Mehmet Özay                                                                                              09.04.2020

Temel ve yaygın eğitim kurumlarında ortaya konulan eğitim süreçlerinin teorik çerçevesinin küresel yapılanmanın etkisi kadar, ilgili toplumun maddi varlıkları ve manevi değerlerine de dayanmaktadır. Hatta eğitimi erken dönemlerinde ikinci durumun birincisi karşısında öncellenmesi gibi bir durumdan da söz etmek mümkündür.

Bununla birlikte, günün getirdiği modernleşmeci eğilimlerin ve bunu hızlandıran küreselleşme bağlamının bu temel gerçeği ortadan kaldıracağı yönünde bir argümanı da gündeme getirecek kesimler olabilir.

Ancak, en azından böylesi bir temel yaklaşımın halen geçerlilik taşıdığına vurgu yapmak suretiyle, modernleşmeci ilüzyonlar karşısında gündelik gerçekliğe belirleyen şartların yerelden başladığına dikkat çekmekte fayda var.

Bu çerçevede, eğitim süreçlerinin tekil bireyin gelişimine ve onu kendine yeter bir sürdürülebilirliğe eriştirmesi beklentisi, günümüz eğitim düşüncesinin ana konularından birini oluşturmaktadır. Bu noktada, eğitimin salt soyut kurallar bütünü olarak algılanmaması gerektiği ortaya konulmalıdır.

Tam da bu noktada, adına demokratik, katılımcı gibi isimlerle anılabilecek bir eğitim yönteminin ve politikasının bu amaca matuf bir teorik kaynak oluşturmaktadır.

Ancak, günümüz toplumlarında bu teorik yaklaşımın uygulanırlığına kayda değer bir şekilde işaret edilmekle birlikte, gerçek yaşam şartlarında bunun nasıl gerçekleştiği ise incelenmeye değer bir konudur.

Bu noktada, eğitim süreçlerinin bireysel ve toplumsal yaşamın gündelik rutinini ne denli anlamlı kılıp kılmadığı, bu yönde ne gibi teşvikler ortaya koyup koymadığı, bunu nasıl kontrol edip etmediği ya da temelde böyle bir kontrol olgusunu gündemine alıp almadığı da tartışmaya açık bir konudur.

Bu konuda kayda değer bir kaygının hasıl olması, sanki eğitim süreçlerine taraf olan neredeyse tüm kesimlerin ortaklaşa kabullendikleri veya kendilerini kabullenmek zorunda hissettikleri bir şartın varlığıdır. O da, eğitim kurumlarındaki kurallar bütününün, öğrenci kitlesinin önüne serilen sınav süreçlerine bağlantılandırılmış olmasıdır.

Yukarıda dikkat çekilen demokratik eğitim olgusu konusunda -en azından ilke olarak- pek çok çevrenin neredeyse hemfikir olması, bireylerin gündelik yaşamlarında genel toplumsal iyi ve faydaya matuf bir gelişmeye yol açması konusundaki kanaatden kaynaklanmaktadır.

Bu noktada, hiç kuşku yok ki, beklenti gündelik yaşamın bireysel ve toplumsal vechesini nitelikli ve anlamlı kılmaya matuf yönlerinin öne çıkarılması beklentisi söz konusudur. Bununla birlikte, eğitim süreçlerinin bu yönde ne denli anlamlı ve sürdürülebilir bir yöntem takip ettikleri konusu şüphelidir.

Bireylerin edinecekleri varsayılan ‘kendine saygı’ olgusu, aslında eğitim süreçlerinde gizli/açık verilmeye çalışılmasına rağmen, bunun temelde bilgi edinimi ile geleceği, ortaya çıkacağı varsayılmaktadır.

Bilginin kişiyi dönüştürücü etkisinin doğruluğuna kuşku olmayabilir. Bununla birlikte, aksi iddiaların da olduğu dikkate alındığında, bilginin ne türden dönüştürmelere yol açtığı konusunda daha fazla söz sarfedilebilir.

Ancak mevcut temel eğitim ve hatta yüksek eğitim kurumlarının pragmatik bir amaca yönelik yapılaşması hiç kuşku yok ki, bilgi ediniminin tekil bireylerin yaşamlarında ve geniş toplumsal alanlarda ne türden iyileştirmeciliği sağladığı hususu sorgulatır düzeydedir.

Bu kısa tartışmayı daha anlaşılır kılma adına gündelik yaşamdan bazı örnekler vermekte yarar var.

Bu noktada, eşimiz dostumuzun dışında tanımadığımız pek çok insanla karşı karşıya geldiğimiz ve bu insanlarla örneğin kütüphaneler, otobüs ve minibüs durakları, tren ve metro istasyonları, vapur ve motor limanları gibi sayılabilecek daha pek çok mekan gibi ortak alanları belirli zaman dilimlerinde paylaşmak zorundayız.

Bu zaman ve mekân bağlamı, bireyin tutum ve davranışlarının kendini ötekinden ayırıcı, yok sayıcı; öte yandan kendini öne çıkartıcı bağlamları mimik ve jestler, bedensel hareketler ve sözlü söylemler gibi kişiyi toplumsal arenada var ve görünür kılan unsurların yapılaşmasının anlamlı, düzenli, her daim gözden geçirilmeye matuf yönler olduğuna dikkat çekilmelidir.

