Mehmet Özay                                                                                                    19.01.2017

Dünyanın yeni bir döneme girdiği yönündeki tartışmalar bugünlerde akademi ve basın dünyasında önemli bir yer işgal ediyor. Siyaset kurumunun ise bundan azade olduğu düşünülemez. Söz konusu bu değişimin hemen bir anda ortaya çıktığını söylemek ise mümkün değil. Bununla birlikte, söz konusu değişimin giderek yüksek sesle dile getirilmesinde ABD başkanlığını birkaç gün sonra devralacak olan Donald Trump’ın söylemlerinin önemli bir katkısı olduğuna kuşku yok.

Trump ve değişimin ayak sesleri

Trump’ın, ticari ve ekonomik anlamda Amerika’yı ve Amerikan halkını öncelleyecek politikalara yöneleceği ve bu anlamda içe kapanmaya evrilebilecek bir sürece doğru gidildiğini ifade eden yaklaşımlarını salt ABD bağlamında değerlendirmek mümkün değil. ABD’deki yeni yönetimin dış politika, uluslararası ticaret, güvenlik gibi çeşitli alanlarda uluslararası işbirliklerini yeniden gözden geçirmesine yol açacak bu kapsamlı değişim paketinin küresel yansımaları olacağı tahmin etmek güç değil. Zaten seçimin hemen akabinde dünyanın çeşitli bölgeleri kadar Asya-Pasifik bölgesinde de borsa ve kur işlemlerinden başlayan tepkinin ardından, ekonomi ve ticaret dünyasının ABD ile ikili ve bölgesel ilişkilerde nasıl bir yön belirleneceği konusundaki endişeli bekleyiş bunun kanıtı.

ABD’nin iklim değişikliği politikası

Yukarıda ifade edilen bu alanlara ilâve olarak Trump’ın söylemleri arasında, ABD’nin taraf olduğu küresel iklim değişikliğiyle ilgili Obama yönetimi politikası hilafına addedilebilecek bir görüşü bulunuyor. 12 Aralık 2015 tarihinde imzalanan Paris Sözleşmesi’ne taraf olan ABD’nin yeni dönemde iklim değişikliğinin önünü almaya matuf tedbirleri uygulamayacak olmasının küresel etkileri beklenebilir. Bu noktada, dikkat çekilmesi gereken husus, ABD yönetiminin ülke çapında zehirli gaz üretimine konu olan çeşitli endüstri sektörlerine yönelik kısıtlamaları değil, belki de daha çok küresel faaliyetleriyle dikkat çeken kuruluşlarını kapsayan yaptırımların esnekleştirilmesi veya kaldırılması hususu olacaktır.

Bununla birlikte, endüstrileşmiş ülkelerin birincil aktör olarak yer aldığı üretim süreçlerinin atmosfere karbon gazı salınımının neden olduğu iklim değişikliğinin daha da vahim sonuçlara ulaşmadan belli bir sınırda tutulması için alınacak tedbirlere işaret eden Paris Sözleşmesi’ne uyum ve sözleşme şartlarının yerine getirilmesi diğer ülkeler kadar belki de en çok ABD için önem arz ediyor. Hem endüstrileşmenin motoru oluşu, hem de dünyaya liderlik profili çizdiği iddiasındaki ABD’nin bu alandaki rolü kuşkusuz ki diğer ülkeler için bir model olmaya aday.

Öyle ki, bu süreçte, atmosferdeki gaz dağılımındaki değişiklikler nedeniyle adına iklim değişikliği denilen ve sadece belli bir ülke veya bölgeyi değil, artık giderek dünyanın her yerinde etkisini hissettiren değişim kaçınılmaz olarak küresel aktörlerin gündeminde baş yer işgal etmeye devam edecek. Kabaca ifade etmek gerekirse, 19. yüzyıl ortalarından itibaren endüstrileşmenin ‘küreselleşmesi’ne paralel olarak, önceleri sadece yerel düzeyde etkisini gösteren doğanın kirletilmesiyle sınırlı olan sürecin, özellikle 20. yüzyıl ortalarına gelindiğinde  küresel bir sorun olarak nükseden iklim değişikliğine doğru evrilmesi artık dünyanın belli başlı konuları arasında yer almasına yol açtı.

Güneydoğu Asya’nın yağmur ormanları ve küresel politikalar

Bununla birlikte, sorunun teorik boyutu bir yana, küresel iklim değişikliğinin son dönemdeki tetikleyicilerinden biri ve bu anlamda alınan tedbirlerin hiçe sayıldığının göstergesi olarak Güneydoğu Asya’da tanık olunan ve sadece bütün bir bölgeyi değil, dünyayı da yakından ilgilendiren yağmur ormanları kıyımlarına ve bu bağlamda çeşitli yönleriyle orman yangınlarına dikkat çekmek gerekiyor.

Bu anlamda, ABD yönetimi ekonomik, siyasi ve askeri bağlamlarıyla yüzyıla damgasını vuracak şekilde yeni bir vizyon belirleme ihtiyacıyla 21. yüzyıl “Asya Yüzyılı” projesini gündeme getirirken, Asya’nın diğer bölgelerinden ziyade nasıl ki Asya-Pasifik bölgesi öne çıkıyorsa, iklim değişikliğinin giderek daha vahim sonuçlara yol açması veya alınacak tedbirler hususunda da bu bölgenin kayda değer bir rol oynayabileceği görülüyor. Temelde Batılı ülkelerin endüstrileşme projelerine matuf gelişmelerle birlikte anılan ve dünyanın dört bir yanındaki doğal kaynakların sınırsız ve sorumsuz kullanımına işaret eden süreçte sıra öyle gözüküyor ki, Asya-Pasifik bölgesine gelmiş durumda.

