Mehmet Özay 8 Ekim 2011
Geçtiğimiz iki gün Singapur önemli bir uluslararası faaliyete ev sahipliği yaptı. Gerçekte katılımcıların Çinli oldukları dikkate alındığında uluslararası demek tam da yerine oturmuyor açıkçası. Belki, Çin diasporası içinde önemli bir yer tutan Çinli işadamlarının Singapur’da kamp kurması desek daha yerinde olur. Aslında bu yeni bir gelişme değil. Son yirmi yıl içerisinde Singapur’un ev sahipliğinde gerçekleştirilen 11. toplantı. Toplantıya damgasını vuran ise Singapur Başbakanı Lee Hsuin Lhoong’un Çinli müteşebbisleri ‘modernleşmeye’ davet etmesi oldu. Bu hususa aşağıda değineceğiz, ancak önce şöyle bir genel bir değini de bulunalım.
Singapur, adı kimilerinin zihninde tam oturmamış, pek de ne olduğu anlaşılamayan, bununla birlikte bir zenginlik heyulası olarak hatırlanan bir şehir-devletidir. Bir zamanlar boğazın karşı yakasında Riau Adaları’ndaki köklü Malay geleneğinin taşıyıcılarından bazılarının gelip yerleştiği ve bu anlamda küçük bir balıkçı köyü olarak bilinen Singapur Adası, bugün küresel kapitalizmin en görkemli silüetlerinden birini oluşturmasıyla dikkat çekiyor. Gösterişli binaları, -hemen burada bir mimari kurala yer verelim, Singapur’daki inşa mevzuatına göre binaların mimari özellikleri anlamında birbirinden farklı olması gerekiyor -, geniş bulvarları, havuzlu bahçeleri, Ortaçağ Avrupası İngiliz geleneğinin uzantısı birbirine yanaşık iki katlı evleri, her an karşınıza çıkan ismini belki de ilk defa duyacağınız her türden kiliseleri, ‘Anglo-Chinese Methodist’ okulları ve Raffles heykelleri ile pek çok özelliği içinde barındırıyor.
Bununla birlikte, Singapur’un sosyo-kültürel geleneğinin bir uzantısı olarak İngiliz-Çin karışımı atmosferinde ağırlıklı rolün önemi yadsınamaz. Ancak, Singapur’u son elli yılda ekonomik kalkınmışlık anlamında bölgenin lokomotifi yapan unsur ise, köklü Çin ailelerinin başını çektiği yoğun ticaret ağı. Çinlilerin sadece Singapur’da değil, Güneydoğu Asya başta olmak üzere dünyanın belli başlı bölgelerine şu veya bu nedenlerle gerçekleştirdikleri göçleri bilinmektedir. Singapur’u farklı kılan ise kuruluşundan bugüne bu şehrin yegâne lideri, bir anlamda modern ‘kralı’ konumundaki Lee Kuan Yew’un ‘ilerlemeci’ materyalist felsefesini ısrarla ve inatla devam ettirmesi, öyle gözüküyor ki, Singapurluları da bu gidişata alıştırmış. Bu noktada lafı Çinlilerin geleneksel değerlerinin önemli bir parçasını oluşturan ataerkil yapılarında aile bağına getirip, bu antropolojik olgunun Singapur’un kalkınması kadar, başta ana kıtadaki Çin olmak üzere, diğer ülkelerdeki Çinli işadamları üzerindeki ‘manevi baskısını’ hatırlatmak gerekiyor.
Singapur nüfusunun kâhir ekseriyetini oluşturan Çinli nüfus, 19. yüzyıl ortalarından başlayan göçlerle adada sadece nüfus anlamında değil, kültürel ve siyasi bağlamlarda da önemli bir güce dönüştüler. Bu gücün ekonomi ayağında ise adına genel itibarıyla ‘towkay’ denilen aile şirketlerine borçlu. Bu isim yani towkay, örneğin Malezya’da günlük dilde, herhangi bir ticari işletmenin başında bulunan Çinli erkeğe hitaben de kullanılmaktadır. Günümüzde özellikle alt ve orta sınıfı teşkil eden Çinlilerin bu sosyolojik yapılarının somut göstergesi olarak evleri ve işyerlerini paylaştıkları yapılarda ortaya çıkar. Bugüne değin Çin toplumu hakkında kaleme alınmış sosyoloji ve iktisat çalışmalarında gerçekleşen ekonomik başarının ardındaki ‘sırrın’ konfüsyüscü gelenekten bulunduğu görülür.
