Mehmet Özay                                                                                                                  26 Kasım 2012
Muhammediyye Hareketi’nin kökleri itibarıyla neye tekabül ettiğini anlamak için içine doğduğu Hollanda Sömürgeciliği gözardı edilemeyecek bir gerçeklik alanı sunar. Hollandalıların özellikle ülkede inşa etmeye çalıştıkları eğitim projesi karşısında, Hareket güçlü bir kimlikle topluma liderlik etme kapasitesine sahip, toplumda sömürgeci eğitim sisteminin bir ürünü olan seküler eğitimden geçmiş aydınlar karşısında bir yapı oluşturacak eğitimli bir Müslüman aydın sınıfı oluşturmayı hedefliyordu (Soebardi-Lee 1985: 190).
Hareket’in gerek köklerinin yer aldığı gerekse klasik sultanlık çevresiyle ilişkileri bağlamında Cogcakarta üzerinde kısaca durmuştuk. Bu hususa biraz daha değinmekte fayda var. Modern dönemde bu yönetimin Cava’nın diğer kadim sultanlıklarından öne çıkan bir özelliği olduğu görülür. Bu anlamda tarihi ve kültürel devamlılığı kadar, bugün siyasi bağlamda görece bir güç unsuru olduğu görülür. Cogcakarta Sultanlığı, bağımsızlık ilanının akabinde 1947 yılında özerklik tanınmış (Heryanto 2006: 66) ve geleneksel yönetimi sergileyen sultan aynı zamanda, doğrudan vali olarak da atınmaktadır. Muhammediyye Hareketi’nin bu özerk yapı içerisinde varlığını sürdüren Sultanlıkla ilişkisi, Hareket’in burada doğmuş olmasıyla doğrudan ilintilidir.
Hareket’in yüzyıllık seyri içerisinde salt kendi başına bir olgu olarak değil, her bir dönemi birbirinden farklılık gösteren Hollanda Sömürgeciliği, Sukarno ve Suharto dönemleriyle son 15 yıllık süreyi kaplayan siyasi ve toplumsal reform sürecinde siyasi yönetimler ve güç odakları ile girdiği ilişkilerle yeni şekillenmelere konu olmuştur. Bu husus, modern dönemde ortaya çıkan sivil toplumcu veya siyasi İslamcı hareketlerin kaçınılmaz etkileşimlerinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, yukarıda zikredilen bu ‘dış unsurlar’ kadar, ülkede neşet eden çeşitli ‘Sarekat Islam’ (SI), ‘Masyumi’ gibi sömürge öncesi ve sonrasında bu topraklarda önemli rol icra eden İslamcı hareketler bağlamında da etkileşimleri kayda değer bir hususdur. Elbette bu dönemleri ve Hareket ile bağlantıları detaylı araştırmaları gerektirmektedir. Bununla birlikte, ilki erken döneme, ikincisi bağımsızlığın hemen akabindeki gelişmeler muvacehesinde iki  hususa kısaca değinmekte fayda var.
SI’ın ilk dönemlerinde kurucu unsurlar, özellikle başta Muhammediyye olmak üzere diğer İslami kurumlarla iyi ilişkiler geliştirme gayreti içindeydi. SI’ın merkezi komitesi Solo’dan  -Muhammediyye’nin de merkezi olan Cogcakarta’ya  taşındığında, Hareket’in kurucusu Ahmed Dahlan hareketin burada kurumsallaşmasına yardımcı olmuş ve 1916 yılında da söz konusu hareketin dini istişare kurulu üyesi olarak rol aldı (Soebardi-Lee 1985: 197). Muhammediyye Hareketi’nin çıkış noktası kültürel saha iken, SI’ınki ağırlıklı olarak siyasal hedefler güdüyordu. Bu nedenle Ahmed Dahlan, SI içerisindeki siyasal hareketlere karışma yönünde tavır sergiliyordu (Van Niel 1970: 110).
Bununla birlikte, genel bir ifade ile söylemek gerekirse Muhammediyye Hareketi, modern Endonezya siyasi tarihinde ülke Müslümanları arasında siyasi bir cephe oluşturulamamasında ‘taraf’ olmakla dikkat çeker. 1945 yılındaki bağımsızlık ilanıyla, Hollanda’nın uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Endonezya bağımsızlığını tanıyacağı 1949’a geçen süre zarfında ve daha sonra ülkenin geniş Müslüman kesiminin eğitim ve refahı için çeşitli çalışmalar yapmış olan Muhammediyye gibi milyonlarca üyeye sahip önde gelen İslami cemaatler ve bunların uzantıları olan partiler kendi aralarında birlik tesis edemeyerek ülke siyasetinde öncü rol oynama şansını bir türlü yakalayamamışlardır. Masyumi çatısı altında kısa süren bir birliktelikten bahsedilse de bunun uzun erimli olmamış ve 1950’li yılların başlarında yapılan ilk seçimlerden sonra hayal kırıklığına neden olmuştur.
