Mehmet Özay                                                                                              22.02.202

Asya-Pasifik’te Doğu Çin Denizi özelinde düşük yoğunluklu süren kriz, Çin yönetimince kabul edilen bir yasa ile öngörülmesi zor bir döneme giriyor.

Pekin yönetimi, söz konusu yasa ile egemenlik iddiasında bulunduğu Güney Çin Denizi’nde seyreden yabancı bandıralı gemileri inceleme ve sahil güvenlik birimlerine gerekirse ateş açma hakkı veriyor.

Ayrıca, bu yasa bölgede irili ufaklı kumullar ve kayalıklar üzerine başka ülkelerin yapacağı inşa girişimlerini engellemeyi de içeriyor. Söz konusu bu yasa, bugünlerde öne çıkan bir konu olma özelliği taşıyor.

Güney Çin Denizi’nde yeni yapılanma zorunluluğu

Bu gelişmenin üç önemli hedefi olduğunu söylemek mümkün. Bunlardan ilki, Güney Çin Denizi’ne komşu ülkelerle yaşanan anlaşmazlıklarla ilgili.

Bu noktada Çin yönetiminin, neredeyse son on yılı kapsayan dönemde, Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik iddialarına karşı Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’ne (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) mensup beş ülkenin, yani Vietnam, Filipinler, Bruney, Malezya ve Endonezya ile Çin’in kendisine bağlı bir ‘eyalet’ hükmünde gördüğü Tayvan’a göz dağı verdiğine kuşku bulunmuyor.

İkinci hedef ise, açıkçası ABD’dir. Bu gelişme, ABD’nin 7. Filo donanma gücüyle kendini bölgede ortaya koyması karşısında, Çin yönetiminin ulusal güvenliği açısından bir tehdit olarak algılanmasının doğurduğu bir siyasi tavır almadır.

ABD’nin bölgedeki askeri varlığı, Güney Çin Denizi’nin uluslararası suyolu olarak kabul edilmesinden ve bu suyolu üzerinde akışkan olan ve küresel ticaretteki payından kaynaklanıyor. Bu noktada, ABD yönetiminin bu suyolunda statükonun devamından yana tavır takındığını söylemek mümkün.

Üçüncüsü ise, ABD yönetimlerinin Tayvan ile ilişkilerinde gelinen boyut. Sabık başkan Donald Trump’ın gider ayak Tayvan’a önemli miktarda silah satışına onay vermesi Pekin yönetimini kızdıran bir hamleydi. Joe Biden’ın atılmış bu önemli adımdan vazgeçeceğini düşünmek biraz hayal olur.

Kaldı ki, 20 Ocak’taki yemin törenine, 1979’dan bu yana ilk kez Tayvan yönetiminden isimlerin davet edilmiş olması, Şi Cinping yönetimince kabul edilemez bir gelişme olarak kabul ediliyor.

Tayvan’ın uluslararası tanınırlılığına ve bu anlamda siyasi meşruiyetini onaylamaya yönelik her girişimi engellemeye çalışan Çin için Tayvan bir kırmızı çizgi hükmünde.

ABD’de henüz çiçeği burnunda başkan Joe Biden’in henüz Asya-Pasifik politikalarına etkin bir giriş yapmadığı hatırlandığında, ABD yönetiminin bölgedeki gelişmeler bir anlamda hazırlıksız yakalandığı anlamı taşıyor.

Veya bir başka şekilde düşünüldüğünde, ABD’nin özellikle Güney Çin Denizi ve Tayvan konularında ortaya koyabileceği/geliştirebileceği potansiyel politikaların önünü almak istiyor.

ABD’nin bölgeye ilgisi

ABD’de Joe Biden’ın yemin töreniyle başlayan süreçte, Asya-Pasifik bölgesine yönelik politikaları merak konusuydu. Ancak Pekin’den gelen karar, bu sürecin pek de fazla ertelenemeyeceğini ortaya koyuyor.

Başkanlık yemininden bu yana bir ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen, Biden yönetiminin bölge ile doğrudan ilişkilere başlamamış olmasında iki temel sorundan bahsetmek mümkün.