Singapurlu Çinlilerin ekonomik gelişmişlikleri ve kültürel destek olarak Çin’e yakınlıkları iki ülke arasında gizli bir birlikteliğe işaret ediyor. Lee Kuan Yew zaman zaman Çin’e akıl satarken, somut olarak da girişimlerden geri kalınmıyor elbette. Son yirmi yılda gerçekleştirilen Çin Müteşebbisleri Toplantısı buna örnek. İki yılda bir yapılan ve 11.si 4000 müteşebbisin katılımıyla 6-7 Ekim’de organize edilen söz konusu bu toplantı, sadece Çin’den değil, dünyanın değişik bölgelerinden toplam 33 ülkede faaliyet gösteren önde gelen Çin şirketlerinin temsilcilerinin buluştuğu önemli bir birliktelik görünümünde. Yani bir anlamda, Çin diasporası Singapur’da buluşuyor. İşte bu toplantı dolayısıyla Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong, 2009’da başlayan dünya ekonomi krizinin Singapur’daki Çinliler kadar, küresel iş çevreleri arasında dikkat çekici bir yere sahip diğer Çinlileri de ‘dikkatli olmaya’ çağırdı. Loong’un vurgusu, yukarıda kısaca değindiğimiz geleneksel Çin değerlerinden biri olan aile işletmelerinin “sosyal evriminin” zamanı geldiği üzerineydi. “Modernleşin artık” çağrısına bu aile şirketleri nasıl karşılık verecek bilinmez ancak, bu çıkışı ciddiye alacak olursak, bugüne kadar bölgenin ekonomik kalkınmışlığını açıklayan kuramlar ile bir şekilde çeliştiğini görebiliriz. Loong’un değişim çağrısına rağmen, geçen on yıl içerisinde Fortune Global 500 listesine giren Çinlilere ait şirketlerin sayısı 12’den 61’e çıktığı da bir realite. Üstüne üstlük, bu sıralamaya giremese de, Çinlilerin sahip olduğu önemli sayıda şirket -küresel çapta olmasa da- kendi bölgelerinde söz sahibi. O zaman Loong’un kaygı ne diye sormak gerekiyor. Lhoong’un bu kaygısının babası Lee Kuan Yew’den tevarüs ettiğini açıkça söyleyebiliriz. Kalkınmışlık noktasındaki göz kamaştırıcılığına rağmen, Yew’i ve oğlu Lhoong’u bir türlü tatmin etmeyen ise sahip oldukları “ilerlemeci” felfese yanlısı olmaları. Yani, sınırın olmadığı, sürekli devinim, yenilik ve güç. Bu güç, Singapur için siyasi veya askeri değil, ancak tastamam ekonomik… Singapur elitlerinin kendini koruma içgüdüsüyle ortaya çıkan bu anlayış, Singapur’un ev sahipliğinde gerçekleştirilen söz konusu Çinli müteşebbisler toplantısı vesilesiyle tabiri caizse küresel bir nitelik arz etmeye başlıyor. Niçin bu sonuca varıyoruz, çünkü zaten yukarıda ifade edildiği üzere, Çinliler küresel ekonomi değerlendirmelerinde zaten giderek önemli sayıda yer tutmaya başlamışlar. Lhoong’un isteği diyelim, “daha büyük hedeflere ulaşma” arzusunda yatıyor. Yani bir tür tatminsizlik hali…
Bu nedenledir ki, Lhoong, geleneksel değerlerle ekonomik faaliyetlere yönelen Çinlileri bir tür gelecek kaygısı ile “korkutarak” çareyi hemen öneriyor. Çinli patronlarına öğüdünün ardında küresel piyasa şartlarının gereklerinin yerine getirilmesi yatıyor. Yani şirketin varlığının ne olursa olsun sadece aileden olduğu için yeni nesle aktarımı değil, küresel ortaklarla paylaşımı; iş hayatının bireysel ilişkilerle sınırlandırılması değil, bunun dışına çıkarak objektif değerlerle iş hayatına yönelinmesi; ve üçüncü olarak da elde edilen zenginliğin “sosyal paylaşımı”nın ortaya konması oluşturuyor. Bu hususların pratikteki karşılığı ne olacaktır sorusuna cevap ise profesyonel çalışanların işletmelerde kritik noktalara atanması; yabancı sermaye ile işbirliği yapılarak daralan “aile kasalarının” ferahlatılması; hasıl olan zenginliğin “sosyal vicdan” olgusunun bir gereği olarak topluma dönüşümünün gerçekleştirilmesi. Bu üçüncü hususla ilgili bir veri ile ne denilmek istendiğine açıklık getirelim. ABD’de iş çevrelerinin “gönülden verdikleri” maddi yardım gayri safi milli hasılanın %2.4’ünü oluştururken, Çin’de bu oran sadece %0.05. Bu aynı zamanda, Çin’deki “sosyal açık” anlamına geliyor. Çin, ABD’ye kafa tutarak küresel bir güç olma yolunda ilerlerken, sanmayın ki, tüm Çin “ilerliyor”. Parantez içinde Çin’in bu ilerlemesinde diasporada yaşayan 40 milyon Çinlinin katkısını unutmamak gerekiyor. Pekin, Şangay vb. birkaç önemli şehir, Batı kapitalizminin “nimetlerini” olanca hızıyla devşirirken, kırsalda yaşayan yüz milyonlarca Çinli hayatlarını kazanabilmenin zorluklarını tümüyle varlıklarında hissediyorlar. Yani, zengin-fakir ayrımı alabildiğine artıyor.
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=178119