Mehmet Özay 30.07.2018
Endonezya’da 2019 yılı başkanlık ve parlamento seçimlerine konu olacağından, siyasi partiler arasında ittifak görüşmeleri başladı. Aslında, mevcut partiler arasında bir şekilde devam eden nabız yoklamaları giderek belirgin bir şekilde gündeme taşınıyor. Bu çerçevede, kimlerin başkanlık adayı olacağı sorusuna hemen burada kısaca değinelim.
Mevcut devlet başkanı Joko Widodo (Jokowi), Cakarta valisi Anies Baswedan, Büyük Endonezya Hareketi Partisi (Gerindra) genel başkanı ve eski komutan Prabowo Subianto, Demokratik Parti başkanı iki dönem devlet başkanlığı da yapmış olan eski komutan Susilo Bambang Yudhoyono’nun (SBY) oğlu, eski asker-yeni politikacı, Cakarta valilik yarışını kaybeden Agus Harimurti. Bir sürpriz olmazsa, bu isimleri 10 Ağustos’ta dolacak olan başkanlık adayı listesinde göreceğiz.
Gerindra lideri Prabowo’nun 2014 başkanlık seçimlerinde Jokowi karşısında kaybettiğini hatırlatayım. Bununla birlikte, Jokowi, Anies ve Agus’un parti başkanı olmamakla birlikte adlarının başkanlık yarışında geçmesi de ülke siyasal yaşamında bir yenilik olarak değerlendirilebilir.
Süreci yönetmeye çalışan siyasi aktörler ise, aynı zamanda adı devlet başkanlığı için de geçen siyasi parti liderler oluyor. Mevcut devlet başkanı Joko Widodo ya da yaygın adıyla bilindiği şekliyle Jokowi’nin, ikinci kez aday olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Jokowi, öncelikle Endonezya Mücadeleci Demokrat Parti (PDI-P)’nin adayı olması, ancak Suharto sonrasında gündeme gelen reform sürecinde herhangi bir partinin adayı sadece ilgili partinin oyuyla başkanlık seçilebilmiş değil. Bu sefer de benzeri olacak…
Bu durum, girişte zikrettiğim ittifak görüşmelerinin önemini daha da açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu ittifak görüşmelerinin ikinci önemli adımını ise devlet başkan yardımcılığı oluyor. Bir siyasi partinin devlet başkanı adayı gösterebilmesi için seçimde tek başına yüzde 20’nin üzerinde oy alması gerekiyor. Görece bu oy kimilerince çantada keklik gibi görülebilecek düşük bir oran gibi gözükse de, Endonezya siyasetinde bu orana ulaşmak veya biraz geçmek büyük bir başarı. Bunda benzer siyasi ideolojilere sahip olsalar da parti sayısındaki enflasyon geliyor.
Kendilerini İslamcı parti olarak tanımlayanlar ile siyaset yorumcularınca kendilerine bu ad verilen partilerin azımsanmayacak sayısına rağmen, örneğin yine Suharto sonrası dönemde bu partilerin ortak hareket ettiklerine tanık olunmadı. 2019 seçimlerinde de bunun değişmesi konusunda herhangi bir ciddi emare gözükmek bir yana, mevcut ittifak görüşmelerine bakıldığında bu siyasi oluşumların farklı bloklar içerisinde yer alacaklarını söylemek mümkün. Bu partiler arasında Kalkınma ve Adalet Partisi (PKS), Ulusal Emanet Partisi (PAN), Hilal-Yıldız Partisi (PBB), Birleşik Kalkınma Partisi (PPP), Ulusal Uyanış Partisi’ni (PKB) saymak mümkün.
Siyasi yelpazede bir diğer grup parti ise eski asker yeni sivil siyasetçi kimlikli liderlerin öncülüğünde ve belirli toplumsal kesimleri arkasına almış gözüken partiler oluşturuyor. Bu partilerin liderlerinin asker kökenli olmalarından hareketle, devleti temsil ettiği iddiasındaki çevrelerin yani ordu ve ilintili sivil kesimlerin derin bir milliyetçi alanda yer alıyorlar. Ancak burada da, tıpkı İslamcı veya bu adla adlandırılan partilerin birbirinden ayrışmasında olduğu gibi, asker kökenli liderlerin yönetimindeki partiler de birlik sergilemekten uzak. Bu siyasi partiler ise Demokratik Parti ve Gerindra.
