Mehmet Özay                                                                                              21.08.2020

Endonezya Cumhuriyeti bağımsızlığının 75. yıldönümünü kutluyor. Asya-Pasifik bölgesinin bu önemli Takımadalar ülkesinde adına bağımsızlık denilen sürecin başlaması, tıpkı diğer bölge ülkelerinde olduğu gibi Pasifik Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte gerçekleşmiştir.

Avrupa’da ve Avrupa ile ilintili dünyada 2. Dünya Savaşı olarak bilinen bu tarihi hadise başlangıç itibarıyla Avrupa milliyetçiliğinin Almanya ve İtalya merkezli olarak ön almasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olsa da, ardında kapitalist dünya egemenliğinin paylaşımının bir başka deyişle, 1. Dünya Savaşı’nın bir devamı olmasıyla dikkat çekmektedir.

Pasifik Savaşı’nı, temelde Avrupa milletleri arasındaki sermaye kapışmasının Asya-Pasifik bölgesine uzantılarını çerçevesinde anlamaya çalışmak ise, savaş ve bağımsızlıklar dönemine kadar olan ve son dört/beş yüzyıllık süreçte neler olup bittiğini anlamamakla eşdeğerdir. Bu yazıda, söz konusu bu uzun döneme ve ilgili gelişmelere değinmek mümkün değildir.

Ancak bununla, gündeme getirilmesi istenen husus, Endonezya bağımsızlığının neye tekabül ettiğini ve savaşın hakikaten bir Japon istilacılığının önünü almak mı olduğu, savaş sonrasında Hollanda sömürgeciliğinin devamını sağlama adına onun yanında ve ardında yer alan İngiliz ve Amerikan güçlerinin bölgede yeni bir güç paylaşımı mı yaptıkları, yoksa bu Batılı güçlerin Takımadalar toplumlarına bağımsızlıklarını mı bahşettikleri vb. soruları dolaylı olarak gönderme getirmektir.

Bağımsızlık öncesi toplumsal yapı

1.Dünya Savaşı’na katılmayan bölge halklarının bu savaşın izlerini o dönem kendilerini yöneten sömürge güçlerinin ekonomilerinin giderek kötüleşmesi veya zaten savaş öncesinden başlayan bazı gerilemelerin savaş nedeniyle daha da ağırlaşmasıyla bölge toplumları üzerinde ekonomik baskının artması anlamına geliyordu.

Üretim araçlarını ve neredeyse tüm süreçleri yöneten sömürge güçlerinin aslında sanıldığının aksine tüm varlıklarını askeri güçleriyle tesis ettiklerini söylemek mümkün değil. Devasa bir coğrafyada ve yoğun insan popülasyonunun olduğu bölgeyi yönetebilmenin adını “yerli işbirlikçilerinin” varlığına dayandırmak gerekiyor.

Söz konusu yerli işbirlikçiliğinin öyle günübirlik bir oluşum olmadığı aksine, bölgenin uzun sömürgecilik tarihinin erken dönemlerinden başlayan ve tedrici olarak gelişme gösteren yapılaşmayla yakın ilişkisine dikkat çekmekte fayda var.

1.Dünya Savaşı’nın doğurduğu siyasi ve ekonomik krizlerin Takımadalar coğrafyasına yansıması, adına milliyetçilik denilen ve kısmen sosyalizmin de içinde yer aldığı Batı Avrupa ürünü modern ve seküler ideolojilerin bölge toplumlarında siyasal bilinçlenmeye neden olduğu yolundaki görüşleri de dikkatle ve eleştirel bir yaklaşıma tabi tutmak gerekir.

Aslında bu iki temel ideolojinin yanına adı pek de konulmamış olmakla birlikte uygulamada karşılaşılan ve bir anlamda liberal-muhafazakar denilen ve sömürge yönetimlerinin siyasi ve ideolojik bağlamlarıyla örtüşen ideolojidir.

Kahir ekseriyetini, sömürge yönetiminin eğitim süreçlerinden geçmiş ve bir kısmı sömürge merkezinin Avrupa’daki anavatanında eğitim yaşamını sürdürmüş kişilerin 20. yüzyıl başlarından itibaren içinde yer aldıkları toplumlara önderliklerine karşılık, adı konulmamış liberal-muhafazakar çevrelerin bu topraklarda sömürge yönetimiyle iş tutan yerli-geleneksel elitler olduğu görülmektedir.

