Mehmet Özay                                                                                              19.06.2022

ABD ve Çin arasında Tayvan üzerinden var olan gerginlik devam ederken, Çin yönetiminden bölge güvenliğini etkileyebilecek yeni bir karar çıktı.

Geçtiğimiz Çarşamba günü Çin devlet başkanı Şi Cinping, ulusal güvenlik bağlamında Çin ordusunun eylem ve harekât plânına dair yeni bir açılım belgesini imzaladı.

Detaylarına bakıldığında, yeni bir güvenlik strateji belgesi olduğu ileri sürülebilecek belgenin, 10-12 Haziran’da Singapur’da düzenlenen, Shangri-La savunma ve güvenlik toplantılarının hemen ardından gündeme gelmesi önemli.

Söz konusu belge, Çin ordusunun sıcak bir çatışma yerine, savaşçı olmayan unsurların doğal afetlerle mücadele, insani yardım, destek kuvvet, barış gücü gibi operasyonel yönelimleri gibi savaş dışı stratejilere yönelmesi anlamı taşıyor.

Bu gelişmenin, özellikle Tayvan sorunuyla doğrudan ilintili olduğu konusunda herhangi bir şüphe bulunmazken, aynı zamanda Asya-Pasifik bölgesinin güvenlik politikalarında yeni bir açılım olarak kabul etmek gerekir.

Bu durum, Pekin yönetiminin, açık savaş taktikleri yerine, yeni stratejik siyasi ve ekonomik taktiklere yönelme eğilimi gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu çerçevede, söz konusu bu gelişmenin ne anlama geldiğine bakmakta yarar var.

Tayvan politikası

Çin devlet başkanı Şi Cinping’in Çin ordusunun savaşçı olmayan unsurlarla harekât kabiliyetini artırmayı hedefleyen belgeye imza atması aslında, yeni bir gelişme kabul edilmiyor.

Ordu kurmaylarınca yirmi yıl önce de yine, Tayvan sorunu nedeniyle gündeme gelen bu stratejinin bugün güncellenmesinde, ABD, Endonezya, Japonya ve Rusya gibi ülkelerin bu konuda yakın geçmişte aldıkları kararların belirleyici olduğuna dikkat çekiliyor.

Doğu Avrupa’daki savaşa kadar, Pekin yönetiminin gayet açık dille, “gerekirse ordumuzla Tayvan’ı kendimize bağlarız” söylemi yerini, Tayvan’ı güçsüzleştirecek yeni siyasi kararlara yönelme eğilimi gösteriyor.

Tabii, bu önemli kararın gündeme gelmesine, Rusya’nın Ukrayna’da karşı karşıya kaldığı durumdan çıkarılan bir ders var.

Her ne kadar, son günlerde ABD başkanı Joe Biden başta olmak üzere Batılı çevreler, Rusya’nın gerilemesi ya da yenilgisi söyleminden vazgeçme yönünde bir söylem geliştirseler de, olası ve benzeri bir gelişme karşısında Çin’in alabileceği siyasi ve ekonomik darbenin farklı olabileceğini düşünmek mümkün.

Öyle ki, Rusya’yı bugüne kadar ayakta tutan temel unsur, sahip olduğu enerji kaynaklarıyken, Çin daha çok başta kendi bölgesi yani, Doğu ve Güneydoğu Asya’dan başlayarak, Kuzey Amerika ve Avrupa’ya yönelik tedarik zincirleriyle öne çıkan bir ülke.

Çok farklı sektörleriyle, dünyanın öncü imalat sanayii ülkesi olması, hiç kuşku yok ki, Çin’i aynı zamanda sadece hammaddeye değil, aynı zamanda enerjiye de ihtiyaca bağımlı bir ülke yapmış durumda.

Dolayısıyla, Tayvan örneğinde görüldüğü üzere girişilebilecek bir askeri harekâtın, doğrudan Çin’in aleyhine olacak şekilde iki temel güç gösterisine dönüşebilmesi mümkün.

Bunlardan ilki hiç kuşku yok ki, gelişmiş askeri yapısıyla Tayvan olacaktır. İkincisi ise, Batı ve özellikle bölgedeki müttefiklerinin Çin’i ekonomik olarak sindirmeye yönelik politikalarıdır.

Enerji sevkiyatı ve suyolları güvenliği

Yazının girişinde dikkat çekilen ve yeni bir güvenlik strateji belgesi olarak dikkat çektiğimiz gelişmenin, Tayvan’a yönelik bir enerji dar boğazı oluşturma hedefi olduğu anlaşılıyor.

Tayvan’ın coğrafi konumu dikkate alındığında, bu yönde oluşturulacak engelleyici politikalar pratikte Güney Çin Denizi üzerinde özellikle de, Tayvan Boğazı’nı serbest geçişlere kapatma yönünde olacaktır.

Böylesi bir girişimin sadece Tayvan’ı etkilemekle kalmayacağı, gizli/açık Doğu Asya’daki Japonya ve Güney Kore’yi de etkileyebilecek gayet önemli bir soruna yol açabileceği söylenebilir.

