Mehmet Özay                                                                                              12.10.2018

Endonezya’da art arda gelen depremler ve tsunami bir kez daha ülkede deprem, sel, toprak kayması başta olmak üzere ve zaman zaman ortaya çıkan ‘doğal’ afetler sonrasında mücadelenin nasıl gerçekleştirildiği ve bu konuda ne tür yeni önlem ve tedbirler alınabileceği konusunda tartışmaları gündeme taşıyor.

Aslında ülkede doğal afetlere referansla ‘bir kez daha’ demek bile hatalı. Çünkü ülkenin üzerinde yükseldiği coğrafyanın deniz altı kaya katmanları ve üç kıta arasında yer alması sürekli benzer afetleri gündeme getiriyor.

Kanıksanan zaafiyet

Bununla birlikte, afetlerin meydana gelmesi ile afetlerden hemen sonra ilk yardım çalışmaları ve hemen akabinde başlayacağı beklenen yeniden yapılandırma ve rehabilitasyon çalışmalarında iyileşme yönünde kayda değer bir gelişmenin olmaması, ülkenin temel sorunları arasında.

Ancak bu sorunlar salt afetler sırasında hatırlanması ve akabinde unutulması öyle gözüküyor ki, yinelenir bir karakter halini almış durumda. Bu konuda, sorumluluğun sadece Endonezya hükümetinde olmadığı, küresel insani gelişmeler ve ahlaki yaklaşımın bir ürünü olarak başta bölge ülkeleri olmak üzere küresel kamuoyunun da bir çaba içerisinde olması beklenmektedir.

Bu bağlamda, deprem ve tsunami vakasından hemen sonra kaleme aldığımız yazımızda, Güneydoğu Asya Ülkeleri İşbirliği (ASEAN) ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kuruluşların verdikleri sözlere atıfta bulunmuştum.

Sulavesi halen yardım bekliyor!

Yaklaşık iki hafta önce, Sulavesi Adası’nın orta bölgesindeki Palu şehrini ve civar yerleşim yerlerini vuran deprem ve tsunami sonrasında, Endonezya hükümetinin ortaya koyduğu performans yukarıda dile getirdiğim eleştirel yaklaşımdan birincil derecede pay alıyor.

Öyle ki, bu felâketin ardından iki hafta geçmesine rağmen, halen ilk yardım ve kurtarma bağlamında değerlendirilecek süreçlerde eksikliklerin var olduğuna gönderme yapan haberlerin gündeme gelmesi tartışmanın gerçek boyutuna işaret ediyor.

Üstüne üstlük, devlet başkanı Joko Widodo’nun felaketten üç gün sonra uluslararası yardım çağrısına bazı ülkeler kayda değer yardım sözleriyle karşılık vermelerine rağmen…

 Merkeziyetçi yapı çözüm mü?

Doğal afetler sonrası yardım ve kurtarma faaliyetlerinde, kamu kuruluşlarının ve devlet bürokrasisinde ilgili birimlerin, diyelim ki yardımla mücadeleden sorumlu olanların, varlığını ve etkisini en ücra bölgeye kadar göstermesi bekleniyor.

Sulavesi’deki felâket sonrasında da ortaya çıktığı üzere merkez yani, başkent Cakarta ve/ya Cava Adası’nın belirli merkezlerinde konuşlanmış olan yardım ve kurtarma birimleri etkin ve sürdürülebilir bir çaba için yeterli olamadığı ortada.

Temel yardım ve kurtarma faaliyeti sürecinde yaşanan sıkıntılar dikkate alındığında, ülkede yardım konusunda tecrübe sahibi olduğu söylenebilecek kurum yetkililerinin, ‘her felâketten ders çıkarmak zorunda oldukları’ açıklaması gönüllere su serpmediği gibi, gelecek için de pek ümitvar etmiyor.

Üstüne üstlük, aynı kurumların temsilcilerinin sorumluluğu bu konuya ayrılan bütçelerle ifade etme çabaları ise, ‘para’ ile ilişkili konularda şeffaflık, kontrol, verimlilik gibi zaten sorunlu olan bir ülke ve yönetimin açmazlarını ve sorunlarının sadece doğal afetlerle mücadele ile sınırlı olmadığını dolaylı olarak ortaya koyuyor.