Japonlar işgalci mi?

Girişte dikkat çekildiği üzere Avrupalı milletlerin kapitalizm paylaşım serüvenine tekabül eden 1. ve 2. Dünya Savaşları’na karşılık, Asya-Pasifik bölgesinde Japonların varlığını farklı bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekir.

Temel itibarıyla Japonlar’ın, “Asya Asyalılarındır” sloganı, kendini bölge toplumları arasında sadece bir slogan olarak dahi kabul ettirmiş olması aslında oldukça önemli bir gelişmedir. Bu daha Avrupa seküler milliyetçiliğinin hakkıyla yer etmediği söz konusu topraklarda, çok daha geniş bir bölgeselciliğin izlerini taşıması anlamında gayet önemli bir siyasi yaklaşıma tekabül etmektedir.

Asya’yı bu çerçevede Asya-Pasifik bölgesini kendine has değerleri olan, birbirini anlama ve dinleme noktasında ortak paydaları bulunan ve birlikte yaşama ilkesini hayata geçirmiş ve geçirebilecek siyasi, kültürel yapılaşmalar olduğu intibaı vermektedir. Asya-Asyalılarındar yaklaşımının literatürde bu şekilde gündeme getirilmemiş olması açıkçası oldukça ilginçtir.

Daha 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarından itibaren Japonların bölge topraklarında gerek ticaret gerek siyasi ilişkiler çerçevesinde var olduğu hatırlanacak olursa, Japonların bir dış güç olarak değil, aslında bölgenin asli bir unsuru olduğu olgusu ile karşılaşılır.

Bu siyasi ve kültürel içeriği oldukça geniş bu kavrama benzer bir kullanımı yakın geçmişte ve hatta bugün de kullanılan “Asyalılık değerleri” kavramı ile birlikte düşünmek ve tarihsel devamlılığa vurgu yapmak önemlidir.

Japonların işgalci olmadıkları, aksine bölge toplumlarının Batı Avrupalı sömürgecilerden kurtulmak amacıyla, bölge toplumlarının aktif ve pasif konum almalarıyla, bir anlamda davet edildikleri ortadadır.

Takımadalar’ın batısındaki Açe’de o dönem siyasi elitin önde gelenlerinin Japonların Malaka Boğazı’nın hemen öte yakasına gelmiş olan ve henüz Sumatra Adası’na geçmemiş olan Japon kuvvetlerini Sumatra’ya geçişlerini kolaylaştıracak zemini hazırlamaları bunun göstergelerinden biridir.

Post-kolonyal aldatmaca ya da hangi bağımsızlık?

Endonezya’nın bağımsızlığının Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının ardından Japonların teslim bayrağını çekmelerinden sadece birkaç gün sonra yani, 15 Ağustos 1945 tarihinde dönemin önde gelen siyasal hareketlerin liderlerinden sadece ikisi olan Sukarno ve Muhammed Hatta tarafından okunan bağımsızlık bildirgesiyle olduğu ortadadır.

Ancak genel itibarıyla literatürün göz ardı ettiği, sadece dönemin raporlarında ve bazı derinlikli çalışmalarda karşılaşılabilecek olan gerçek ise bambaşkadır.

Konuyla ilgili Batılı literatürün ve buna eklemlenen 3. Dünya ülkelerinde ya da yeni adıyla gelişmekte olan ülkelerdeki öz-Batılılaşmış okur-yazar çevrelerinin gündeme getirdiği üzere 2. Dünya Savaşı’nın ya da Asya-Pasifik gerçekliğindeki karşılığı olan Pasifik Savaşı’nın sona ermesi sömürgecilik sonrası (post-colonial) denilen dönemi başlatmamıştır.

Bunun en iyi örneği, Japonların işgalinin ardından büyük ölçüde Avustralya’ya sığınmış olan Hollanda eski sömürge yönetim birimlerinin yanlarına İngilizler ve savaşın asıl galibi hükmündeki Amerikalıları alarak Cava Adası başta olmak üzere Takımadaların belirli liman şehirlerine çıkarma yapmalarıdır.

