Endonezya’da son dönemin en heyecanlı seçimi yaşanıyor. 9 Nisan günü halk sandık başına giderken, yeni bir umudu da beraberlerinde taşıyorlar. Bu umut ‘Jokowi mucizesi’. Bu ‘mucizenin’ neye karşılık geldiğini ortaya koymadan önce, genel itibarıyla seçim sürecine ve gelişmelere bakalım.
1999 yılında demokrasiye geçişin sinyallerini veren seçimden sonraki üçüncü genel ve demokratik seçim bu. Kayıtlara göre 150 milyon seçmenin bulunduğu ülkede iki aşamalı seçim yapılıyor. İlk aşamada eyalet ve merkez parlamentosu milletvekilleri belirlenecek. Siyasi partiler, milletvekili seçimlerinde %25 oy veya merkez parlamento’da %20’lik çoğunluğa ulaşmalarıyla devlet başkanlığı için doğrudan aday belirleme hakkı kazanacak. Ya da, bu oranlara ulaşamayan partiler arasında yapılacak ‘sıkı’ pazarlık neticesinde koalisyon ‘başkanı’ belirlenecek. Akabinde, Haziran ayında devlet başkanlığı için halk bir kez daha sandık başına gidecek. Bu sistemde siyasi partilerin öne çıktığı gibi bir izlenim doğuyor. Ancak ‘lider’ çok daha baskın bir güce sahip… Partilerin genel başkanları veya başkan adayları seçmenler için cazibe merkezi.
Milletvekilliği belirlenmesinden hedef devlet başkanlığı için mücadele vermek. Bu nedenle, partiler ülkedeki siyasi koşullara, seçmen yaklaşımlarına bağlı olarak devlet başkanlığı için adaylarını önceden de ilân edebiliyorlar. Tıpkı, siyasi parti olarak gücünden epeyce bir şey kaybeden Endonezya Demokratik Mücadele Partisi (PDI-P)’nin izlediği strateji de olduğu gibi. PDI-I, ülke kamuoyu nezdinde pozitif bir imaja sahip ve bu imajın çeşitli araçlarla güçlendirildiği Cakarta Valisi Jokowi’yi seçimler öncesinde devlet başkanlığı adayı olarak belirlemesiyle, gerek eyalet gerekse merkez parlamentoda milletvekili sayısını etkileyecek önemli bir oy potansiyelini kendine çekmeyi hedefliyor.
Daha kendisi “Adayım”, “Aday olacağım” vb. ifadelerle kamuoyu önüne çıkmayan Jokowi, yapılan kamuoyu yoklamalarında ülkenin önde gelen siyasi eliti karşısında ön sırada yer alıyordu. Kaldı ki, Jokowi’nin PDI-P’den adaylığına karar süreci kendisinden bağımsız geliştiğini iddia etmek mümkün. Çünkü partide, başkanlığı kızı Maharani’ye devretmiş olsa da, son söz Megawati Sukarnoputri’ye ait. Ve Megawati, tarihi bir kararla kendisi veya kızı Maharani yerine ülke siyasi eliti içinden çıkmamış eski bir mobilya tüccarına görev tevdiinde bulundu. Bu anlamda, geçen süre zarfında, “başkanlıkta gözüm yok” diyen Jokowi’nin tavrını Orta Cava kültürünün özelliklerine bağlamak mümkün.
Başkanlık yarışında Megawati doğrudan yer almasa da, Megawati ve karşısındaki en önemli siyasi aktör Prawobo’nun varlığı dikkate alındığında ortada ülkenin modern siyasi tarihine damgasını vurmuş iki ana akımın mücadelesine tanık olunduğunu iddia etmek mümkün. Bununla neyi kastediyoruz açıklayalım… PDI-P ve manevi lideri Megawati babasının yani Sukarno’nun siyasi mirasını yürütüyor. Megawati bunu daha Suhartolu yıllarda gösterdiği performansla ortaya koymuştu. Akabinde, yaklaşık iki yılı aşkın bir süre de olsa ülke yönetimine getirilmesiyle, verdiği mücadelenin bir şekilde onurlandığını söyleyebiliriz. Diğer ana akım ise, Suharto’nun manevi evladı Prabowo üzerinden varlığını sürdürüyor. Bu nedenledir ki, ülkenin kurucu babası Sukarno ve ‘kalkınmanın babası’ unvanına sahip Suharto’nun gölgesinde geçen bir seçime tanıklık ediliyor.
1998 Mayıs ayında Suharto’nun 32 yıllık iktidarının sona ermesinde Megawati’nin ve PDI-P’nin kayda değer bir rolü vardı. Aradan geçen süreçte, Suharto’nın siyasi mirasi genel itibarıyla kurduğu Golkar Partisi ile devam ettiği ileri sürülse de, aslında bugün başkanlık yarışında yer alan iki emekli general Prabowo Subianto ve Wiranto’nun Suharto’nun ordudaki ‘kanalları’ olduğu unutulmamalı. Özellikle Prabowo, Suharto’nun üvey oğlu sıfatıyla anılmakla bu miras içerisinde kayda değer bir yere sahip. Bu genel çerçeveden sonra Jokowi ‘olgusu’ üzerinde durabiliriz.