Bu iki grup oluşumun dışında, kuruluşları Suharto döneminde ya onun teşvikiyle kurulmuş veya ona muhalif olarak ortaya çıkmış partiler oluşturuyor. Bu noktada, siyasi parti sayısının çok olduğu söylenemez, ancak geçmişteki toplumsal desteği ve Suharto’yu sürekli iktidara taşıyan bir yapı olarak Golkar’ı görüyoruz.
Suharto’nun iktidarına son verdiği devletin kurucu devlet başkanı Sukarno’nun kızı, Megawati’nin 1990’larda kurduğu PDI-P ise, bir tür babasının siyasi mirasını devam ettirme mücadelesi ile öne çıkan bir ideolojik örgüye tekabül ediyor. Tabii, burada Suharto ile PDI-P’nin nerede ayrıştığı konusunun bir başka başlıkla ele alınmayı hak edecek önemde olduğunu da söylemeliyim.
Yukarıda dikkat çektiğim ayrımlar içerisinde ‘milliyetçilik’ olgusunun siyasi partilerin ideolojik duruşunda belirleyici bir yeri olmakla birlikte, bu milliyetçiliğin ‘Endonezya’ milliyetçiliği ile ülkenin kuruluşundan bu yana siyasi yaşama damgasını vurmuş Cava Adası milliyetçiliği arasındaki ayrım üzerinde hassasiyetle durmakta fayda var. Tabii bu noktada, milliyetçilik üzerinde temellenen partilerin lider kadrolarının böylesi bir ayrımı açık seçik ortaya koymamakla birlikte bugüne kadarki söylem ve pratiklerinde bu yöndeki ayrımı görmek mümkün.
Cava Adası milliyetçiliği olgusunun modern dönemden öte, Cava Adası siyasi lider ve entelektüellerinin tarihsel kökenler üzerinde belirlenmiş bir vurgu söz konusudur. Bu bir anlamda, hem geniş adalar ülkesi Endonezya’ya ve bu ülkenin dört bir köşesindeki halka bir ulus devlet aidiyeti biçmenin adıdır. Öte yandan, bu ulus devleti teşkil eden ve tarihsel ve siyasal meşruiyet olarak da Cava Adası ve özellikle de doğu Cava bölgesi geliyor.
Tam da bu noktada, Suharto’nun kurdurduğu Golkar’ın ülkenin değişik bölgelerindeki çeşitli toplumsal çıkar gruplarının biraraya geldiği bir siyasi kulüp olduğunu ve bu anlamda kozmopolit bir yapı arz ettiğini hatırlamak gerekir. Bir ideolojik ideal ve hedeften ziyade, dönemin yani Suhartolu yılların doğurduğu şartların bir ürünü olmuş bir partiden bahsediyoruz.
Bu partinin kozmopolitliği ise Açe’den Papua’ya kadar, Suharto rejimine eklemlenen ve çıkar hedefli kişi ve grupların dayanmasından kaynaklanıyor. Suharto’nun iktidarını kaybettiği 1998 yılından sonraki süreçte de Golkar, sürekli oy oranı eriyen bir parti görünümünde. Bu durum, söz konusu çıkar gruplarının etkinliklerinin belki ortadan kalkmasını değil, ancak Suharto sonrası dönemin şartlarına adapte olarak yeni siyasi partiler içerisinde yer almaları şeklinde bir değişim olarak değerlendirilebilir.
Bu siyasi parti yapılaşmalarından bahsetmişken, ülke modern siyasal yaşamında ortaya çıkan kırılmalar nedeniyle herhangi bir sol ideolojiyi temsil eden bir siyasi parti mevcut değil. Ancak ülke içerisinde belli çevrelerin algılamalarına dikkat edilecek olursa, yukarıda zikredilen bazı siyasi partilerin kimi politikalarından, örneğin özellikle seküler bir eğilim sergilemelerinden hareketle sol eğilimli olarak adlandırılabildiklerine de tanık olunmaktadır.
