Mehmet Özay                                                                                              13.10.2021

Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan Boğazı’nda gerçekleştirdiği askeri tatbikatlara bir yenisi eklerken bölgede, “barış ve istikrarı”n korunmasını amaçladığını açıklaması dikkat çekicidir.

Bununla birlikte, söz konusu tatbikat, Taipei yönetiminin bağımsızlık ilânı kadar, bu sürece destek verebilecek yabancı unsurlara karşı bir hazırlık amacı taşıdığı yaklaşımı hedefin daha da büyük tutulduğunu ortaya koyuyor.

Çatışma söylemi

Resmi söylemlere baktığımızda, Çin devlet başkanı Şi Cinping Tayvan’ı kontrol altına almanın bir başka deyişle dize getirmenin hesabını yaparken; Tayvan devlet başkanı Tsai Ing-wen ise, Çin’e boyun eğmeye zorlanamayacaklarını söylüyor.

Tayvan Boğazı’nın iki yanında neler olup bittiğine farklı bir perspektiften bakmakta yarar var.

Bugün Tayvan Boğazı’ndaki gelişmeler, iki taraf arasında neredeyse yarım yüzyıla yaklaşan sürede, en fazla çatışma riskinin arttığı bir duruma tekabül ediyor.

Riskin giderek artış göstermesinde özellikle, Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2025 yılına kadar Ada’yı ilhâk edebilecek bir askeri yapıya ulaşabileceği yolundaki tahminler önemli bir yer tutuyor.

Tayvan Boğazı’nın farkı

Çin ve Tayvan arasında yaşanan gerginlik, küresel medyanın ilgisinin de katkısıyla, giderek daha çok gündemde yer alıyor. Bunun, salt ABD’nin bölge ile ilgili siyasal ve ekonomik politikalarıyla sınırlı olmayan yönleri bulunuyor.

Öte yandan, söz konusu yaşanan gerginliği, Çin’in örneğin, Doğu Çin Denizi ve Güney Çin Denizi gibi alanlarda veya Hindistan ile Himalayalar sınırında yaşanan çatışma ile anlamlandırmak mümkün değildir.

Gelinen noktada, Çin ve Tayvan arasında tanık olunan bir tür Soğuk Savaş ortamını, Çin özel tarihiyle bağlantılı olması kadar, bunun dışında bir anlam da içermektedir.

Çin Halk Cumhuriyeti, kendisinden bir parça olarak gördüğü Tayvan’ı bir eyalet statüsünde kabul etmekte ve ‘bir gün’ birleşmenin barışçıl veya güç kullanarak sağlanacağını öngörmektedir.

Çin’in “Tek Çin” politikasının yansımaları

Ancak Pekin yönetiminin yapılaştırdığı ‘Tek Çin’ politikası, kültürel, siyasal ve tarihsel bağlamlarını içeren bir ulusal politika olmanın yanı sıra,  Çin Halk Cumhuriyeti’nin, kendini Batı’ya kanıtlamanın ve ispat etmenin de bir aracı konumundadır.

Bu noktada, son iki yıl içerisinde Hong Kong Adası’nda yaşananları, bir model olarak ele almak mümkündür.

Ancak Tayvan’ın, Hong Kong’dan ayrışan bir yönü de vardır. Hong Kong, İngiltere kolonisi iken, bir asır önce belirlenmiş anlaşma gereğince 1997 yılında Çin’e devredilirken, Ada’daki demokratik-liberal değerlerin 50 yıl boyunca korunması şartıyla özerk yapısı öngörülüyordu.

Oysa Tayvan, Çin kara kıtasında, köklü bir ideolojik ayrışmanın neticesi olarak ortaya çıkmakta ve kendini de facto bağımsız/egemen bir devlet olarak kabul etmektedir. Üstüne üstlük dünyanın önde gelen devletleri, gizli/açık bu egemenliğe saygı duymakta ve bunun da ötesinde, ikili işbirliklerini geliştirme konusunda pek de çekince göstermemektedirler.

Bu durum, Tayvan’da yaşayan 24 milyona varan nüfusun tamamının veya siyasi arenada rol oynayan siyasi partilerin tamamının bağımsızlıkçı bir siyasal yaklaşım sergiledikleri anlamına gelmiyor.

Ancak ortalama eğilim ‘de facto’ durumun sürdürülmesinden yana olurken, Çin’le birleşme yanlısı kesimlerin oranı üçte birden daha az bir değere tekabül ediyor.

