Mehmet Özay 29.06.2021
1 Şubat 2021’de yaşanan askeri darbenin ardından, Myanmar’da cunta rejimi tüm uluslararası baskılara ve çağrılara rağmen varlığını sürdürüyor. Bununla birlikte, ülke genelinde başgösteren sivil itaatsizliğin yerini silahlı çatışmaya bırakma eğilimi, yeni bir tehlike sinyali anlamına geliyor.
- yüzyıl boyunca cunta ve uzantısı yönetimlere konu olan Myanmar’da yaşanan bu gelişme, hiç kuşku yok ki, ülke siyasal tarihinde yeni bir olgu olarak dikkat çekiyor. Ülkede demokrasinin tesisi için henüz yapısal bir gelişme söz konusu olmasa da, mevcut kaos ortamı kendini giderek daha çok hissettirirken, bundan çıkış yolları da denenmeye çalışılıyor.
1 Şubat’ta yaşanan darbenin şokunun atlatılmasıyla, özellikle iktidar gücü elinden alınan, geçen yıl Kasım ayında yapılan seçimlerin galibi (National League for Democracy-NLD) yanlılarının yanı sıra, giderek farklı kesimlerin de katıldığı gösterilere tanık olunmuştu.
Çözümsüzlük süreci
Söz konusu gösteriler ordu tarafından şiddetle bastırılırken, umutlar Nisan ayı sonlarına doğru Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) tarafından yapılan olağanüstü toplantıdan çıkacak sonuca odaklanmıştı.
Ancak bu toplantıda hem bağlayıcı olmayan hem de siyasi tonu düşük talepler cunta rejimi tarafından bugüne kadar değerlendirilmeye alınmadı.
Batılı ülkelerden gelen tepkilerin somut bir karşılığı olduğunu söylemek ise mümkün değil. Bu tepkilerin özellikle, cuntacı askerler ve onlara eklemlenen kişi ve gruplara yönelik ekonomik yaptırım açıklamalarının gayrı meşru yönetimi geri adım atmaya sevkedebilecek bir nitelik taşımıyor.
Yeni bir direniş olgusu
Bu süreçte, sivil itaatsizlik olgusu yerini 23 Mayıs’ta kurulduğu açıklanan, Halk Savunma Gücü (People’s Defence Force-PDF) denilen ve farklı yapıların ittifakı olarak adlandırılabilecek yapıya bırakmış gözüküyor.
Çeşitli gözlemcilerin de ifade ettiği üzere, ülkede bir sivil savaş durumu tehlikesini barındıran bu gelişmede, Mandalay ve Yangon gibi büyük şehirleri de içine alması, durumun gayet kritik olduğuna işaret ediyor.
Öyle ki, 1980’lerin ikinci yarısında başlayan demokrasi hareketine önemli desteği ile dikkat çeken, ülkenin orta kesimlerindeki, nüfusun yaklaşık yüzde 70’ine yakınını oluşturan Bamar toplumunun doğrudan silahlı şiddetle buluşması anlamına geliyor.
Bununla birlikte, söz konusu Bamar toplumundan ziyade, ülkenin kuzey ve doğu bölgelerindeki sınır boylarındaki bağımsızlık ve/ya otonom yönetim için mücadele eden Karen, Kaçhin, Shan, Budist Arakan gibi çeşitli etnik yapıların bu süreçteki rolünün ne olacağı merak konusu.
Azınlıkların yapısal gücü
Önce 2010-2015 yılları arasında devlet başkanı Thein Sein’in girişimleri ve ardından 2015-2020 yılları arasında NLD iktidarı döneminde sürdürülen söz konusu etnik grupları içine alan barış görüşmelerinin kapsayıcı ve nihai bir sonuca varmamış olması, bugün bu grupların merkezdeki cunta rejimine karşı ülkedeki sivil tepkilere eklemlenmesine gayet imkân tanıdığını söyleyebiliriz.
Bu süreçte, Myanmar resmi ordusu tatmadaw’ın bir yandan sınır boylarındaki söz konusu bu yapılarla ve ülkenin büyük şehirlerinde yaygınlaşma eğilimi sergileyen şiddetle nasıl mücadele edeceği merak konusu.
Halk Savunma Gücü’nün enformel bir yapılanma sergilemesi Tatmadaw’ın kiminle mücadele ettiği veya edeceğini de belirsizleştiriyor.