Bu siyasi parti yapılaşmalarının ülkeyi nereye taşıyacağı, giderek küresel önemi daha da öne çıkan Güneydoğu Asya ve daha geniş bir coğrafya üzerinden değerlendirmek gerektiğinde Asya-Pasifik bölgesinde Endonezya’nın rolünün ne olacağı, Müslüman nüfusun en yoğun olduğu ülke olması hasebiyle dünya Müslümanları algısı, ilişkileri, sorunları, çözümleri gibi bir dizi soruya ne tür bir karşılık verilebileceği gibi yaklaşımlara maalesef bir karşılık bulmak mümkün değil.
Bu anlamda, 2019 seçim ittifakları çabalarının, mevcut başkan Jokowi dönemine son verme hedefi taşıyan bir muhalif tutumun ötesinden ne ulusal ne bölgesel bağlamda kapsamlı, tutarlı, uzun vadeli, alternatifli politikaların tartışıldığına tanık olunamıyor. Jokowi muhalifliğinin, çok kısa bir süre önce, Jokowi’nin 2012 yılında başkent Cakarta valiliğinde yardımcısı olarak seçilmiş ve Jokowi’nin 2014 yılında başkanlık koltuğuna oturmasıyla valilik görevini üstlenmiş olan Çin etnik azınlığa mensup Ahok lakaplı Basuki Tjahaja Purnama’nın, İslama hareket ettiği gerekçesiyle başlatılan muhalefetin alttan alta sürdüğü görülüyor. O dönem de konuyu epeyce ele aldığımızdan burada detaylarını tekrar etmeyeceğim.
Endonezya siyasetinde ve mevcut muhalif partiler noktasında, bir önceki paragrafta dile getirdiğim sorunlar ve çözümler konusunda bir önerileri olup olmadığı meselesidir tartışılması gereken. Jokowi’nin daha Cakarta valiliğine geldiği günden itibaren dile getirdiğimiz hususlar basitçe şöyleydi.
Bu siyasetçi, yerel yönetimdeki başarıları ile kendini ortaya koymuş; tıpkı diğer siyasi parti liderleri veya siyasi aktörler gibi kapsamlı bir siyasi projesi olmayan, ancak temiz siyaset yapmayı kendine ilke edinmiş ve halka yakın duran bir kişidir. Cakarta valiliğinde daha süresi dolmadan, onun bu niteliklerinden istifadeyle kendilerine ulusal siyasette yer bulmaya veya mevcut yerlerini tahkim etmeye çalışan siyasi parti/ler onu başkanlığa aday göstermesi ile yine Jokowi’nin zikrettiğim hasletleri dolayısıyla seçilmesine neden olmuştur.
Jokowi’nin devlet başkan yardımcılığına Golkar’ın eski lideri Yusuf Kalla’yı alması, Golkar özelinden ziyade, Yusuf Kalla’nın temsil ettiği toplumsal ve siyasal çevrelerin de Jokowi iktidarı etrafında yer almasına imkân tanıdı. Jokowi’nin veya daha doğrusunu söylemek gerekirse, onu destekleyen PDI-P’nin, Ahok’a karşı başlatılan kampanya sonrasında ülkenin reel siyasetinin bir gereği olarak kendini ‘Müslüman’ kitle yanında tanımlama ve konumlama çabasının bir ürünü olarak bazı ‘İslamcı’ partilerle ittifak arayışında olduğu görülüyor.
Acaba İslamcı partiler, seküler siyaset içerisinde aktör olmaya çalışan bazı Müslüman sivil toplum liderleri ile ‘Ulema Fetva Hareketini Koruma’ grubu gibi yeni yapıların neyi hedefledikleri; öte yandan seküler ve ultra milliyetçi asker kökenli siyasi liderlerin İslamcı partilerle ittifak görüşmeleri ne anlama gelmektedir soruları sorularak cevaplarının tartışılması gerekmektedir. Tabii bununla birlikte, geniş halk kesimleri nasıl bir yönetim istemektedir yollu soruyu da göz ardı etmemek lazım. Belki bu hususları önümüzdeki günlerde yeniden tartışabiliriz.