Mehmet Özay 13.06.2022
Her toplum, uzun bir tarihsel geçmişe yaslanacak şekilde, kendi değerler dünyasına (values) uygun bir yaşam biçimi, dünya algısı ortaya koyar.
Bu kendinde yapı, bir yandan zamanla kendi iç dengesizliklerine (imbalances) öte yandan, dışardan gelen karışmalara, müdahalelere göre yozlaşma (degeneration), değişme eğilimleri içine girer. İlgili toplumdaki yapılar (structures) ve mekanizmalar (mechanisms) tek tek bireylerden başlayarak, toplumun geneline ve kurumsal unsurlarına kadar nüfuz eden bir özellik sergiler.
Bu anlamda, bireyin nasıl davranacağı, rol model yapıları, bireysel yaşamda her değişim sürecinde edineceği, takınacağı yeni tutum (attitude) ve davranışlar (behavior), bağlı oldukları rol ve statüler çerçevesinde genişleme ve yayılma gösterir.
Bireyin, toplumsal yaşamının doğal akışı içerisinde gerçekleşen bu süreçlerde yaşanan sapmalar da aslında, bir anlamda bu ‘normalin’ parçalarından kabul edilebilirse de, toplumsal yapıyı sarsıcı, dönüştürücü etkilerinden (transformative efficacy) ötürü arzu edilmediklerinden, toplum tarafından bir tür redde tabi tutulur.
Gündelik yaşam içerisinde oturmuş, bireyler tarafından benimsenmiş her türünden tutum ve davranışlar, aileden, okuldan, arkadaş çevresinden (peer group) başlayarak, gayet yakın bir denetim ve gözetime tabidir.
Tüm süreçler içerisinde istenmeyen ve zamanla ayrıksı, sapkın (deviant) olarak adlandırılan davranışlar sahip oldukları nitelik boyutlarına göre tepki çeker ve eleştiriye maruz kalır. Bu tepki ve eleştiriler, kamusal alanda (public space) rahatsızlık verecek boyutlara ulaştığında karşılarında emniyet, adalet, sağlık vb. gibi kurumsal koruyucu ve düzenleyici güçleri bulurlar.
Bunun yanı sıra, yukarıda değinilen yakın çevreden başlayarak toplumsal yapının farklı boyutlarında bu sapkın ve ayrıksı davranışlara yönelik tepkiler (reactions) kurumsal tepkiler yerine, kendilerini küfürlerde karşılık bulur. Aslında ortaya konulan bu durum, bir tür ‘düzeltme’, ‘rayına koyma’ işlemidir.
Bu çerçevede, ağza alınacak ve alınmayacak sınıflandırmalara (classifications) tabi tutulan küfür arzu edilmeyen, kötü ve hatta günah (sin) kabul edilebilen söylemler olsalar da, toplumsal yapı içerisinde gizli/açık düzenleyici nitelikleriyle her toplumda varlıklarını sürdürdükleri iddia edilebilir.
Örneğin, bir kutsal mekânda, diyelim ki, Mekke’de, Mecsid-i Haram’a yakın bir bölgede seyahat ettiğiniz bir taksi şöforü, trafik kuralını ihlâl eden (transgress) bir diğer araç şöforüne “hayvan” (heiwan) diyerek tepkisini gösterebilir.
Bu ifade, haksız bulunan, normları aşan kişi üzerinde bir tür aşağılayıcılık olarak karşılık bulurken, aynı zamanda onu üzerinde kamusal anlamda konsensus bulunan ya da yasa ile belirlenmişlik genel kabul üzerine davranmaya davettir.
Tabii, ilgili şöforün belki bu kutsal mekân (Holy land) dışında yaşanlar için gayet hafif (light) denilebilecek böylesi bir ifadeyi, kutsal bir mekânda bulunmanın verdiği öz-bilinç ve çekinceyle kullandığını söylemek de mümkün aslında.
Ancak, yukarıda ifade edildiği üzere, bu mekânın dışında ve/ya farklı bir dini, kültürel ve sosyal ortam içerisinde yer alan kişi veya kişilerin, benzer bir durumda ilgili toplumun kültürel doğasına uygun şekilde, farklı bir küfür terminolojisi (jargon) ile tepki verdikleri malumdur.