Bu ilk dönem örneklerinden sonra, Hareket’in modern tarihinin uzun anlatısına yer vermek yerine, sonun başlangıcı kabul edebileceğimiz Sukarno ve özellikle de Suharto’lu yıllar ve sonrasında neler olup bittiğine bakalım. Siyasal İslamı hareketleri ülkede kısıtlama konusunda tüm imkânları kullanmada her türlü çabayı sergilemiş, seküler ve Cava milliyetçiliğinin öncüsü olarak tanınan bu iki devlet başkanının Muhammediyye’ye ‘yakınlık’ duymaları ve ‘alternatif’ bir kulvar olarak gündemde tutmaları ilginç bir ilişkiyi ortaya koymaktadır. Özellikle, Suharto dönemine konu olan 70’li/80’li yıllardaki ‘modernleşme’ süreçleri, Hareket’in kök suyundaki ilkelerle örtüşmesi nedeniyle siyaset alanında dinamik bir unsur olarak yer almasa da, siyasi otoritenin kanatları altında yer bulması için kafi bir sebepti.
Suharto’nın son yıllarında, o dönem Hareket’in lideri konumundaki Amin Rais siyasi güç merkeziyle bir ‘ittifak’ çabası içine girdiği gözlemlenir. Nihayetinde, gözlemcilerin dile getirdiği üzere, Suharto’nun üvey oğlu mesabesindeki -ve de kendisinin de uygun bir isim olarak gördüğü- Habibi’nin başkan yardımcılığı ihtimalinin doğması
yla yeni kabineye ‘Muhammediyye” mensuplarının dahil olacağı ihtimaliyle rejimle ‘uzlaşmacı’ bir yönelim sergileyerek nasıl ‘pragmatik’ yaklaşım sergileneceğinin bir örneğini ortaya koyuyordu. Rais’in bu pragmatikliği, halkı Müslüman olan diğer birtakım ülkelerdeki benzer liderlik pörtföylerinde de görüldüğü üzere, siyasi arenada bulamadığı desteği ve ‘mükâfatı’ Mietzner’in (2009: 159, 161) ileri sürdüğü üzere ordu ile temasa geçerek bulma arayışı sergilemiş olmasında yatar. Muhammediyye gibi köklü bir organizasyonun lideri olarak siyaseten ve de sivil toplumculuk bağlamında bir ‘sağa’, bir ‘sola’ yaslanma çabası, kimilerince ‘şartların teşekkülü olarak yorumlanabileceği gibi, temelde bir ‘duruş’ ve ‘zaviye’ kısırlığını ortaya koymaktadır.
Suharto’nun gidişatının kesinleştiği aylarda, ‘uluslararası kesimlerin’ ajandasında bir ‘alternatif’ olarak neşet eden Amien Rais, ayağına gelen bu fırsatı nasıl değerlendirmesi gerektiğini açıkça ortaya koymuş ve yukarıda dile getirilen ‘duruşsuzluğun’ kaçınılmaz uzantısı olarak soluğu Amerika’da almıştır. Elbette, Amerika için alternatifsizlik söz konusu değildir… 30 Eylül/1 Ekim 1965’deki girişimiyle Suharto, nasıl devlet başkanlığının yolunu açacak ışığı görerek hareket etti/rildi/yse, fazla değil aradan geçen yaklaşık 40 yıllık sonra aynı Suharto’nun yerinden edilebilmesi için güçlü bir sivil toplumcu Müslüman Hareketi’n lideri aynı göreve soyundurulmakta sakınca görülmemiştir. Elbette burada şöyle bir düşüncede geliştirmek mümkün. İslamcılık veya İslam sathındaki duruşla, modern siyasi platformda rol alma veya kapma arasında fark vardır ve bu fark doğacak “operasyonel kaynakları” (Mietzner 2009: 162) kullanabilme becerisiyle değerlendirilebilir düşüncesinden hareketle Amien Rais epeyce bir Makyavelist projeksiyona tabi olmuştur.
Siyasi ve sosyal reform çabalarının yoğunlaştığı son döneme gelindiğinde, Hareket’in ‘alternatifleriyle’ karşı karşıya kaldığı gözlemlenmektedir. Ülkenin yeniden yapılaşmalara konu olan sadece siyasi arenası değil, sosyal alanlarındaki siyasi İslamın giderek dikkat çekici bir yönelim sergilemesi Hareket’in yeni dönemde karşı karşıya kaldığı rekabet, çatışma vb. bağlamlarda yeni mücadele alanı olarak değerlendirilmektedir. Doğrudan Hareket’in siyasi partisi olarak ilan edilmese de, Amin Rais örneğinde olduğu gibi, Hareket’e mensup önemli şahsiyetlerin siyasi partilerdeki varlığı ve bu partilerin siyasi arenadaki güç yarışında geldikleri nokta bunu kanıtlamaktadır.
Geçirdiği tarihi süreçler, ilişkiler çerçevesinde araştırmacılarla vahhabicilik kadar modernist, yer yer liberal İslamcı adlandırmalara da konu edilmesi, Hareket’in bugünkü lideri Din Shamsuddin’in dile getirdiği üzere geçen süre zarfında pek çok dönüşümlere ve değişimlere konu olmasıyla yadsınacak bir durum değil, aksine sosyal realitenin bir gereğidir. Son dönemdeki gelişmelere dikkat çekildiğinde, Hareket’in bir başka yönelime kucak açmasının olanaklı olduğunu ifade edebiliriz. 

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=236398

LEAVE A REPLY