Joko Widodo’nun veya yaygın bir şekilde ifade edildiği üzere söylersek Jokowi’nin Haziran ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde şansı yüksek. Siyasetin zorlu yollarında pek de yer almamış, tüccarlıktan belediye başkanlığına ve oradan da Cakarta Valiliğine giden süreçte, ‘kendinden’ taviz vermemesiyle kitlelerin sempatisini kazanan ve elde ettiği siyasi kazanımları halka yönelik paylaşıma dönüştürmede tereddüt etmemesiyle bugünlere gelen bir kişi. Karizmatik değil… Siyasetin dehlizlerinde dolaşan biri hiç değil… Sermayesi samimiyeti ve halkla içli dışlı oluşuyla alâkalı…
Peki Jokowi’ye atfedildiği şekliyle söylersek, ortada bir mucize var mı sorusu haliyle sorulmayı bekliyor. Mucize, belki de yukarıdaki paragrafda ortaya koyduğumuz durumun ta kendisi. Yani ana akım siyasetçi olmayan birinin, sahip olduğu kimi niteliklerin farkedilerek, ortaya yeni bir siyasetçi profilinin konması. Kimileri fiziki yapısıyla Jokowi’yi Barack Obama ile eşleştirse de ortada bir yanlışlık olduğunu görmek lazım. Obama’ya sempatinin Jokowi’yi Endonezya siyasetinde ayrıcalıklı bir yere oturtmaya yetmeyeceğini söyleyelim. Aslında bu özellikle son on beş yıldır gündemde olan ‘reform döneminde’ ülkede Amerikan siyasal sistemine öykünmenin bir başka versiyonu olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan, bugünlerde parlamentolar, ardından Haziran’daki başkanlık seçimi ve nihayet Ekim ayında başkanın göreve başlayamasıyla sonuçlanacak bu seçim sürecinin ülke modern tarihinde ‘Cava Politikaları’na yeni bir eklemlenmeden öte bir anlamı olduğunu iddia etmek de imkânsız. Aylar öncesinde eski devlet başkan yardımcılarından Yusuf Kalla, biraz fazla iyimser bir yaklaşımla, “Artık Cava dışından başkan çıkartılmasının zamanı geldi” derken bir başka umuda gönderme yapıyordu. Ancak seçim öncesi hazırlıklar bunun olası olmadığını bir kez daha gösterdi. Ve ortaya ‘Jokowi mucizesi” çıkartılarak Cava Adası dışındaki geniş etnik kesimlere bir ‘şans’ tanınmadı.
Cava Adası’nda popülaritesine kuşku olmayan Jokowi’nin, sadece etnik yapıların değil, sosyal-kültürel-ekonomik vb. taleplerin farklı olduğu diğer bölgelere dair nasıl bir politik yaklaşıma sahip olduğunu bilen yok. Örneğin, Açe halkı, yakında dokuzuncu yılına girecek Helsinki Barışı’nın bugüne kadarki uygulanışı ve geleceği konusunda Jokowi’den bir şey duydu mu? Papua’da sürgit devam eden bağımsızlık arzusu ve buna ordu ve polisin verdiği tepki karşısında bir sivil siyasetçi olarak Jokowi’nin kayda değer bir değerlendirmesi oldu mu?
Bu ve benzeri bölgelerde “Jokowi sempatizanlığı”ndan söz edilecekse, bunun yegâne kaynağı ‘yolsuzluklarla’ mücadele kararlı duruşunu şu ana kadar sürdürmüş olmasından başka bir şey değildir. Aslında tam da bu noktada müthiş bir ironinin sergilendiği fark edilmeli. Ya da bu ironinin nasıl kaçırıldığını hayretle izliyoruz… O da yolsuzluğun odağı, aynı zamanda siyasetin de odağı olan Cava Adası politik çevrelerinin birbirleriyle mücadeleleri ve bu mücadelenin çeşitli vasıtalarla ulaştığı diğer çevre ‘Adalar’. Ülkeyi bugüne kadar yöneten Cava elitinin ürettiği bir olgu olan yolsuzlukla mücadele, üzerine gidilmesi gereken bir konu olmakla birlikte, bu seçimlerde bunun bir manipülasyona evrildiğini görmek gerekiyor. Daha valilik görevinin ikinci yılı dolmadan devlet başkanlığına ‘yönlendirilen’ Jokowi, birkaç ay önce Cakarta Valilik yönetiminde ortaya çıkartılan yolsuzluk vak’ası karşısında ne sergileyebildiyse, ulusal düzeyde de farklı bir yaklaşım olacağını düşünmek şimdilik güç. O zaman durup “Jokowi mucizesi” neye tekabül ediyor sorusunu bir kez daha sormak durumundayız.
http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/294853/endonezyada-jokowi-secimi