Endonezya’da 9 Temmuz’da yapılacak başkanlık seçimler üç hafta kala, kampanya süreci de giderek hız kazandı. Suharto döneminin ardından kayda değer bir demokratikleşme sürecine evrilen ülkede Devlet Başkanı üçüncü kez halk oyuyla seçilecek. Bu seçimler, daha seçim süreci başlamadan önce adaylar konusundaki spekülasyonlar nedeniyle ilginç bir hâl almıştı. Özellikle, Jokowi adıyla tanınan Cakarta Valisi Joko Widodo’nun ülke modern siyasi tarihinde çok özel bir yeri olduğuna işaret eden yükselişi, gündemin ilk sırasında yer alıyordu. Öte yandan, 2009 seçimlerinde aradığını bulamayan eski general ve Suharto’nun üvey evladı Subianto Prabowo, sahip olduğu maddi zenginlik ve ordu mensubu olmanın getirdiği bir dizi avantajla öne çıkıyordu. İçinden çıktıkları siyasi zemin noktasında iki zıt kutupta yer alan bu iki adayın dışında, gündeme herhangi bir adayla girme çabası içerisinde olmayan ve adına ‘İslamcı’ partiler denilen ve iç çelişkiler yaşayan bir grup siyasi parti ise hesaplarını, oluşacak ittifak blokları içinde yer almak üzerine kuruyordu.

Bu süreci ele almadan önce, son on yılın ülke siyasal yaşamında ne anlama geldiğine çok kısa değinmekte fayda var. Çünkü son on yılda yaşananların, ülkenin hangi yöne doğru evrilmesi gerektiği yolunda önemli ip uçları taşıyor. 2002-2004 yıllarında Megawati Sukarnoputri hükümetinde bakanlık yapan eski general Susilo Bambang Yudhoyono (SBY), kurduğu Demokrat Parti’yle 2004 ve 2009 yıllarındaki seçimleri üst üste kazanan siyasetçi oldu. SBY, 1998’de iktidarı bırakmak zorunda kalan Suharto’dan sonra, ortaya konulan tüm siyasi iradeye rağmen, arzu edilen siyasi ve toplumsal değişimleri sağlanamaması üzerine, reform sloganıyla öne çıktı. Eski bir general olmasına rağmen, günün dinamiklerini dikkate alan ve uluslararası çevrelerin taleplerine kulak kabartan SBY, reform olgusunu ‘verimli’ bir şekilde işlemesinin yanı sıra, sivil kökenli siyasetçiler arasında birleştirici bir rolle dikkat çekti. Birinci dönemde ülkenin önemli iş adamlarından ve önde gelen siyasi partilerinden Golkar’ın başkanlığını yapan Yusuf Kalla ile ittifak kuran SBY, ikinci döneminde Merkez Bankası eski başkanıyla seçimleri kazandı.

SBY döneminde hafızalarda kalan nelerdir diye sorulduğunda akla Açe Barışı’nın sağlanması, ülke ekonomisindeki gelişmeler ve küresel krize rağmen görece istikrarlı bir kalkınma hızının yakalanması oldu. Büyük harflerle yazılan bu iki gelişmenin detaylarına bakıldığında ne Açe Barışı’nda ne de ekonomik kalkınmada pek de ciddi bir ‘yapılaşmanın’ ve ‘sürdürülebilirliğin’ sergilenemediği ortaya çıkar. SBY’ın özellikle ikinci döneminde, reformcu başkan bağlamındaki inandırıcılığını yitirmesinde bizzat kendi partisinin üst düzey yönetici tabakasının da içinde yer aldığı yolsuzluklar oldu. Ki şimdi bu yolsuzluklardan yargılanan kimi isimler, 2009 yılındaki ‘Century Bank’ ve 2012 yılındaki ‘Hambalang Spor Kompleksi’ gibi yolsuzluğa konu olan gelişmelerden SBY’ın haberdar olduğu ve mahkemelerin onu da sürece dahil etmesi konusunu açıklıkla dile getiriyorlar. Hem reformcu hem demokrat sıfatıyla ülke siyasal yaşamına damgasını vurmak isteyen SBY, on yıllık iktidarının ardından ülkede daha yapılması gereken pek çok iş bırakarak gidiyor.

Endonezya başkanlık seçimlerinin uzun bir sürece yayıldığını daha önce ifade etmiştim. Nisan ayındaki parlamento seçimlerinde siyasi partiler temsil edilme oranlarına veya aldıkları oy oranlarına göre başkan adayı çıkartabiliyorlar. Bu yıl yapılan parlamento seçimleri öncesi yapılan kamuoyu yoklamalarında seçmen nezdinde Jokowi’nin yüzde kırklara varan kabul edilirlik oranının verdiği bir güven vardı. Tabii bu noktada, pek çok kişinin gözden kaçırdığı önemli bir olgu ise, Jokowi’nin hangi partiden aday olacağıyla ilgiliydi. Jokowi’nin Parlamento seçimleri öncesinde Endonezya Demokratik Mücadele Partisi (PDI-P)’den aday olması, daha doğrusu aday olması konusundaki yönlendirmeler neticesinde kamuoyu yoklamalarında halkın kendisine yönelttiği teveccühün bir benzerinin reel seçim sonuçlarına yansımadığına tanık olundu.