Bu durum, başta Arakanlı Müslümanlar olmak üzere, çeşitli etnik yapılara yönelik tatmadaw’ın icraatları bilindiğinden, geniş toplum kesimlerini hedef alan histerik saldırılara konu olması hiç kuşku yok ki durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirecektir.
Myanmar üzerinden uluslararası mücadele
Burada iç dengeler kadar, başta Çin, Tayland gibi bazı komşu ülkeler olmak üzere hiç kuşku yok ki, ABD’nin nasıl bir tavır alacağı da izlenmesi gereken konuları oluşturuyor.
Bu noktada, Çin’in Myanmar’daki mevcut cunta rejimiyle bir sorunu olmadıkça karşı çıkması beklenmiyor ki, bugüne kadar ki görüntü de zaten bu yönde.
Çin’in, Myanmar konusundaki siyasi tavrını sadece, bu ülke ile sınırlı etkisiyle de belirlediği söylenemez. Bu çerçevede, Çin yönetiminin cuntayı ASEAN ile ilişkilerde ve Batı özellikle de, ABD ile ilişkilerde zamanı geldiğinde lehine kullanabileceği bir araç olarak gördüğünü söyleyebiliriz.
Öte yandan, yaşanan şiddet olayları nedeniyle özellikle, kırsal bölgelerde yerlerini terk eden kitlelerin örneğin, Tayland’a sığınması anarşi ortamının hız kazanmasına paralel olarak artış gösterecektir.
24 Haziran itibarıyla bu sayının 230.000’e ulaşırken, ilerleyen haftalarda Halk Savunma Gücü’nün varlığını artırması karşısında bölge yeni bir göç dalgasına tanık olabilir. Şimdilik uzak bir ihtimal gibi gözükse de, yaşanacak şiddetin yoğunluğuna bağlı olarak ülkenin Bengal Körfezi’ne bakan batı ve güney sahillerinden botlarla göç süreçleri ortaya çıkabilir.
Böylesi bir gelişmenin de hem bölgesel hem de küresel aktörlerin kaçınılmaz olarak harekete geçmesi anlamına gelecektir. Bu noktada, yaşanacak gelişmeler, sadece Tayland için değil, ASEAN bölgesi için genel bir güvenlik sorunu teşkil edecektir.
Öte yandan, ABD’nin ve diğer batılı unsurların insan hakları, insani yardım vb. bağlamlarda bölgedeki varlığını artıracağını öngörmek mümkün. Bu durum, bir yandan ASEAN öte yandan, ABD ve örneğin AB ile Çin ilişkilerinin yeni yönelimler kazanması anlamına gelecektir.
Syu Kyi’siz bir siyasete doğru
Geçen yıl Kasım ayında yapılan genel seçimleri kazanan NLD’nin 1 Şubat’ta göreve başlayacağı gün gerçekleşen darbenin ardından ülke siyasal krizle boğuşuyor. Bu durumda, başta NLD yanlıları olmak üzere ülkenin farklı bölgelerindeki etnik yapılar cunta rejimine karşı işbirliği sergiliyor.
Bir dönemin demokrasi ikonu ve 2015-2020 yılları arasında dışişleri bakanı ve devlet başkanı danışması sıfatıyla ülke yönetiminde söz sahibi olan Suu Kyi’nin akibeti ise belirsizliğini koruyor. Hakkında açılan davalar siyasi yaşamını bitirmeye yönelik ceza almasına yönelik olduğuna kuşku bulunmuyor.
Ayrıca, ilerlemiş yaşı onun ülke siyasetinde artık ne kadar yer alabileceği sorusunu gündeme getirirken, onun yerini alacak alternatif siyasetçilerin varlığının henüz ortada gözükmemesi de, yakın dönem için ülke siyasetinde bir başka sorun olarak dikkat çekiyor.
1 Şubat darbesinin ardından, başta NLD yanlıları olmak üzere ülkenin farklı bölgelerindeki etnik yapılar cunta rejimine karşı işbirliği sergiliyor.
Uzun 20. yüzyıl boyunca cunta ve uzantısı yönetimlere sahne olan ülkede, 2010 yılından başlayan demokrasiye geçiş sürecinde yakalanan tarihi fırsat bir kez daha darbe ile kesilmiş durumda. Myanmar’da yaşanan siyasal belirsizlik, salt bu ülke ile sınırlı kalmayacak boyutlar içermesi nedeniyle, yakından izlenmeyi hak ediyor.