Ayrışmada ideolojik faktör

  1. yüzyıl başlarında, tıpkı diğer imparatorluklarda, bağımsız devletlerde ve sömürge toprakları olan toplumlarda görüldüğü üzere milliyetçilik, bir Batılı ideoloji olarak Çin’de de kendine zemin bulmuş ve gelişmiştir.

Çin milliyetçiliğinin gelişmesinde, bir yandan tarihsel olarak İngiltere öte yanda, Japonya faktörünün etkin olduğunu söylemek mümkün.

Bu ideolojik yaklaşım, ilgili devletlerin teritoryal yayılmacılıklarına bir tür savunmacı karşılık anlamı taşırken, belki de bundan daha çok, Çin topraklarında kadim dönemlerden bu yana var olan birliği tesis eden geleneksel ve siyasal yapının, bir tür dönüşüme maruz kalması olarak da değerlendirmek mümkün.

Bununla birlikte, Rusya’daki devrimin etkileri de, bir diğer Batılı ideoloji olarak Çin sınırlarında karşılık bulurken, bu iki ideoloji iki siyasi rejim bünyesinde bugün, Güney Çin Denizi’nde tanık olduğumuz bir anlamda, Soğuk Savaş ortamı öte yandan, gizli/açık çatışmacı politikaların varlığına kaynaklık etmektedir.

Bu noktada, 1949 yılında Çin’de yaşanan komünist devrimle ayrışan ve bugün de facto bir devlet niteliği ve özelliği taşıyan Tayvan’ın varlığı, uluslararası arenada aslında “iki Çin” varlığının telâffuz edilmesine imkân tanımaktadır.

Jeo-politik realite

Ana kara kıtada Çin yani, Çin Halk Cumhuriyeti (People’s Republic of China-PRC)  ile Çin’in güneyinde yaklaşık 160 km. mesafedeki adada Çin Cumhuriyeti (Republic of China-RoC) kendilerini tek Çin’in temsilcisi olarak görmektedirler.

Bununla birlikte, Soğuk Savaş yıllarının yaşandığı 1970’li yıllarda, bir yandan ABD’nin öte yandan, Çin’in uluslararası siyasetlerinde değişme baş göstermiştir.

Özellikle, Mao döneminin sona ermesiyle başlayan dönüşüm Çin’i dış dünyaya açarken, önemli şartlardan biri o döneme kadar Birleşmiş Milletler’de (BM) temsil edilen Tayvan’ın bu imtiyazı kaybetmesine neden olmuştur.

Bununla birlikte, bir yandan ABD ve diğer Batılı ülkeler öte yandan, Doğu ve Güneydoğu Asya bölgelerindeki ülkeler Tayvan’la ilişkilerinde devamlılık sergilemişlerdir.

Her ne kadar, Çin’in uluslararasılaşması olarak tanımladığımız süreç, oluşan yeni uluslararası ortam, Çin Halk Cumhuriyeti’nin tedrici olarak gelişme kaydeden belirleyiciliği Tayvan ve Tayvan’la ilişkiler kuran güçler üzerinde bir baskı ortamına yol açsa da, bugüne kadar görüldüğü üzere Tayvan gelişmeye ve diğer ülkelerle de ilişkilerine devam edebilmiştir.

Bunun en önemli göstergelerinden biri hiç kuşku yok ki, Tayvan’ın ekonomik modernleşmesi ve buna eklemlenen demokratikleşmesinin sürdürülebilir bir nitelik taşımasıdır.

Bunun yanı sıra, ana kıta Çin ile Tayvan arasında bir Soğuk Savaş ortamı söz konusu olduğu dönemler de dahi, Tayvan’ın gelişmekte olan endüstriyel ve teknolojik gücü kendine, tıpkı bir Batılı ülke veya Japonya gibi Çin topraklarında yatırım olanakları bulmuştu.

Bu durum, hiç kuşku yok ki, Çin’in bugün küresel ekonominin ikinci sırasında yer almasını sağlayan dış yatırımlar, endüstrileşme, know-how, yükseköğretim vb. gibi gayet temel parametrelerde katkıda bulunmuştur.

Bu tarihsel gerçekler ve gelişmeler sonrasında Çin’in bugün sahip olduğu ‘Tek Çin’ devleti düşüncesi, kıta Çin’ini kendini merkeze alan bir yapı oluşturmaktadır.

Bu düşünce, Çin yönetimi her ne kadar bugün siyasi rejim olarak siyasi varlığını komünizmle tanımlasa da, gizli ya da açık kendini Batı karşısında kadim Çin olarak görmek istemektedir.

LEAVE A REPLY