Mehmet Özay 21 Mart 2013
Bugünlerde, Çin’de yaşanan yönetim değişikliğinin ardından devlet başkanı ve başbakanı aracılığıyla reform mesajları gündemde yer işgal ediyor. Çin’in, geçen birkaç on yıl boyunca ‘kural dışı’ büyümesinin ardından ‘reform’ saflarında yerini almaya karar vermesinde elbette Batılı güçlerin payını hesaba katmak gerekir. Öte yandan, önümüzdeki dönemde icra edilecek reform programları bağlamında da Çin’in tek başına bırakılacağı düşünülemez. Üstüne üstlük, Çin’i bu konuda “gayrete” geçirecek güçlerin Batılı unsurlardan ibaret olmaması gerektiğini ileri sürebiliriz. Bu noktada karşılıklı olarak çeşitli önyargıların devam etmesinden ötürü Batı’dan gelecek mesajlardan ziyade, bölge ülkelerinin potansiyel olarak sürece katkı yapabilecekleri düşünülebilir. Bu katkının ortaya konulabileceği alan, insan hakları ve ilintili bağlamlar olarak dikkat çekiyor.
Çin’de sözler dönüp dolaşıp ekonomiye kilitlenirken, Batı ekonomik kalkınmacılığının temelinde yatan “bireysel hak ve özgürlükler” noktasından farklı bir bağlamın yaşandığı unutulmamalı. Peki Çin’de tecrübe edilen ekonomik kalkınmanın hedefi neydi sorusu önemli. Çin başta olmak üzere, Güneydoğu ve Doğu Asya ülkelerinde birbiri ardı sıra hasıl olan ekonomik kalkınma hamlelerinin temellerine baktığımızda, sömürge döneminde neşet etmeye başlayan Batı’nın ezici gücü karşısında ve de Soğuk Savaş yıllarında gelişme gösteren “intikam hisleriyle” hareket edilmesinin önemi yadsınamaz. Bu gerçek karşısında, söz konusu ülke yöneticilerinin, politikacılarının ve de bir bölüm aydınının hangi gerekçelerle ekonomik kalkınmayı önceledikleri ve buna destek verdikleri türünden sorular gündeme getirilmeli. Bu öncelemede ilgili ülkeler, bu kalkınma yarışında halklarına dönük projeksiyonda ‘donukluk’ sergiledikleri, kalkınmanın temel hedefinin ‘merkezi’ siyasi yapıların güçlendirilmesi olduğu görülür.
Batı ekonomik kalkınmasında insan tekinin “özgürlük”, “bireysel ve serbest müteşebbislik” gibi kavramlarıyla yola çıkarken, üstüne üstlük kimi abartılarla birlikte köklerini dini referanslarda bulma çabaları gündeme gelirken, Çin ekonomik kalkınmacılığında henüz böyle bir söyleme rastlamak mümkün değil. Aksine, katı bir determinizmin hiyerarşik devlet katmanlarından toplumun derinlerine nüfuz ettiği gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Başta Çin olmak üzere bölgenin ekonomik kalkınmacılığı konuşulurken, tek tek bireylerin ve bu bireylerin içinde yeşerdikleri sosyal kümelerin anlamı, rolü, işlevi, birbirleriyle ve devletle ilişkileri vb. konuları kuvvetlice vurgulamanın zamanı gelmiş olmalı.
Bugün bizatihi Çin sınırları içerisinde Uygur ve Tibet’in maruz kaldığı zorbalıklar; yanı başında Myanmar’da başta Arakanlı Müslümanlar ve Kachin, Karen, Chin gibi diğer irili ufaklı etnik azınlıkları çepeçevre kuşatan insan hakları ve özgürlükler konusundaki açmazlar; Tayland’ın güneyindeki Müslüman Malay nüfusuna yönelik yok sayıcı ve parçalayıcı politikalar; Endonezya’nın doğusunda gözlerden ırak Irian Jaya’da yaşananlar vd. ‘sıcak alanlar’ olarak dikkat çekiyor. Öte yandan, bölgenin diğer ülkelerinde başat politik güçlerin maharetiyle pek de gözler önüne serilmeyen, güç merkezlerine yabancılaştırılmış etnik azınlıkların, kitlelerin ekonomik yoksulluklarına “insan” olmanın doğasından kaynaklanan özelliklerden yoksun olduklarını unutmamak gerekir.
Tüm bu negatif unsurlara rağmen, Çin’i reform çabasında “desteksiz” bırakmayacak, bu süreci sadece “ekonominin kontrolüyle” sınırlandırmayacak unsurların katkısına ihtiyaç duyulmakta. Bu katkının ‘beyaz unsurlar’ dışında birbirlerini anlama potansiyeline sahip olduklarını düşündüğümüz bölge ülkeleri ve birliklerince gerçekleştirilmesi çok daha çarpıcı gelişmelere konu olacaktır.