İlki, kovid-19’la mücadele önceliğidir. ABD toplumuna moral bir etki yapacağına kuşku olmayan bu mücadele, aynı zamanda ülkede ekonomik üretim süreçlerinin de bir an önce hız kazanmasını sağlayacaktır. İkincisi ise, ABD’de yeni yönetimin karşı karşıya bulunduğu ulusal sorunları aşmaya yönelik politik çabaları öncelleme zorunluluğudur.

Açıkçası bu iki neden, normal şartlarda ABD’nin Asya-Pasifik bölgesine yönelik ilgisini yenileme konusunda bir irade geliştirmesinin önündeki engelleri oluşturuyor.

Bölgede beklenti

Bölgedeki bazı yapıların da ABD’nin bölgede olmasını arzu ettiği bir sır değil. Bu noktada birden fazla nedenle ve birden fazla ulus-devlet, ABD’yi bölgede sadece bir ticaret ortağı olarak değil, askeri anlamda da dengeleyici bir unsur olarak görmek istiyor.

Adları ABD ile ittifak yapan güçler olarak da geçen Tayvan, Japonya, Güney Kore, Filipinler ile doğrudan bir ittifak tesisinden öte küresel güçlerin tek kutupluluğuna karşı çıkan Singapur, bir ölçüde Malezya, Tayland ve Endonezya’nın adlarını saymak mümkün.

Bu ülkelerin aynı veya benzer düşüncelerle Çin karşısında ABD’nin varlığını olumlayan tutumlarına karşın, geliştirilmiş ortak bir stratejik yaklaşımdan bahsetmek pek de mümkün değil.

Bunda, ABD eksenli ittifakın varlığına rağmen, öyle köklü ve bütünlüklü bir yapılaşma arz etmemesi öne çıkıyor. Bunun yanı sıra, yine adı geçen bu ilgili ülkelerin her birinin Çin’le olan ikili ilişkilerinin bu tutumlarının aldığı yönelimde gizli/açık bir belirleyiciliğinden bahsetmek mümkün.

Egemenlik iddialarının yönetilebilirliği

Şi Cinping’in 2013 yılında başkanlık koltuğuna oturmasından bu yana agresif bir kalkınma siyaseti izleyen Çin, aynı zamanda kendi bölgesel güvenliğini genişlemeci bir yaklaşımla ortaya koyuyor. Bunun en önemli göstergelerinden biri Güney Çin Denizi’ni tarihsel/geleneksel söyleme dayandırarak egemenlik iddiasında bulunması.

Bugün gelinen noktada, bölgenin egemenliğini yasal bir temele dayandırma girişimini tamamlamış olan Çin’in bir yandan komşu ülkeler ve özellikle ASEAN ile öte yandan ABD’den gelecek tepkilere nasıl karşılık vereceği merak konusu.

Öte yandan, bölge ABD açısından da gayet önemli bir coğrafya parçası. Amerikan yönetiminin gerek sabık başkan Donald Trump yönetimi olsun gerekse, iktidardaki Biden yönetimi olsun sadece ABD’nin değil, küresel kapitalizmin varlığını sürdürmesinde önemli aktörlerin var olduğu ve bu anlamda ana arter hükmündeki Güney Çin Denizi politikalarını Çin’e teslim etmeyeceği ortadadır.

Tam da bu durum, ABD ile Çin deniz kuvvetlerinin sık aralıklarla bölgede karşı karşıya gelmelerine neden olmaktadır.

ABD’nin pasif bir çatışma bölgesi olması hasebiyle Güney Çin Denizi’nde Pasifik donanmasına bağlı birimlerin faaliyetine açık olduğu biliniyor.

Ancak ABD’nin bugüne kadar bölgede var olan donanma gücüne karşılık, Çin’in artık ikinci plânda kalmak istemediğine dair teorik ve pratik gelişmeler bölgenin önümüzdeki dönemde adının yine sıklıkla anılmasına neden olacaktır.

LEAVE A REPLY