Bilgi ve davranış ilişkilerinin, bilginin yapılaştırıcı kuvvesinden hareketle belki de takip edilebilecek sınanabilecek mekânlardan bazıları bizatihi bilginin aktarım merkezleri olan okullar ve kampüsler içerisindeki kütüphaneler, yemek salonları, kantinler gibi bu mekânların kullanıcılarına ait yerlerdeki tutum ve davranışlar ne türden bir teorik bilginin tekil bireylerin davranışlarına yansıdığını veya yansımasının ne denli problemli olduğunu ortaya koymaktadır.

Kütüphanelere girdiğinizde karşınıza çıkan pek çok uyarı noktası, tıpkı metro istasyonunda metro trenine nasıl gireceğini, nasıl duracağınızı, nasıl hareket edeceğinizi vb. yönergelerle sınırlı olmayacak şekilde üstüne üstlük bitmeyen anonslarla yapılandırma çabasına benzer şekilde her türünden yeme içmenin olmamasına dair, ne tür ayakkabılarla ve ne tür yürüme şekilleriyle hareket edilebileceğini, tekil (telefonla) ve grup olarak konuşmamanın ne için gerekli olduğu gibi pek çok yönlendirici unsurlarla karşılaşılır.

Aynı masayı veya birbirine eklemlenmiş blok masaları kullanan bireylerin jestler, mimikler ile yüzün ve bedenin ilgili yer ve organlarıyla temas, el kol ve bacak hareketleri, oturulan sandalye ve masaya yaklaşma, dayanma, abanma türleri, esneme-gerinme, geğirme, aksırma/öksürme ile -her ne kadar izin verilmiş olsa da- su içme ediminin kayıtsızca gerçekleştirilmesiyle bir tür gizil gösterişe dönüşen bedensel hareketlerle ve bunu göstermeci boyutta sesle destekleyen gurultulu/gürültülü yudumlayışlar bilginin gündelik yaşamda, minor eylemler çatısı altında neye tekabül edip etmediğini sorgulamaya yöneltmektedir.

Bedenin ve beden hareketlerinin her birinin bireyin kendinde ve özel alanı olmaktan çıkıp kamusal alanda var olmasının bir aracı konumuna dönüştürülmesi, bir tür egemenlik şeklinde tezahür ettiği varsayılabilir.

Adına post-modern denilen ve hiçlik olgusunu güçlü bir şekilde içinde sabitlemiş olan dönemin, düşüncenin sözde bireye açtığı varsayılan alanın gündelik pratikler silsilesi içerisinde yanı başındaki diğer bireyleri, uzak-yakın çevresini ve de geniş toplumu yadsıma temelinden hareket etmesi açıkçası eğitimin ortaya koymak istediği hedeflerle tasmaman çelişkisinin ifadesidir.

Bu durum, tekil bireylerin olsa olsa, kültürel, dini, medeni vb. formlarla düşünce boyutundan pratiğe geçirilmesi beklenen unsurlarını yadsıdığının da bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Kayıtsızca gerçekleştirilen söz konusu eylemlerin ve duruşların bir kültür olduğu söylemini dillendirmenin ise tavize maruz bir yan bırakılmadan, aynı şekilde kayıtsızlığın kültürel forma abanması şeklinde değerlendirmek gerekmektedir.

Kültürün, dinin, medeniyetin hiçbir formunun dışlamakta zorluk çekmeyeceği yukarıda dikkat çekilen ve gelişigüzellikle bağdaşık eylemler bütünü, olsa olsa günümüz toplumlarında yaygınlaşma eğilimi gösteren bencillik, bireycilik, yadsıma, kaygısızlık gibi maalesef olumsuz olarak sınıflandırılabilecek düşünce ve eylem türleri ile birlikte anılmayı hak etmektedir.

Bireyin gündelik yaşamda diğer insanlarla paylaştığı çok farklı mekânlarda bedeni ve mekânı ilgilendiren diğer unsurlarla ilişkisi bir itekleme, dürtükleme, dokunma, vb. bağlamlarda gerçekleşir.

Bu tür unsurların kişinin akli melekeleri çerçevesinde gerçekleştirilen eylemler olarak kabul edildiği ve bu eylemlerin her birinin bir anlam ve içeriğe sahip olduğu kabul edilir. Söz konusu bu eylemleri anlamlı ve meşru kılan ise, sadece gerçekleştirilmelerine konu olan bir işlev bağlamı değildir.

Bunun ötesinde kendileriyle, eşyayla ve diğer insanlarla ilişkilerinin ne tür bağlamlara tekabül ettiğiyle de ilintilidir. İnsan-madde ilişkisine değer veren kültürlerde nesnelerin cansızlığı, hiçliği, anlamsızlığı değil, aksine birer canlı unsur, hatta bir ruh taşıması dolayısıyla son derece anlamlı yapılara tekabül ederler.

Bu noktada, minor olarak adlandırılabilecek, belki de çoğunluk için anlam noktasında esamesi okunmayacak eylemler, duruşlar, düşünüşler hayatın bireysel ve toplumsal bağlamlarını zenginleştiren ve anlamlaştıran hususlardır.

Bireyin kendinden başlayarak yakın ve uzak çevresine doğru genişleyen evrenini anlamlandırması, bu geniş kitle ile ilişkilerinde ve paylaştığı zaman ve mekanda tutum ve davranışlarıyla bağlantılı bir yapı arz etmektedir.

Bu nedenle, yukarıda dikkat çekilen hususlar, eğitimin ve eğitim kurumlarının teorik yapılaşması ile gerçekleştirmeyi hedefledikleri unsurlar arasında ne türden ayrışmalar olduğunun sürekli irdelenmesini zorunlu kılmaktadır.

LEAVE A REPLY