2014, I. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü… Aradan geçen bir yüzyıla rağmen, sürdürülebilir bir dünya barışının sağlanabildiğini söylemek güç. Ancak yüz yıl önceki çatışmanın odağı Avrupa iken, güç odaklarının değişimi ve dönüşümüne paralel olarak bugün küresel güçlerin var olma mücadelesi verdiği coğrafya Doğu ve Güneydoğu Asya. Küresel güçlerin dünkünden farklılık arz ettiği de ortada…
Başta Amerika olmak üzere Batılı devletler bu yüzyılı Asya Yüzyılı olarak ilân ederken, dikkatlere ister istemez başta Çin geliyor. Öyle ki, bu ‘ilân’ tarzı bile, 1. Dünya Savaşı’nın aksine, ortada henüz yaşanmış herhangi bir savaş olmasa da, güç merkezlerinin değişmekte olduğunu da ortaya koyuyor. 1. Dünya Savaşı sonrasında önemli imparatorlukların çöküşü, faşizmin alabildiğine yükseldiği akabinde ulus-devletlerin çıktığı bir sürece tekabül ediyordu. Hiç kuşku yok ki, bu sürecin en önemli safhası ise, güç odağının Avrupa’dan Amerika’ya ve bir ölçüde de Japonya’ya kaymasıydı.
Soğuk Savaş yıllarının ardından Varşova Paktı’nın çökmesi, bugün yaşanan mücadelenin başlangıç noktası oldu. Bu durum, özellikle de Çin açısından son derece önemli bir dönüşüme yol açtı. Sovyet sisteminin hatalarını tekrarlamama adına ekonomide Batı’nın reform ‘tavsiyelerine’ kulak kabartan Komünist Çin yönetimi, bugün küresel ekonomide söz sahibi olmakla kalmıyor, bir adım daha atarak ekonomideki gelişmişliğini siyasi ve de askeri alana yayma istidadında olduğunu ortaya koyuyor. Bu noktada ekonomisini revizyona tabi tutma konusunda Batı’dan aldığı yönlendirmelerin ötesine geçerek varlığını bölge ve küresel platformda bütüncül bir şekilde koyma eğilimi sergiliyor.
Bugün Çin bağlamında dikkate alınan küresel gelişmeler, sadece Doğu ve Güneydoğu Asya’yı değil, tüm dünyayı etkisi altına alıyor. Tüm bu sürecin Doğu Asya ve de tarihsel olarak son derece ilintili olduğu Güneydoğu Asya üzerinde çeşitli düzeylerdeki baskılarda gündeme gelmeye başladığı yadsınamaz bir gerçek. Bir yanda Japonya’nın kendi iç dinamiklerinden de bağımsız ele alınamayacak bir yönelimle Çin-Japonya ilişkilerindeki gerginlik, öte yanda Güney Çin Denizi’ndeki “Adalar Krizi” çerçevesinde beş ülke -Taiwan, Brunei, Filipinler, Malezya, Vietnam- ile olan teritoryal haklar ve kıta sahanlığı problemi bölgenin bir yüzyıl öncesinden farklı, ancak genel anlamıyla küresel güçlerini karşı karşıya getiren bir dönemin yaşandığını ortaya koyuyor.
Bu bağlamda, ABD ile Çin’in doğrudan karşı karşıya gelmek yerine, bir ucu Japonya, diğeri Güneydoğu Asya olmak üzere iki vecheli etkileşime konu oluyor. 2. Dünya Savaşı sonrası koşullarında ABD’nin dayatmalarına ‘evet’ demiş Japonya’nın güvenlik meselesindeki ‘ciddi açığı’ ABD ile yakın işbirliğini gerektirirken, Güneydoğu Asya ülkelerinin kimi ekonomik gelişmişliklerine rağmen, geleneksel anlamda askeri birer güç ol(a)mamaları, Çin ile karşılaşmalarında yoksunluklarını daha da açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu süreç, Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin agresif ekonomik kalkınmaya yönelmekle kalmayan, aynı zamanda Japon ulusunun ‘milliyetçilik duygularını’ tazeleyerek, 2. Dünya Savaşı’nın suçlusu psikolojisinden kurtulma çabalarına neden olan politikalarının bir ucu hiç kuşku yok ki, ‘savunma stratejilerinin’ ve ‘savunma sistemlerinin’ yeniden değerlendirilmesine yol açıyor. Japonya’nın güvenlik politikalarındaki dönüşüm izleri, Amerikan desteğini de arkasına alarak “kollektif savunma” bağlamına yöneliyor.
Güneydoğu Asya veya ASEAN bölgesinde ise henüz ‘ASEAN’lılık olgusunun ekonomi perspektifinden çıkamamış olması; Birlik üyesi ülkelerin halklarının ortak güvenlik ve barış süreçlerine dair bilgi, birikim ve donanıma sahip ol(a)mamaları, iş dış güvenlik meselesine gelip dayandığında mutlak bir ‘güçle’ hareket etmelerini zorunlu kılıyor. ASEAN’ın bu zaafını çok iyi bilen Çin yönetimi, gelin sorunu ‘bire bir’ çözelim bağlamına taşırken, ASEAN 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana bağımlı olduğu ABD ile ikili askeri ilişkilerin geliştirilmesine giderek daha çok meyyal gösteriyor. Bu noktada gözden kaçmayan bir husus var ki, o da ABD güvenlik sistemine şu veya bu şekilde eklemlenmiş uluslararası silah tüccarlarının varlığı. Bu güç odakları devreye girerek, bölgenin ‘askeri alt yapı hazırlıklarının’ şekillenmesinde başat rol oynuyor. Bunun en son örneğini geçenlerde Singapur’da gerçekleştirilen Havacılık Fuarı’nda ‘yaratılan’ taleplerde görmek mümkündü…
Tüm bunlara rağmen, bölgesel ve küresel barışı tehdit edecek herhangi bir girişimin ortaya çıkıp çıkmayacağı bir süredir tartışma konusu. Özellikle 1. Dünya Savaşı’nın 100. Yılı’na girildiği bu yıl içerisinde bu konudaki tartışmaların ardı arkası kesilmeyecek.
http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/290258/dogu-ve-guneydogu-asyada-yeni-guc-odaklari