Bu durum, açıkçası Endonezya seçmeninin ‘çiçeği burnunda’ bir siyasetçi olarak Jokowi’ye beslediği güven ile aşırı milliyetçi dinamikler üzerinden siyaset yapan Sukarno’nun kızı Megawati’nin partisinin ülke genelindeki karşılığını ortaya koyuyordu. Megawati’nin veya resmen partinin başında bulunan kızı Maharani’nin başkan adayı olmaması bu gelişmeler ışığında çok daha iyi anlaşılıyor. PDI-P’nin Endonezya seçmeninin önemli bir kısmına yönelik politikaları olmaması geçen yıldan bu yana Jokowi seçeneğini Başkanlık yarışında partiyi öne çıkartacak bir ‘siyasi işlev’ olarak kabul ettikleri aşikâr. Ancak Jokowi seçeneğine rağmen, PDI-P’nin seçimlerde %19 civarında oy alması, partinin tek başına başkan adayı çıkartmasına yetmedi. Bu nedenle ittifak görüşmeleri öncesinde başta Jokowi olmak üzere Parti kadrolarında hayal kırıklığı yaşandı.

PDI-P lider kadrosunun, sahici politikalar bir yana retorik düzeyinde dahi halka umut aşılayabilecek bir açılımı olmadığından, Jokowi seçeneği aslında kazanılmış bir değer olarak gözüküyor. Ancak bunun PDI-P’yi tek başına güç merkezine oturtmaya yetmediği de ortada. Öte yandan, Jokowi’nin ülkenin ‘derin’ politikalarına aşinalığındaki zaafiyet, ekonomi ve dış politikada ne gibi roller oynayabileceğine dair haklı kaygılar sezilmiş olmalı ki, başkan yardımcılığı için olabilecek en iyi aday, yani Yusuf Kalla adı belirlendi. Bu açılımda da aslında PDI-P’nin manevra alanının ne kadar dar olduğu görülüyor. İttifak sürecinde PDI-P’nin kararından önce, siyasal yaşama yeni giren Ulusal Demokrat Parti (NasDem)’in kurucusu, medya devi ve Açe kökenli Surya Paloh’un PDI-P’den ziyade Jokowi ile olan yakınlaşmasının bir ittifak sürecine yol açtığına tanık olundu.

Surya Paloh’un partisi ilk defa seçimlere katılmakla birlikte, aldığı %7’lik oyla ittifak süreçlerinin göz ardı edilemeyecek bir partisi olduğunu da kanıtlamış oldu. Ancak Surya Paloh’un bu ittifak ilişkisinde oynadığı rol, daha önce kendisi gibi Golkar Partisi’nde birlikte çalıştığı Yusuf Kalla ismini Megawati’nin önüne getirmesi oldu. 72 yaşındaki Kalla’nın ülke yönetimindeki tecrübesi biliniyor. Kalla, Golkar Partisi’nin başkanlığını üstlendiği 2004-2009 yılları arasında, aynı zamanda SBY’ın yardımcısı olarak önemli bir tecrübe edinmişti. Kalla’nın 2009 yılında Golkar’dan ayrılması onun siyasi yaşamında bir dezavantaja yol açmadı. Zaten bu da tek başına Kalla’nın sahip olduğu karakteristiklerin gücünü ortaya koyan bir başka olgu olarak dikkat çekiyor. Öyle ki, Kalla’nın ülkenin önde gelen iş adamlarının arasında olması, olası ikinci başkan yardımcılığı döneminde kendisini sadece ülke içerisinde değil, özellikle ASEAN gibi Endonezya’nın potansiyel liderliğini taşıdığı oluşum içerisinde de ilişkileri şekillendirme konusunda yapıcı politikaların yürütücüsü olacaktır. ‘Kalla faktörünün’ seçimlerde önemli olması kadar, parti ittifaklarının rolünü de dikkate almak gerekiyor. Bu anlamda, PDI-P’nin seçim ittifakı kurduğu partiler NasDem’ın dışında, Ulusal Uyanış Partisi (PKB) Hanura (Halkın Vicdanı Partisi) bulunuyor.