Toplumsal tabakalar arası küfre yönelim
Yukarıda dikkat çekildiği üzere, küfürler her ne kadar “ağza alınır” ve “ağza alınmaz” türünden bir sınıflandırmaya tabi olsalar da, her iki halde de amaç, küfre muhatap olan ferdin veya toplumsal grubun ayrıksı ve sapkın kabul edilen tutum, davranış ve eylemlerinin yanlışlığının hatırlatılması ve düzeltilmesi konusunda ona ve/ya onlara bir tür uyarıdır. Bu durumda, küfür bir amaca matuf araçsallaştırılmış bir işlev görür.
Yanlış ve sapkın davranışları uygun bir dille, diyelim ki, nezaketle ortaya koyma ve açıklama imkânı olmakla birlikte, fevri denilebilecek çıkışların karşı karşıya kalınan sorunu bir an önce çözme yönünde atılmış bir adım olarak görmek mümkündür.
Bu noktada, ortada küfrü sarf eden kişinin bireysel tepkiselliği kadar, karşılaşılan duruma yönelik düzenleyici işlevini gizli/açık, kasıtlı-istençli veya kasıtsız-istençsiz bir şekilde ortaya koymaya dair sosyo-psikolojik bir tepkiselliğin olduğu gerçeğini yadsımamak gerekir.
Dikkatli okuyucular, ortada bir tür dikotomik (dichotomy) durumun varlığı olduğunu dikkatten kaçırmamışlardır diye düşünüyorum. Nihayetinde, ‘küfür’ olarak kabul edilen söylem tarzının bizatihi kendisinin, toplumsal normlar içerisindeki yerinin sorgulanabilirliği bize bunu hatırlatmaktadır.
Tabii bu noktada, küfürlü sözcükleri sarf edenlerin, hangi toplum kesimine veya kesimlerine mensup oldukları da gayet önemli bir husus.
Bu durum, bize ilk etapta, alt tabaka (sub strata)-üst tabaka ayrımını akla getiriyor. Bununla birlikte, küfürü söylem bağlamında niceliksel olarak farklılaşmakla birlikte, bu toplumsal tabakalara ve bu ikisi arasındaki diğer toplumsal katmanlarda yer alanlarda niteliksel olarak da bir farklılaşmadan bahsedilebilir.
Burada, her ne kadar açık seçik örnekler vermek mümkün olmakla birlikte, yazının uzamaması için detaylara girmek mümkün değil.
Ancak nihayetinde, belki bir önyargı ya da tecrübi bir edinimle diyelim ki, alt tabakaya mensup bireylerin küfür dağarcıklarının daha geniş olduğu varsayılabilir. Gündelik yaşam koşullarında özel ve kamusal alanda duyulan/işitilen, tanık olunan küfürlü söylem dizgeleri bize bunu ansıtmaktadır.
Bununla birlikte, diyelim ki, üst katmana mensup bireylerin bu küfür dağarcıklarına sahip olmadıkları ve bunları kullanmadıkları anlamını çıkartma eğiliminde olunulsa da, kültürel bir form olarak küfürlü kullanımın zamanı ve yeri geldiğinde, bu katman mensuplarınca da ortaya konulabileceğine tanık olunabilmektedir.
Modernleşme ile gelen değişim
Başlıkta dikkat çekilen “değişim” süreçlerinin, bir başka sosyolojik ifadeyle, geleneksel toplumdan (gemeinschaft) modern topluma (gesellchaft) geçiş süreçleri ve bunun ardından, -her ne kadar pür denilmese de-, modern yaşamın (modern life) kendinde ortamında, ilgili toplumların küfür jargonlarında da değişimler olabileceğini söylemek mümkündür.
Bu değişim, kendini yeni formlar ve jargonlar şeklinde tezahür ettirebileceği gibi -ki, bu da bizatihi kendi içinde doğrudan bir değişimi getirmektedir-, geleneksel yapıdan ve bu yapıyı besleyen güçlü ve köklü kültürel ve dini yapılaşmalardan uzaklaşmanın da ifadesi olabilmektedir.
İkincisinden başlamak gerekirse… Diyelim ki, Marxist-feminist eğilimlerin kendini gösterdiği bir ortamda, -kaba tabiriyle- eşitlikçilik (equality) olgusunun söylemler üzerinde ve konumuz çerçevesinde, “küfürlü söylemler” üzerine etkisi araştırılmaya değer bir konu olduğuna kuşku yok.
