Mehmet Özay

Filipinler’de geçen Mayıs ayında yapılan başkanlık seçimleri sonrasında ülkenin 16. Devlet başkanı olarak 30 Haziran’da koltuğa oturan Rodrigo Duterte, yüz günlük icraatlarıyla sadece ulusal basında değil, bölge ve küresel basında da yer aldı ve almaya devam ediyor.

Duterte: Yeni bir lider tipi

Uzun yıllar yerel yöneticilik yapması, Filipinler modern siyasetine adını yazdırmış ‘köklü’ ailelerden birine mensup olmaması ve ülkeyi bugüne kadar yönetmiş siyasi elitin çıktığı Luzon Adası’dan gelmemesi gibi özellikler nedeniyle, ilk etapta bu yeni başkanın nasıl bir performans sergileyeceği, merkez siyasetçilerle nasıl etkileşim kuracağı ve merkez siyaset içerisinde nasıl rol alacağı, son dönemde ekonomik kalkınma ile dikkat çeken ülkede yeni dönemde bu ivmenin nasıl devam ettirileceği vb. konularda ilgiye mazhar olacak diye bekleniyordu. Duterte, şu veya bu şekilde tüm bunların dahil olduğu ve belki bunları da aşan bir düzeyde çeşitli kişi ve kurumlara yönelik sergilediği küfürlü söylemle sadece ulusal değil, bölgesel ve uluslararası platformda medyanın üst sıralarında yer aldı. Başkan Duterte’nin daha geçen yıl seçim kampanyasından başlayarak düne kadar küfürlü ağır ifadeler yönelttiği kişiler arasında, en azından geniş kamuoyuna yansıdığı şekliyle, ilk sırada Papa Francis bulunuyor.

Papa’nın 2015 yılı Ocak yanında Manila’yı ziyaretinde beş saat trafikte mahsur kaldığını söyleyerek olmadık ifadeyi kullanan Duterte, başkanlık seçimlerinden birkaç gün sonra Papa’dan özür dileyerek bu özrünü en kısa sürede Vatikan’a yapacağı ziyaretle bizzat ileteceğini belirtmişti. Aynı gün yardımcısı, “Filipinler’de seçim atmosferinde olur böyle şeyler. Ancak yöneticiler koltuğa oturduktan sonra böyle bir yaklaşım olmayacaktır.” açıklamasıyla belki de olağandışı bir durumla karşı karşıya kalındığını ve bunun tekrar etmeyeceğini geniş kamuoyunu inandırmaya çalışıyordu. Ancak Duterte’nin resmen görevine başlamasından bugüne kadar geçen sürede küfürlü ve agresif yaklaşımın Başkan’ın olağan bir söylem ve davranış şekli olduğuna tanık olunuyor.

Bu süreçte, ulusal siyasetçiler, gazeteciler, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve ABD yönetimi ve yöneticileri hemen hemen benzer vesilelerle aynı söylemin hedefi haline geldiler. Duterte’nin siyasette çatışmacı söylem içerisinde ele alınmak yerine, patalojik bir durum olarak değerlendirilebilecek bir duruşu olduğu gözlemleniyor. Başkan’ın, zikredilen kişi ve kurumlara yönelik küfürlü söyleminden kısa bir süre sonra, ya kendisi veya bir bakan veya sözcüsü ‘özür dilerim. Kastım o değildi’ veya ‘Başkan öyle söylemek istememişti’ teviline gidilmesi, dünya kamuoyu tarafından mazur görülemeyecek bir boyuta vardığı da ortada.

Uyuşturucu çeteleri ve İnsan Hakları İhlali

Duterte’yi böylesi ‘sıra dışı’ yani, ‘ağır haraket ve küfürlü’ ifadeler bağlamında medyatik kılan hususun arka plânında ise, Filipinler geniş kamuoyuna çok çektirmiş adi suçların başında gelen uyuşturucu çeteleri ve belki de bunların ‘mağdurları’ kabul edilebilecek kullanıcılarına yönelik uyguladığı politikaya verilen tepkiler geliyor. Temelde, Duterte’nin ilk 100 günlük icraatında ilk sırayı alan bu uygulamasında şaşırtıcı bir yön bulunmuyor. Çünkü Duterte, Davao gibi aynı sorunla çalkalanan bir şehri bu ‘beladan’ kurtarmasıyla sadece ulusal plânda ün yapmakla kalmamış, bu ünü layık görüldüğü çeşitli ödüllerle uluslararası platforma taşınmıştı. Ancak o dönem merkezin dışında bir orta ölçekli şehrin belediye başkanı olarak sergilediği başarı dünya kamuoyu nezdinde belki de hak ettiği yeri almamıştı. Öte yandan, geçen yıl Kasım ayında başlayan seçim kampanyası boyunca ‘Davao başarısını’ ulusal düzeye taşıma iddiasını yineleyen ve süreçte bu iddiasıyla belki de diğer önemli adaylar arasında pek de şans tanınmayan Duterte bir anda kamuoyu yoklamalarını alt üst ederek nihayetinde başkan seçildi.

Duterte’nin emniyet güçlerinin uyuşturucu çeteleriyle mücadelede ‘vur emri’ gibi bir uygulamaya kapı aralaması, emniyet güçlerinin hareket alanını ‘genişletme’ imkânı tanımasıyla şu ana kadar yaklaşık 3000 kişinin öldürülmesi ve yüzbinlerce kişinin teslim olmasıyla dikkat çekti. Duterte’nin bu yöndeki icraatının yasalarla ne denli örtüşüp örtüşmediği noktasında ülke muhalefetince eleştirilse de, halkın verdiği büyük destek nedeniyle Duterte’yi yıpratacak bir gelişmeye yol açtığını söylemek güç. Duterte’nin bu süreçte Hitler’in icraatıyla benzerlik kurarak “3 milyon kişini ortadan kaldırmaktan memnuniyet duyacağım” açıklamasını yapması, bu mücadeledeki kararlılığının bir ifadesidir.