Ancak bu noktada vurgu yapageldiğimiz ASEAN’ın kendi içinde tutarlı politikalarla gündemde yer alması gerekiyor. Üye ülkelerin katkılarıyla 2008 yılı Aralık ayında yürürlüğe giren ve yasaları önceleyen ve insan-odaklı bir organizasyon olduğunu kayda geçiren üye ülkelerin imzaladığı ASEAN Sözleşmesi’nin 7. Maddesi’nde dile getirilen demokrasinin güçlendirilmesi, iyi yönetim ve yasaların hakimiyetini geliştirilmesi, insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi” türünden maddeler, bize bu topluluğun halkları için öngörüleri hakkında bir fikir veriyor. Herhalde bu hususların geliştirilmesinde eğitim olanaklarından istifadenin önemi yadsınamaz. Bu hususta, 10. Madde’de vurgulanan “eğitimde ve yaşam-boyu öğrenim bağlamında işbirliği sayesinde insan kaynaklarının geliştirilmesi”; 11. Madde’de dile getirilen ASEAN halklarına kalk
ınma, sosyal refah ve adaletin dağıtımında eşit imkânlar sunulması vb. yukarıdaki maddeyi destekleyici mahiyettedir. Sözleşme’nin 50. Maddesi’nde ise “Beş yıl sonra sözleşme maddelerinin gözden geçirilmesi” ilkesinin içinde bulunduğumuz süreçte Birliğin gündemine getirilmesi gerekiyor. İşte tam da bu sırada bu hususları gündemde tutacak, tartışacak, uygulamada izini sürecek güçlü sivil birlikler ortaya çıkarılması da sürecin iki yönlü yürütülebilirliğini ortaya koyacaktır. Bu sivil birliklerin öncelikli hedefi, yukarıda sıraladığımız ‘sıcak alanlar’ ile merkezi güçlerin manipülasyonuna uğramış toplulukların haklarının alınması olmalıdır. Böylece, ASEAN içerisinde geliştirilecek ve halkların kendine güvenini sağlayacak ‘haklar düzeneğinin’ üreteceği enerjiden istifade yoluna gidilmeli.
ınma, sosyal refah ve adaletin dağıtımında eşit imkânlar sunulması vb. yukarıdaki maddeyi destekleyici mahiyettedir. Sözleşme’nin 50. Maddesi’nde ise “Beş yıl sonra sözleşme maddelerinin gözden geçirilmesi” ilkesinin içinde bulunduğumuz süreçte Birliğin gündemine getirilmesi gerekiyor. İşte tam da bu sırada bu hususları gündemde tutacak, tartışacak, uygulamada izini sürecek güçlü sivil birlikler ortaya çıkarılması da sürecin iki yönlü yürütülebilirliğini ortaya koyacaktır. Bu sivil birliklerin öncelikli hedefi, yukarıda sıraladığımız ‘sıcak alanlar’ ile merkezi güçlerin manipülasyonuna uğramış toplulukların haklarının alınması olmalıdır. Böylece, ASEAN içerisinde geliştirilecek ve halkların kendine güvenini sağlayacak ‘haklar düzeneğinin’ üreteceği enerjiden istifade yoluna gidilmeli.
Sözleşme’de din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin bireylere ve topluluklara ‘insani’ haklarını bahşeden maddelerin pratiğe yansımasının aciliyeti 2015 yılında yürürlüğe konması plânlanan ASEAN Birliği’yle de yakından alâkalı. Bu Birlik sayesinde bölge ülkelerinin sınırları içerisinde yaşayan halklara ne vaat ettikleri kadar, bu konudaki samimiyetlerini bölge ile doğrudan ilişkiler geliştirmiş ve geliştirmekte olan Çin gibi ‘reformu’ öncelleyen bir siyasi yapıya üzerinde ‘yumuşak baskı’ unsuru olabilir. Bunun rasyonel dayanak noktası ise, geçen yıl Phnom Penh’de yapılan ASEAN toplantısında üçüncü öncelik olarak gündeme getirilen “bölgesel barışın ve güvenliğin tesisi” yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın, bir elit siyasi söylem olarak kalmaması, aksine pratikte karşılığını bulması halkların aktif katılımı ile gerçekleştirilebilir. ASEAN’ın kendi toplumlarından alacağı güçle Çin üzerinde yapıcı bir destek/baskı unsuru olması nihayetinde tüm Doğu ve Güneydoğu Asya’nın orta vadede ‘huzuruna’ hizmet edecektir.