Pekin yönetimini, Tayvan’a yönelik sert bir askeri harekât uygulamak yerine, yumuşak bir politika ile zamana yayılan bir ekonomik zorlukla karşı karşıya bırakma yönündeki politika değişiminin, ABD yönetiminin Hint-Pasifik söylemine uygun olarak geçen yıl eyleme döktüğü Quad birliğinden kaynaklandığını ileri sürebiliriz.

Nihayetinde, bu birliğin önemi bir üyesinin yani, Japonya -yukarıda dikkat çekildiği üzere-, tıpkı Tayvan gibi Doğu ve Güney Çin Denizi üzerinden akışı sağlanan Ortadoğu petrollerine bağımlı bir ülke.

Sorunun temeli

Aslında burada, Tayvan özelinde sorunun ne olup olmadığını hatırlamakta yarar var.

Pekin yönetimi, Tayvan’ı kendisine bağlı ancak, “asi” bir eyalet kabul ederken, Taipei yönetimi söz konusu eyalet söylemini kabul etmiyor. Çin siyasi elitini bir anlamda tetikte tutan bir diğer husus, Tayvan’ın olası bir bağımsızlık ilânı düşüncesidir.

Uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında, Çin ekonomik gelişmişliğinin ve bunun çeşitli ülkeler üzerinde oluşturduğu bağımlılık ve bağlayıcılık nedeniyle 1950’lerden itibaren, ‘Tek Çin Politikası’nı kabul ettirmiş gözüküyor.

Bu politika, Tayvan’ı uluslararası arenada etkisizleştirme ve saf dışı bırakma politikasının bir parçası konumunda.

Tüm bu baskılara rağmen, Tayvan’ın aradan geçen süre zarfında, gayet önemli teknolojik, eğitim, yönetim ve sivil toplum tecrübesine ulaşmış olması hiç kuşku yok ki, Taipei yönetiminin en önemli kazanım ve direnç noktasını oluşturuyor.

Yine, uluslararası çevrelerle ilişkilere bakıldığında, Tayvan’ı gizli/açık de facto bağımsız ülke konumunda gören ve bu çerçevede ikili ilişkileri sürdüren ülkelerin Tayvan’ı özellikle, teknolojik ve bunun doğal yansıması olan ekonomik gelişmişliğiyle dikkate alıyorlar.

Yazının girişinde dikkat çekilen Çin devlet başkanı Şi Cinping’in yeni strateji belgesinin hedefinde Tayvan’ı sindirmeye yönelik olmasının hedefinde de, işte Tayvan’ı bu teknolojik ve ekonomik yapısı bulunuyor.

Batılı değerler söylemi

Tabii, burada özellikle ABD’nin ve bir ölçüde Avrupa Birliği’nin siyasi duruşunu ayrı bir bağlamda değerlendirmek gerekir.

Bu noktada, karşımıza Batılı değerler silsilesi çıkıyor. Batı, bir yandan Pekin yönetiminin, ‘Tek Çin Politikası’nı resmen kabul etmekle birlikte, bunun Tayvan’ı yalnızlaştıracak bir seyir takip etmesine izin vermiyor.

Bunun en açık örneği, ABD senatosunca kabul edilen ve yürürlükte olan Tayvan Yasası’dır. Bu yasayla, ABD hem Çin’e güçlü bir mesaj veriyor, hem de Tayvan yönetimiyle bir tür ittifak içerisinde olduğunu deklâre ediyor.

ABD yönetimi, bunun yanı sıra, geçtiğimiz Mayıs ayının sonlarında Asya-Pasifik bölgesinde 13 üye ülkeli Kalkınma için Hint-Pasifik Ekonomi Çerçevesi (Indo-Pacific Economic Framework-IPEF) bloğunun oluştuğunu ilân ederken, Tayvan bu yeni ekonomi birliği içinde yer almasa da, “21. Yüzyıl Ticareti’nde ABD-Tayvan İnisiyatifi” adıyla yeni bir ticari işbirliği antlaşmasına imza atması dikkat çekicidir.

Tüm bu söylemler dikkate alındığında Tayvan siyasetinde Çin yanlısı Milliyetçi Parti ile Çin karşıtı Demokratik Gelişimci Partisi arasındaki söylem farklılığına rağmen, Tayvan halkının kahir ekseriyeti ne Çin’le birleşmeye, ne de bağımsızlık iddiasına sıcak bakıyor.

Bu durum, var olan siyasal gerçekliğin devamından yana bir eğilim olduğunu açıkça gösteriyor. Bununla birlikte, Çin-Tayvan ilişkilerinde bölgesel ve uluslararası ilişkilerin belirleyici olabileceğini de söylemek mümkün.

Çin devlet başkanı Şi Cinping’in ordunun savaşçı olmayan unsurlarla harekat kabiliyetini artırmayı hedefleyen belgeye imzalaması, başta Tayvan Boğazı olmak üzere bu suyoluyla bağlantılı Doğu ve Güney Çin Denizleri üzerindeki seyir ve güvenlik olgularını da yakından etkileyecektir.

LEAVE A REPLY