Jokowi-Kalla ikilisinin varlığının ortaya çıkması, bu iki liderin işbirliğinin ötesinde, PDI-P ile Golkar’ın 1990’ların başlarına dayanan rekabetinde gelinen noktayı göstermesi açısından da önemli. Megawati’nin, Suharto’nun kurduğu Golkar’a meydan okuduğu o yıllardan sonra, şayet bugün PDI-P ülke siyasal yaşamında belki hiç olmadığı kadar başarıyı yakalayacaksa bunda hiç kuşku yok ki, Jokowi faktöründen başka eski Golkar’lı Surya Paloh ve Yusuf Kalla’nın rolü azımsanmayacaktır. Adını bunca zikrettiğimiz Golkar, uğradığı tüm siyasi erozyonlara rağmen, köklü yapısal unsurları ile bu seçimde de %15 oy olmayı başardı. Bu durum, birkaç ay önce kendisiyle görüştüğüm Golkar Açe Eyalet Başkanı Süleyman Abda’nın da dile getirdiği üzere, partinin halk katmanlarına yayılan kurumsallaşmış yapısıyla açıklanıyor. Ancak aşağıda değineceğim üzere Gerindra’nın aldığı %12 oya rağmen içinden başkan adayı çıkartırken, Golkar’ın daha fazla oyla niçin aday çıkartamadığı da üzerinde düşünülmesi gereken bir husus. Bahsi geçen kurumsallaşmış yapı ancak %15’e tekabül ederken, özellikle parti başkanlığını yürüten Aburizal Bakri’nin halkın genelince kabul edilebilir bir lider olmaması Golkar’ı bu yarışta ancak koalisyon güçlerinden biri olma rolüyle sınırlandırıyor.

Peki öteki adayla ilgili gelişmeler neler? Jokowi seçeneği öncesinde ülkenin gelecek dönem başkan adaylığı için adı geçen Prabowo, 2000’li yılların başlarında politikada şansını Golkar adaylığına aday olarak denemiş ancak başarısız olmuştu. Eski generallerin politikada var olma hırsı, 2009 yılında kurulan “Büyük Endonezya Kurtuluş Partisi” (Gerindra)’nde onu başkanlığa taşısa da, başkanlık yarışında başarısız oldu. Prabowo’nun partisi Gerindra, 9 Nisan 2014 seçimlerinde %12’lik oy alırken, en azından eski generalden beklentileri olan çevrelerde hayal kırıklığına neden oluyordu. Ordudaki görevi süresince insan hakları ihlâllerine kadar varan uygulamalarıyla dikkat çeken ve ABD’nin ‘rezerv’ koyduğu Prabowo, Suharto döneminden bugüne kalan en güçlü şahsiyetlerinden biri olarak siyasi arenada yer alıyor. O dönem yaşananlar sonrasında ordudan ‘atılan’ Prabowo’nun ihlâllere konu olan icraatları, adaylık sürecinde bir kez daha kamuoyunun gündemini meşgul ediyor. Prabowo için ya tamam ya devam anlamına gelecek bu seçimlerde hiç kuşku yok ki, en dikkat çeken husus kurduğu ittifaklar oldu. Aslında bunun Prabowo hanesine yazılması gereken olumlu gelişmeler mi, yoksa söz konusu ittifaka konu olan partilerin karakteristikleri noktasında bu partiler için negatif bir yönelim mi olduğu üzerinde hayli tartışmayı gerektiriyor. İttifak bağlamında söz konusu olan siyasi partiler ‘Ulusal Emanet  Partisi’ (PAN), Golkar, ‘Adalet ve Kalkınma Partisi) PKS ve ‘Birleşik Kalkınma Partisi (PPP).

Mensubu oldukları siyasi partilerin aldıkları oylar dikkate alındığında, iki adayın tek başlarına aday olma şartını yerine getirmemesi kadar, geniş ittifak bloğu oluşturmadan seçime girmelerinin olanaksızlığı ortaya farklı bir siyasi yelpazenin çıkmasına neden oluyor. Bu gelişmede, özellikle ülkenin sözde İslamcı partileri arasında sayılan PAN, PKS ve PPP’ın Gerindra ile aynı safta yer alması dikkat çekiyor. PDI-P ile ittifak kuran PKB’yi de dahil edersek, bir önceki seçimle karşılaştırıldığında oylarını artıran ve çeşitli dini-siyasi ideolojileriyle Endonezya halkına hitap eden bu partilerin biraraya gelememesi, ‘yüz yıllık handikap’ olarak varlığını sürdürüyor. Aslında bu durum, Endonezya siyasetinde ciddi bir iz bıkan ve 1960 yılında kapatılan Masyumi’den bu yana siyasi partiler bağlamındaki bölünmüşlüğünün devam ettiğine tanık olunuyor.

Seçim ittifakları oluşurken, şayet tek başına ele alacaksak Jokowi’nin halka yakın duran tarzı ile alternatif politikacı tipi çizerken, Prabowo’nun yukarıda değinilen hususiyetleriyle ana akım ultra milliyetçi kanada mensubiyetiyle öne çıkıyor. Jokowi’nin Prabowo’yu ordudaki icraatlarıyla gündemi belirleme sürecine karşılık, Prabowo’nun -kurduğu ittifaklarda da görüldüğü üzere, Jokowi’nin ‘İslamla’ ilişkisi üzerinden seçmenler üzerinde etkin olma gayreti içerisinde.

http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/301831/endonezyada-baskanlik-secimleri

LEAVE A REPLY