Hollanda’nın o dönem itibarıyla siyasi ve askeri gücünün tek başına Takımadalar’da yeniden sömürge yapısı oluşturmaya el vermemesi nedeniyle ve de Asya-Pasifik bölgesini o dönemki haliyle Takımadalar toplumlarına bırakılamayacağı görüşündeki İngiliz ve Amerikalılar, Sukarno-Hatta ikilisinin ardında bağımsız bir millet oluşturma kararı almış siyasi yapıyı tanımayarak savaş ortamını yeniden Takımadalar topraklarına taşımışlardır.

Bu süreç aslında, siyasi ve askeri anlamda çoklu ilişkilere konu olmuştur. Öyle ki, savaşın galibi olmalarına rağmen, en azından bölgedeki askeri varlıkları Takımadalar’da kontrolü sağlamaya yetmeyen İttifak Güçleri’nin, teslim olmuş ancak halen bölgeden çekilmemiş olan Japon birliklerinin sadece maddi imkânlarını değil, askeri varlıklarını fiziki olarak kullanarak bağımsızlık ilân etmiş Takımadalar toplumlarına karşı savaş vermişlerdir.

Özellikle Cava Adası başta olmak üzere Sulawesi, Kalimantan ve Sumatra Adaları’nın sanayi ve ticaret şehirleri ve bölgelerinde gerçekleşen ve yeniden Hollanda sömürgeci yapısını hayata geçirmeye yönelik askeri saldırılar süreçte birbirinden farklı gelişen küresel gelişmeler doğrultusunda yaklaşık dört yıl sonra yani 1949 yılı sonlarında başta ABD olmak üzere dönemin Birleşmiş Milletleri Hollanda Krallığı’nı da ikna ederek Endonezya’nın bağımsızlığını tanımıştır. Bugün bağımsızlığının 75. yılını kutlayan Endonezya’nın uluslararası arenada bağımsızlığı ise 71. yıla tekabül etmektedir.

Hangi Takımadalar?

Endonezya Cumhuriyeti’nin 1945 veya Batılı unsurların dikkate aldıkları 1949 bağımsızlıklarının oluşturduğu ulus-devletin üzerinde yükseldiği siyasi ve teritoryal bütünün, önceki dönemin yani, sömürgecilik döneminin Hollanda siyasi varlığının mirasına tekabül etmektedir.

Yeni ulus-devletin siyasi sınırlarının tesisi, aslında Batılıların gündeme getirmiş oldukları sömürge-sonrası yapılaşmanın bir başka yanlışına tekabül etmektedir.

Yukarıda dikkat çekilen Batılı anlamda milliyetçilik ve sosyalizmin bölge toplumlarının bağımsızlıklarına zemin hazırlayan görüşler olarak sunulmasındaki anlam kaybı aynı zamanda Pasifik Savaşı öncesinde Takımadalar bölgesinde Hollanda sömürge yapısına karşı verilen sıkı mücadelelerin göz ardı edilmelerine neden olmaktadır.

Batılı unsurlar gerek sömürge döneminde gerekse sömürge sonrası (post-colonial) dönemi anlamlandırma uğraşlarında bölge halklarının siyasi, kültürel, geleneksel varlıklarını dikkate almayan, aksine onların seküler-modernleşmeci bir sisteme entegre olduklarını gizli/açık ortaya koyacak şekilde yine Batı Avrupa’nostın ürettiği siyasi ideolojiler çerçevesinde bağımsızlıkları “bahşetmektedirler”.

Oysa Takımadalar’da mücadelenin temelleri ne Batılı anlamda seküler milliyetçi ve sosyalist geleneğe oturmakta ne de salt bununla sınırlı bir yapılaşma sergilemektedir. Bugün Endonezya bağımsızlığının 75. yılını kutlarken, aslında sömürge yapılaşmasının gizli/açık devamı olarak uzak-yakın tarihsel geçmişi yeniden değerlendirmesi gerekmektedir. Sukarno ve Hatta’nın hangi toplumsal ve siyasal yapının ürünü olduğu kadar, bunlar ve benzeri siyasi liderler öncesi bölgede hakim olan yapıları ve liderleri dikkatle incelemek gerekmektedir.

LEAVE A REPLY