Bu noktada, kökenleri itibarıyla Marxist-feminist yapıya dayansa da, kültürel kodları bağlamında ayrışan ve karşımıza en azından iki tür yani seküler feminist, -sözde- Müslüman feminist ayrımlarına rağmen -ki burada Müslüman feminist kavramının doğrudan iletide bulunduğu bir sekülerleşmeciliğin de olduğunu unutmamak gerekir-, bu toplumsal grup mensuplarının edindikleri (acquire) ve kullandıkları küfürlü formların, erkek egemen yapıyı (male hegemonic structure) aşmak yerine, onu tekrara (recurring) dayanan bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Yine burada yazının uzamaması için örnekler veremediğimizi belirtmek isterim…
İlkine dönecek olursak… Yaşanan modernleşme, yerleşik geleneksel kültürel formlardan uzaklaşma kadar, tavır ve davranışlarda başkalaşmayı da beraberinde getirmektedir. Bu durum, bireyde, ailede, arkadaş ilişkilerinde vb. süreçlerde ortaya çıkabilmektedir.
Diyelim ki, bireyin cinselliği/cinsel kimliği konusunda… Söz konusu bu değişim olgusu bireyin, Allah vergisi ya da -kimilerinin tercih ettiği şekilde ifade edersek- doğuştan getirilen/‘doğal’ cinselliği üzerinde dönüştürücü karar mekanizmalarını harekete geçirmesi bir tür yenilik ve bir tür özgürlük olarak ortaya konulabilmektedir.
Burada, modernitenin varlığını ortaya çıkaran ve sürdüren en önemli olgulardan biri kabul edilen bireyselliğin belirleyiciliği ortadadır.
Aynı zamanda, post-modernlik ve/ya “yüksek modernlik” döneminin yaşandığı ileri sürülen günümüz yaşam alanlarının her birini kapsayacak boyutta, bir “herhangilik” durumunun ya da bir başka ifadeyle “her şeyin mübahlığı”nın egemen olması köklü, yerleşik, geleneksel-dini olanın gizli/açık dışlanmasını bir tür zorunluluk haline getirmekte, hatta ve hatta medya, eğitim, kamusal alanın tasvir, teşhis ve donanımı gibi çeşitli kurumsal yapılarıyla bunu dayatmaktadır.
Bu noktada, geçmişin diyelim ki, geleneksel toplumun düzeltici bir form işlevi gören küfürlü jargonunun artık işlevini yitirmeye başlaması ve kullanımdan kalkması söz konusu olmaktadır.
Yeni durum, yani modern kendini tastamam bir norm olarak bireye, topluma nüfuz ederken, küfür söylemlerinde dönüştürücü bir etkiyi de beraberinde getirmektedir.
Bu durumun, sadece tekil bir bireyin çeşitli alanlardaki tercihleri ile gelişen tutum, davranış, kılık kıyafet vb. durumları ile sınırlı olmamakta aksine, giderek toplumsal alanın farklı kurumsal yapılarına doğru genişleme göstererek örneğin aile yaşamı, kadın-erkek ilişkileri vb. boyutlarında da kendini ortaya koyabilmektedir.
Kurulu toplumsal normları ihlâle yönelik ayrıksı ve sapkın nitelikli kabul edilen değişimin ortaya çıktığı belirgin alanların başında cinsel yönelimler gelmesi ve yine küfürlü jargonların bizatihi kendilerinin cinsel kodlara gönderme yaparak ortaya çıkması arasında doğrudan bir ilişki kurmak mümkündür.
Bir başka açıdan bakıldığında, herhangi bir özel ve/ya kamusal alanda ortaya konulan eyleme yönelik kabul edilemezliğin, söz konusu bu eylemlerin, küfürlü söylemler vasıtasıyla doğrudan cinsellikle bağdaşlaştırılarak tanımlanma çabasında kendini ortaya koymaktadır. Birey için gayet önemli olan cinsellik vurgusunun böylesine ilgili/ilgisiz alanda gündeme gelmesi, ağır bir itham niteliği taşıdığına kuşku yok.
Bununla birlikte, modernleşme bağlamında gündeme gelen bireysel ve toplumsal değişimlerin küfürlü jargonlara ihtiyacı ortadan kaldırması kadar, şu veya bu şekilde, var olan değişimin de alt tabaka-üst tabaka ayrımı olmaksızın kabul edilebilirliği söz konusudur.
Küfürlü jargonlar bahsi, söz konusu bu söylemlerin -pür anlamda- kabul edilebilir ve/ya edilmesi gerekir olduğuna gönderme yapmak yerine, bu tür söylemlerin toplumsal yapı içerisinde neye tekabül ettiğini teşhise aracılık etmektedirler.