Filipinler’de  Marcos döneminin sona erişinin 30. yılı. 25 Şubat 1986 tarihinde modern dünya tarihine diktatör lakabıyla geçen Marcos’un televizyonda yaptığı konuşmada “Duruma hakimiz” cümlesi son açıklaması olmuştu. Böylece 1965 yılında başlayan Marcos rejimi, ‘Halk Gücü’ adı verilen sivil hareketle sona erdi. Marcos ise sürgünde yaşadığı Hawaii’de 1989 yılında hayatını yitirdi. Halk hareketi o günden bu yana Filipinler’de toplumsal yenileşmenin çabasını sergilerken, bir başka yenilenme de Marcos ailesi içinde yaşandı. Marcosu diktatör hatta Asya’nın Hitler’i lakabıyla anılmasına sebep olan ise 1972 yılında ilân ettiği sıkıyönetim oldu.

Marcos sonrası dönem sadece Filipinler için değil, bölgedeki değişim sürecinin de bir parçasını oluşturuyordu. Nato ve Varşoa Paktları arasında gerçekleşen Soğuk Savaş yıllarının Güneydoğu Asya’daki karşılığı olarak baş gösteren gelişmeler zinciri, 1986 yılı Filipinlerde Marcos için son anlamı taşıyordu. Endonezya, Tayland, gibi uzun erimli, ordu destekli ve iktidarların belli aileler arasında paylaşıldığı bölge ülkeleri sıralamasında bu nedenle Filipinlerin de bir yeri bulunuyor.

‘Marcos rejimi’ derken, var olan yönetimsel ve karizmatik gücünü her noktada kullanan bir siyasiyi anlamamak gerekir. Bunun ötesinde, ailevi ve yakın ilişkilerden eko-siyasi ve askeri elite veya bir başka ifadeyle ekonomi ve cunta kronilerine doğru yayılan bir ilişkiler silsilesi karşımıza çıkar. Örneğin, bölgenin en büyük ülkesi konumundaki Endonezya’da da gözlemlendiği üzere ‘diktatörler’ dönemlerinin baskının doğurduğu bir tür ‘disipliner’ toplum oluşumu, kimi çevreler tarafından ‘siyasi’ ve ‘toplumsal’ istikrar olarak değerlendiriliyor. Bu istikrarın anlamı iktidarda değişim değil statüko, ekonomi de ise bir tür kalkınmacılıkla birlikte herkese, karınca kararınca yeten ve bize kast sistemi bölüşümünü hatırlatan bir gelir düzeyinin olması geliyor.

Kalkınmanın temelde iktidar aygıtının çeşitli kollarındaki insan gücünün birdenbire aydınlaşmışlık ruhuyla üretken ve verimlilik ortaya koyması değil, dönemin şartlarının bir gereği olarak tüm çıkar ilişkileriyle kapıda bekleyen uluslararası kurumların ülkeye akıttıkları dolarlarla ilintilidir. Ve özellikle bu süreçte, ekonomik kalkınma noktasında, iktidar sürecine eklemlenen aile/ler, siyasi ve ordu elitine ayrılan payın oranı, elbette ki geniş halk kitlelerinkiyle karşılaştırılmayacak boyutlarda gerçekleşiyordu.

Filipinler’de ortaya çıktığı üzere, bu sözde kalkınmacı yıllara arka çıkan ise, -askeri üsler meselesinde olduğu üzere- Amerikan müdahaleciliğinin varlığını güçlü bir şekilde hissettirmesidir. Adına kalkınmacılık denilen olgunun ise, istikrar ve süreklilikten uzak dönemlik bir enerjinin açığa çıkışı olarak değerlendirmek gerekir. Yoksa, aradan geçen onca zamana rağmen, bugün dahi, 9 Mayıs’ta yapılacak başkanlık seçimlerinde aday olan beş siyasetçinin gündeminde ‘yoksulluk’ ilk sırada almaması gerekirdi.

 

Filipinlerde devlet başkanı Marcos’u görünür kılan unsur, eşi Emilda’nın yaşam tarzı dersek yanlış söylemiş olmayız. On yıllarca yoksullukla mündemiç bir toplumda, iktidar aygıtının başında olmakla aç gözlülük ilişkisini ortaya koyan Emilda’nın yaşam tarzı, bireysel bir hazzın, siyasalın ötesinde toplumsal bir yozlaşmaya dönüşümünün adıdır aynı zamanda. Bu bireysel tarz, toplumda ‘onun gibi olmak’ psikolojisine yenilen kitlelerin olan biteni meşrulaştırması ise, aradan geçen onca yıla rağmen ‘Marcos ailesinden’ tek bir ferdin bile ‘adalet’ karşısına çıkartılamamış olmasıdır.

Bunda şaşılası bir taraf yok. Çünkü Marcos’lu uzun yıllarda, diğer kurumlar gibi adalet kurumuna da biçilen rol, meyvesini -tıpkı Suharta ve ailesine karşı açılan neredeyse tüm davalar gibi- sonuçsuz kalmaya mahkum bir durum ortaya koyarak veriyor. Öyle ki, yolsuzluklar tarihinde kayda değer bir yeri olacak şekilde, bugün dahi ülke içi ve dışında sayısı yüzü bulan davada Marcos ailesinin haksız sahip olduğu ve milyar dolarla ifade edilen hesabı sorulmaya çalışılıyor.

Süreçte, iktidar kaybının izleri yavaş yavaş silinmesinin ardından aile fertleri ulusal politikada yeniden rol aldılar. Örneğin, Imelda Marcos kongre üyeliğini, kızı Imee Marcos ise valilik görevini sürdürmesi kanıksanmışlığı ortaya koyuyor. Oğul genç Ferdinand Marcos ise, 9 Mayıs’ta yapılacak başkanlık seçimlerinde başkan yardımcısı adaylığı için başvuruda bulundu.

Aslında Marcos ailesinin siyaset sahasında ‘yeniden dirilişi’, kendi başına bir aklanma çabası da değil.  Yukarıda değinildiği üzere, yirmi yıllık süre zarfında baba Marcos’un çevresinde kümeleşen tikel kişiler ve sosyo-politik çıkar gruplarının aradan geçen süre zarfında ülkenin önde gelen dinamiklerinden olmaya devam ettiklerini gösteriyor. Ve bu gruplar lider karizmasının gölgesinin ailenin diğer fertleri üzerine yansımasından hareketle yeni bir sürecin toplumsal dimanosu faaliyet gösteriyorlar. Söz konusu bu kitle, baba Marcos dönemini ‘altın dönem’ olarak adlandırırken, bunun kendileri nezdindeki karşılığının maddi çıkarlarla örtüştüğünü açık/gizli izhar ediyorlar.

Marcos rejiminin sona erişinin 30. yılında, iktidarının son günlerine yaklaşan Devlet Başkanı Aquino, -ki babasını 1983’de faili meçhul cinayete kurban gitmişti- “Marcos sonrasında ‘ülkenin onur ve haysiyetini’ yeniden kazanması için otuz yıl geçmesi gerekiyordu” açıklaması dikkat çekicidir.

LEAVE A REPLY