‘aklı başında’ bir öğrenci olması, öğrenim sürecini tedrici olarak geliştirebilmesi ve öğrendiklerini bir sonraki aşamaya aktarabilmesindedir. Bu gayet temel vasfın, onun öğrenim süreçlerinde, adına başarı denilebilecek aşamalarında önemli bir işlevi ve rolü vardır.

Bununla bağlantılı olarak, Ghazali farklı şehirlerde yaşayan, çeşitli ilim sahalarından ve aralarında döneminin isim yapmış hocalarından aldığı dersler sürecinde gizli/açık, bilinçli/bilinçsiz olarak sergilediği gözlem/analitik yaklaşım/yorumlama süreçlerini uyguladığı ve bunların zamanla bilinç düzeyinde ortaya çıkarak kaleme aldığı eserlerle somutlaştığı ortadadır.

Ghazali’yi yaşadığı dönemle, kendisiyle birlikte veya farklı olarak aynı öğretim süreçlerinden geçmesine rağmen, diğerlerinden farklı olarak onun adının bugünlere kadar ulaşmasında farklı bir vechenin olması gerekir.

Ghazali, döneminin egemen ve yapılaşmış ilmi eğitim-öğretim kurumlarında ilgili süreçlere konu olurken, kendi öz/asli niteliklerinin yönlendirmesi ve bu sürecin bizatihi farkına vararak, bunları aktif ve anlamlı olarak hayata yansıtması onun, tabiri caizse sıradan bilgilenme sürecinin ötesine geçtiğini göstermektedir.

Alim ve düşünce adamı

Bu süreç, Ghazali’yi bir ilim adamı olma yolunda attığı adımların ötesine geçtiğini ve tam da bu noktada, bir düşünce adamı olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür.

Ghazali’nin, fıkıh, teoloji, felsefe, sufizm alanlarında öğrenim süreçlerini salt öğrenme ve aktarma olarak görmediğini, aksine bu alanlar üzerinde “aktif bir düşünce” sergileyerek o dönemin şartlarında ve var olan toplumsal yapıyla karşılaştırmalı olarak anlama çabası onu bir düşünür kılmaya sevk etmiştir diyebiliriz.

Bu noktada, çok bariz bir şekilde, Kelamcıların yöntem ve diskurlarına yönelik önce beslediği şüphe ve ardından, bu şüphenin peşinden giderek, söz konusu yöntem ve diskurların kaynaklarına erişme isteğinin onu, Felsefe alanında öğrenime sevk ettiği görülür.

Otodidakt/Özerk öğrenim süreci

Özellikle, bu dönemin otodidakt, öz-öğrenici (self-learner) bağlama tekabül etmesi temelde, Ghazali’nin bir yandan kendi oturmuş ilim dünyasına yönelik bir meydan okuma anlamı taşırken, aynı zamanda eleştirilerini yöneltmek istediği kesimlerin, diyelim ki, kelamcıların ve felsefecilerin, temel düşünce sistemlerini anlama konusundaki bilinçli edimini ortaya koyuyor.

Bizatihi, kendi ifadesiyle iki yıl boyunca vaktini hasrettiği felsefe çalışmaları sonunda, bu alanın ortaya konulan verilerin, yöntem ve bilgilerin neye tekabül ettiğini ve ardından, karşılaştırmalı yöntemi (comparative method) kullanmak suretiyle, İslam’in temel kaynakları karşısında bu bilgi kümesinin/yapısının nerede durduğu konusunda gayet sarih bir bilgi düzlemine erişmiştir.

Daha önce de dile getirdiğimiz üzere, aslında Ghazal temel/basit anlamında birikimsel bilginin peşinde olup olmadığı bir yana, bunun çok daha ötesinde metodolojik bir kaygı ile hareket ediyor.

Yukarıda dikkat çekilen ve azımsanmayacak bir döneme tekabül eden felsefenin ilgili alanlarına yönelik çalışma gayreti, onun tam da bu çalışma öncesinde, zihninde geliştirmiş olduğu karşılaştırmalı metodu hayata geçirmeye matuf bir girişimdir.

Ghazali’nin bireysel öğrenim süreçlerinde kat ettiği mesafenin onu diğer benzeri öğrencilerden farklı kılan yönü zamanla, uygulamaya koyduğu öğrenme metodlarıdır.

Karşımıza analitik düşünce, karşılaştırma, yeniden yorumlama vb. adlarla çıkan metodları uygulaması, kendisini döneminin alimleri arasında öne çıkarmakla kalmamıştır. Bunun ötesinde, adıyla birlikte anılan “Din’in yeniden ihyası” adlı çalışmasını ortaya koyabilecek bir yeterlilik sergilemiştir.

LEAVE A REPLY