Mehmet Özay                                                                                              17.08.2021

Endonezya Cumhuriyeti, bağımsızlığının 76. yıldönümünü kutluyor. Asya-Pasifik bölgesinde bilinen adıyla Pasifik Savaşı’nın sona ermesinden sadece birkaç gün sonra ilân edilen bağımsızlık, geniş Takımadalar topluluğunu belki de, tarihte hiç olmadığı kadar bir bütün olarak ulus-devlet yapısı altında birleşmesini sağladı.

Bununla birlikte, bu ‘modern’ oluşun daha kuruluş yıllarında olduğu gibi bugün de neye tekabül ettiği hususunda var olduğu gözlemlenen sorunun, neden neşet ettiğini iyi anlamak gerekir. Sorundan kasıtın, ulus-devletin var ettiği iddia edilen birliğin temelleri konusudur. Buna aşağıda değineceğim…

Köklü bağımsızlık arzusu

Öncelikle şunu ifade etmekte yarar var… Söz konusu bağımsızlığın ortaya çıkmasını, bağımsızlık öncesi sömürge yapısının sahip olduğu varsayılan, -temelde ulus-devlet öncesinde imaginative olan bu aslında- sınırlarının devriyle açıklanabilirliği gizli/açık genel bir kabul gördüğünü söyleyebiliriz.

Bununla birlikte, bağımsızlığa giden sürecin sadece, 1945-1949 yılları arasındaki dört yıllık süre zarfında, Takımadaları’n sadece belirli bölgelerinde ortaya çıkan vatan savunması konusunda verilen aktif savunma ve direniş temeliyle sınırlandırmak da mümkün gözükmemektedir.

Bağımsızlık olgusunu vatan, egemenlik hakkı, ekonomik refah ve sürdürülebilir üretim süreçleriyle ve tüm bunların dayanağı olarak dini/inanç formuyla ilişkilendirdiğimizde, sömürge yapısına karşı mücadelenin aktif ve pasif olarak 19. yüzyıl ilk çeyreğinden itibaren, Takımadalar’da farklı bölgelerin özelliklerine göre ortaya çıktığı görülür.

Ulus-devlet ve imaginative

Aşağıda dikkat çekileceği üzere Benedict Anderson’un sosyal bilimlere taşıdığı ve ulus-devletin oluşumuna dair imaginative kavramının, bu tarihi geçmişle bağı olup olmadığı sorgulanmayı hak eder.

Takımadalar’ın temelde insan stoğu olarak aynı/benzer bir yapıya sahip olması ve bunun yanı sıra, başta olmak üzere dil, kültür, din/inanç gibi genel özellikler çerçevesinde, birbirine yakınlaşan boyutlarına sahip olduğu hatırlandığında, Benedict Anderson’un Endonezya bağlamında imaginative olduğunu ileri sürdüğü ulus-devlet olgusunun ne tür bir gerçekliğe tekabül ettiği tartışmalı hale gelir.

Anderson’un, Max Weber’in Community and Society isimli eserinde dikkat çektiği, “ulus devletin teşkiliyle ulusal dil” olgusuna vurgu yaptığı ve/ya buradan ilham aldığını söylemeliyiz. Ancak, tüm diğer siyasi iddialara ve pratiklere karşılık, Takımadalar toplumlarını birbirine bağlayan olguların, salt dil ile sınırlı olmadığı da ortadadır. Bunu, verilen aktif bağımsızlık mücadelesinin temellerinde gayet açık bir şekilde görmek mümkündür.

Öte yandan, Anderson’un ulus-devletleri tanımlamak için kullandığı imaginative kavramı Endonezya ile de sınırlı olmadığını hatırlamak gerekir! Aslında Anderson’un bu kavramla ortaya koymaya çalıştığı kaypaklık, adına modern/Batılı ulus-devlet denilen siyasi yapının dinamiklerinin bir anlamda temelsizliğinde aranmalıdır.

Dayanışmacı ruh

Bu noktada, Benedict Anderson’un mahiyeti itibarıyla bir tür suniliğe gönderme yapan imaginative kavramı özelindeki yaklaşımını kısmen doğru kabul etmekle birlikte, Endonezya özelinde toplumsal/siyasal gerçeklikle örtüşmeyen yönleri de olduğunu söylemek gerekir. Bunun en bariz ifadesi, bölge toplumlarının kendilerini ‘ötekine’ yakın hissetmelerini olanaklı kılan kültür, din/inanç gibi köklü/tarihsel süreklilik arz eden unsurlardır.