Bu yetkililerin pişkinlikle yaptıkları açıklamaların aksine, ortaya konulan bazı yatırımların bile sürdürülebilir bir niteliğe büründürülmemiş olması, ortada sistemik bir sorunun olduğunun en bariz kanıtlarından biri.

Bölgede, tsunami uyarı sistemini sağlayan teknik araçların kullanılamaması bir yatırım yapıldığı ancak bu yatırımların arzu edilir bir rasyonalite ile işlerlik kazandırılamaması belki de ilgili kurumların üzerinde durması gereken konu.

Yıkılan binalar altında kalanlara ulaşmayı sağlayacak teknik alt yapının geliştirilememiş olması ve bu konuda sadece merkeze bağımlılık ulusal hükümet kadar, yerel hükümetlerin de bu konuda acziyetleri ve eksikliklerine işaret ediyor.

2004 yılında yüzyılın felâketine konu olmuş bir ülkenin doğal afetler sonrasında ortaya çıkan durumla mücadelede sadece bütçelerle halledilebilecek bir konu olmadığı, aksine insan kaynakları ve yeterliliği konusunda ciddi adımlar atması ve bunda süreklilik arz etmesi gerekiyor.

Birbiri ardına tezat

Bunların yanı sıra, hem basının hem devlet kurumlarının felâket olgusuna nasıl yaklaştıklarını ve resmettiklerini resmi kurumları temsil eden görevlilerle ilgili görüntülerde ortaya çıkıyor.

Aralarında örneğin ‘ulusla ilk yardım ve kurtarma’ birimleri başta olmak üzere resmi makamları temsil eden yapıların giyim-kuşam ve araç vb. gibi donanımlar noktasında ‘göz boyayıcı’ varlıklarına karşın, sahada mağdurlara ulaşma ve devamındaki süreçlerde ortaya çıkan aksaklıklar arasında bir tür tuhaflık sezinlenmiyor değil.

Vur emri kime?

Orta Sulavesi’de yaşanan deprem ve tsunaminden birkaç gün sonra bölge sorumlusu komutan yaşanan yağma olaylarından hareketle görev yapan birliklere ‘vur’ emri verildiğini açıklıyordu. Komutan, felaketin ardından ilk iki gün halkın mağduriyetini göz önünde bulundurarak bu tür vakalara müsahama gösterdiklerini söylüyordu.

Toplumsal düzenin akamete uğradığı dönemlerde karşılaşılabilir durumlardan biri olan yağmacılıkla mücadele önemlidir. Ancak kendi halkına, hele hele mağduriyeti son noktaya dayanmış bir kitleyi hedef alan sözler devletin koruyuculuğu ve şefkatine muhtaç kitleye yapılmaması gerekir.

Sivil yönetime bağlı ordu mensuplarının yönetimi meselesi bile ülkede felaketler sonrası toplumsal ilişkilerdeki bir başka zorlu alan olarak ortaya çıkıyor. Bölgede görev yapan askeri birliklerin, sanki terörle mücadele izlenimi veren tam teçhizatlı donanımları, halka yardımı değil bir tür güç gösterisi yapma imkânı olarak ortaya konuluyor.

Bir terör ortamında bulunuyormuş izlenimi veren askerin, sadece kılık kıyafetindeki detaylar değil dikkat çeken. Çeşitli kereler tanık olunduğu üzere, kuvvetle muhtemelen depremzedelere tavır ve davranışlarına da yansıyacak düzeyde bir genel tutum farklılaşmasından bahsetmek mümkün.

Yardımla mücadelede “gotong-royong” modeli

Bu noktada, dikkat çekmek istediğim bir değer var. Belki de unutulan bir değer…

Yukarıda dikkat çekilen modern kurumsal yapılaşmaların dışında, geleneksel-dini bir bağlamda ortaya konan ve adına ‘gotong-royong’ denilen yardımlaşma kültürünün bu tür felâket dönemlerinde ortaya çıkıp çıkmadığı konusu üzerinde de durmak gerekiyor.

Resmi çevreler, zaman zaman bazı pragmatik amaçlar doğrultusunda gündeme taşıdıkları bu yardımlaşma modeli afetler gibi reel ortamda nasıl karşılık buluyor acaba?

LEAVE A REPLY