Ulusal  politikadan Pasifik politikalarına

Ancak Filipinler’de uyuşturucuyla mücadele bir tür ‘yargısız infaz’ hükmünde algılanan bu uygulamaya Birleşmiş Milletler, ABD yönetiminden sokak infazlarına verilen ‘insan hakları duyarlılığıyla’ örülü tepkiler sonrasında Duterte’nin açıklamaları, ülke içerisinde halkı belirli yönlere kanalize edebilme ihtimali kadar, bölgesel ve küresel ilişkileri farklı mecralara taşıyabilecek yansımalarıyla dikkat çekiyor. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler üyeliğinden ayrılma, ABD ile askeri işbirliğine sınırlandırma veya bazı alanlarda sonlandırma kadar, Çin ve Rusya ile ilişkilere ağırlık vereceği söylemi de önemliydi.

2. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin bölgedeki önemli müttefiklerinden biri olan ve deniz üsleriyle önemli bir işlev gören Filipinler’de başkanın yukarıda dile getirilen söyleminin ABD yönetimini rahatsız ettiğine kuşku yok. Bu noktada, ABD’nin Asya Yüzyılı projesinde Asya-Pasifik bölgesinde Çin’in siyasi ve askeri gelişmesi ve genişlemesine karşılık güç dengeleme girişiminin zedelenebileceği düşünülebilir. Ticari ve ekonomik yatırımlar bağlamında Çin ve Rusya ile yakınlaşmanın salt bir ticari ‘yön değiştirme’ değil, bunun güvenlik ve savunma politikaları ile askeri yapılaşma noktasındaki etkileşimlerini de göz ardı etmemek gerekir. Çin’in Güney Çin Denizi’nde hak iddiaları karşısında bölgedeki bazı ülkelerle askeri işbirliklerini artırma eğilimi gösteren ve askeri kararlılığın göstergesi olarak deniz tatbikatları yapan ABD’nin, söz konusu denizin doğusunda uzun bir sınırı teşkil eden Filipinler’le askeri işbirliği zafiyetinin belirmesi, bölgede yeni askeri ve güvenlik denklemlerine kapı aralayacaktır.

Halbuki, Çin’in bu hak iddiasında diğer ülkelerle kıyaslamayacak ölçüde karşı duran ülke Filipinler’di. Bunu da 2013 yılında o dönemki yönetim vasıtasıyla Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne açtığı dava ile göstermişti. Mahkemenin 12 Temmuz 2016 tarihinde verdiği karar, sadece Filipinler’in iddiasındaki haklılığı değil, ABD’nin bölgede elini güçlendirebilecek bir unsur haline gelmişti. Duterte’nin uyuşturucu politikasına eleştiriler gelmesini, Güney Çin Denizi sorunu karşısında “ABD’siz çözüm arayışlarında olunacağı” mesajı izledi.

Filipinler ordusu izlemede

Ancak burada Filipinler siyasetinde belirleyici olabilecek kurumların başında gelen ordunun gelişmeler karşısında nasıl bir tutum takındığı şu ana kadar basına yansımış değil. Ordu içerisinde ABD eğiliminin varlığı sivil yönetim üzerinde bir baskı unsuru olarak kendini ortaya koyabilir. Bu söylemlere ilâve olarak Duterte’nin kendisini ‘sol eğilimli bir siyasetçi’ olarak tanımlaması da ABD yönetimi kadar, Filipinler ordusunca da dikkatle izlenmeyi gerektireceğine kuşku yok.

Duterte’nin, ülkesini üç ilâ altı ay gibi kısa sürede uyuşturucu çetelerinden ve kullanıcılarından temizleme sözü vermesine rağmen, aradan geçen süre zarfında bu mücadelenin bitme emaresi göstermesi bir yana, kullanıcı sayısının 3 milyonu bulduğunun açıklanmasıyla ne denli derin bir toplumsal sorunla karşı karşıya olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine, Başkan’ın mücadelede ek süre ‘talebi’, orduya yaptığı bir ziyaret sırasında gündeme geldi. ‘Ülkeyi bu beladan kurtarmak için bana biraz daha süre tanıyın.” diyen Başkan Duterte’nin, bu ‘talebini’, sadece ülke kamuoyuna yapılan bir demeç olarak almak hatalı olur. Tam tersine, gelişmeler karşısında ‘aktif’ rol alma eğiliminde olduğunu sezinlediği ordu mensuplarını iknaya yönelik bir açılımdı.

Filipinler devlet başkanı Duterte hiç beklenmediği oranda denklem dışı bir aktör olarak, Pasifik ve dolayısıyla küresel ilişkilerde şu veya bu şekilde rol almaya devam edecektir. Duterte söz konusu politikayı uygularken, arkasına sığındığı “Ben gelecek nesiller için bu politikayı” uyguluyorum söylemi, sahip olduğu halk desteği devam ettiği müddetçe rasyonel bir değer olacaktır. Ancak Filipinler kadar, bölgesel ve küresel ölçekte bu politikalara cephe alabilecek başka aktörlerin de olduğunu unutmamak gerekir.

http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/dutertenin-tartismali-politikalari-ve-asya-pasifik-dengeleri/658772

LEAVE A REPLY