Bununla birlikte, imaginative kavramına ‘suniliğe tekabül etmesi anlamında’ haklılık kazandıracak hususu, örneğin Endonezya (Indonesia) adının suniliği kadar, Avrupalı gibi yabancı unsurların coğrafi tanımlamaları ile belirlenmişliğinde aramak mümkündür.

Alman sosyal bilimci Adolf Bastian’ın 1884 yılında, “Indonesian oder die inseln des malayschem” demek suretiyle gündeme getirdiği ve tüm Takımadaları içine alan tanımlama, uzun tarihsel dönemler boyunca bölgede varlık süren denizci devletlerin hatta, kimi adlandırmalarla imparatorluklarla örtüşen bir yanı bulunmuyor.

Tabii, söz konusu siyasi yapıların varlığını örneğin, modern Avrupa devlet yapılaşmasının içinde barındırdığı sınırlar çerçevesinde değerlendirmek önemli bir yanılgıyı içinde barındırır. Bu noktada, İslamiyet temelli yapılanmalar bir yana, ilk akla gelen 7 ilâ 12. yüzyıllar arasında hüküm süren Srivijaya ile 13 ilâ 16. yüzyıl başlarına kadar siyasi varlığı devam eden Majapahit’in denizcilikle kendini gösteren siyasal varlıklarını, bildik Avrupa egemenlik unsuru ile açıklamak rasyonel olmayacaktır.

Bu durum, farklı Adalar ve ilgili Adalar’ın farklı bölgelerinde yaşam süren toplumların siyasi ilişkilerinde belirleyici unsurun, öncelikli olarak savaş temelli ve yıkım-odaklı olmadığını görmek gerekir.

Egemenliğin bir tür kültürel/dini-kutsal yapı ile kendini belirgin kıldığı, bunun yanı sıra ekonomik yapılaşmada gayet önemli bir unsur olarak dikkat çeken liman şehirlerinin birbirleriyle kurduğu ticaret ağlarındaki ilişkiler bütününü, Batılı anlamda yıkıcı siyasi egemenlikten ayırmak gerekir. Aksine bu ilişki ağının (network), bir tür kutsal/yarı kutsal hiyerarşik bir ilişkiye dayandığı ve hiyerarşinin yine Batılı düşüncenin aksine, birbirine karşı eziciliği değil, tanımayı, birleşmeyi ve kabulü öngören bir yapıya dayandığı görülür.

Sekülerleşmeci temelsizlik

Ulus-devlet bağlamında ortaya çıktığı iddia edilecek sorunun, ilgili toplumların teşkil ettiği siyasi yapıdan ziyade, bizatihi bu siyasi yapıya zemin teşkil eden modern/Batılı düşünce olduğunu vurgulamalıyız. Yukarıda Max Weber’e atıfla dikkat çekildiği üzere, ulus-devleti belirleyici kılanın ‘dil’ olgusu ile sınırlandırılması, aslında Batı’nın geçirdiği sarsıcı sekülerleşme süreciyle ilişkilidir ve tam da ulus-devlet sorunsalına tekabül eden bir yönü bulunmaktadır.

Burada karşımıza çıkan husus  şudur: Sadece Sosyoloji çalışma alanıyla sınırlı olmayan, aynı zamanda Siyaset Bilimi’nce de ilgiyle takip edildiği üzere, Batı Avrupa toplumlarının dinle ilişkisindeki dejenerasyonun belirleyiciliğidir.

Tam da bu noktada, Endonezya’da Takımadalar toplumlarına özgürlüklerini sağlama noktasında, ulus-devlet yapılaşmasının bağımsızlık olgusunun önemine kuşku olmamakla birlikte, tıpkı diğer sömürgeleştirilmiş topraklarda olduğu gibi, ulus-devlet yapılaşmalarının ortaya çıkması ve bu topraklardaki halkların kahir ekseriyetinin Müslüman olması eski sömürgeci, yeni Batılaşmış kurucu figürler ve aydınlar marifetiyle dinlere mesafeli duruş, sekülerleşmeyi yapılaştırıcı bir unsur olarak gündeme getirmiştir.

Bu durum, bizatihi sömürge dönemi yapılaşmasının uzun erimli uyguladığı politikaların sekülerleştirici boyutunun,  gizli/açık yeni modern ulus devlet bünyesinde kendini bir başka araç üzerinden güncellemesi olduğunu söylemek gerekir. Bu husus, 76. bağımsızlık yılında Endonezya Cumhuriyeti’nde bir tür modernleşme sorunu olarak zuhur ederken, sadece belirli bölgelerler sınırlı olmayacak şekilde birleştirici ruhun arayışını gündeme getirmektedir.

LEAVE A REPLY