Endonezya karbon üretiminde ABD’yi geçti

Çeşitli vesilelerle dile getirdiğimiz üzere 1980’lerden itibaren Asyavarî kapitalizmin küresel ekonomi pazarında edindiği ve bazı ülkelerce gıpta ile izlenen kalkınmacı politikaların yansıması bugün bölgenin iklim değişikliğinde oynamakta olduğu rolle bir başka vecheden ele alınmayı hak ediyor. Endüstrileşmiş ülkeler olmaları hasebiyle Japonya ve Çin gibi bölgenin iki önemli devletinin iklim değişikliğinde alınacak tedbirlerin hayata geçirilmesindeki rolleri tartışılmaz. Bununla birlikte, endüstrileşmenin izine pek de rastlanmayan, haddı zatında tarım toplumu özellikleriyle dikkat çeken Endonezya’nın karbon üretimindeki rolüne dikkat çekmek gerekir. Bu ülkenin özellikle karbon üretiminde geçen yılki performansıyla küresel endüstri devi ABD’nin önüne geçmesi dikkat çekiciydi.

Endonezya’da karbon gazı üretiminde böylesine büyük bir artışı gündeme getiren ise, bir çelişki gibi dursa da, tam da tarım toplumu olma özelliğidir. Palmiye yağının küresel pazarlarda çeşitli endüstrilerdeki talep artışına paralel olarak, ülkenin iki büyük adası olan Sumatra ve Kalimantan’daki yağmur ormanlarının palmiye plântasyonlarına dönüştürülmesi amacıyla yakılarak yok edilmesi sorunun temelini oluşturuyor.

Kalkınmaya feda edilen yağmur ormanları

Endonezya’nın topraklarında küresel iklim değişikliğini doğrudan etkilemeye yönelik icraatlara, sahip olduğu jeo-stratejik konumunun doğurduğu avantajlarla gelişmiş/endüstrileşmiş ülkelerin yatırımlarıyla endüstrileşmenin izlerine tanık olunan Malezya’yı da eklemek mümkün. Öyle ki, ülkeyi ziyaret edenlerin dikkatli bir bakışla ilk karşılaşacakları görüntü Malay Yarımadası’nın Malaka Boğazı’na paralel uzanan kuzey-güney doğrultusundaki geniş ormanlık alanların palmiye plântasyonlarına dönüştürülmüş olmasıdır. Ayrca, Endonezya ile paylaşılan ve dünyanın üçüncü büyük adası Borneo’nun kuzeyinde Sabah ve özellikle de Saravak Eyalet’indeki yağmur ormanları üzerinde geliştirilen ‘inisiyatiflerin’ Endonezya’daki benzeri çabaların bir devamı olarak da okumak mümkün. Bir yanda Malezya tarafında Sabah, Saravak ve Bruney’i birbirine bağlayan ‘Borneo Otoban’ını inşaatı, öte yanda Endonezya’da dünyanın altıncı büyük adası Sumatra’yı baştan başa geçecek ‘Sumatra Otoban’ı ulusal hükümetlerce bölge halklarına refah ve mutluluk getirmenin araçları olarak öne çıkartılırken, temelde ulusaşırı şirketlerin bölgedeki faaliyetlerinin alt yapısını oluşturduğunu unutmamak gerekir.

Asya-Pasifik bölgesindeki konumları kadar, ASEAN gibi kayda değer bir bölgesel birliğin kurucuları olan bu iki ülkenin küresel iklim değişikliğinin önünü almada ne türden bir rol icra edecekleri ve bu yönde atılması beklenen adımlara ne türden katkı yapacaklarını şimdiden kestirmek güç. Bununla birlikte, sahip olduğu geniş toprakları ve denizci bir ülke oluşu, geniş nüfus yapısı içerisinde kahir ekseriyetini Müslümanların oluşturması, dünyanın dördüncü büyük ‘demokrasisi’ gibi kimilerinin iftiharla öne sürdüğü özellikleriyle zaman zaman gündeme gelen Endonezya ile, çok-kültürlü çok-dinli bir toplum olması, kalkınmacı politikalarıyla benzeri ülkelere modelliğine dikkat çekilen ve 2020 yılında kalkınmış ülke hedefine ulaşmayı arzulayan Malezya’nın küresel iklim değişikliği karşısındaki duruşları üzerinde durulmayı hak ediyor.

Tüketimci toplum yağmur ormanlarını istiyor

Bugüne kadar çeşitli plâtformlarda iklim değişikliği konusunda alınan ve uygulamada karşılığı bulması beklenen tedbirlere rağmen, yukarıda ifade edildiği üzere başta Endonezya ve ardından Malezya’nın yağmur ormanları üzerindeki ekonomi içerikli tasarruflarında tek başlarına hareket ettiklerini söylemek mümkün değil. Tıpkı 20. yüzyıl ikinci yarısında Latin Amerika’nın dev ülkesi Brezilya’nın yağmur ormanlarının Batılı endüstrileşmiş ülkelerin tüketim toplumlarının tarım başta olmak üzere çeşitli endüstrilerinin ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla yağmalanmasına benzer bir süreç neredeyse son yirmi yıldır tedrici bir artışla bölgedeki bu iki ülkede yaşanıyor.

Konunun uluslararası kamuoyuna taşınmasında ise bölgede kurak iklim özelliğinin yaşandığı Ağustos-Ekim aylarında meydana gelen yangınların oluşturduğu duman bulutları rol oynuyor. Oysa ki, konu bugünün bir eseri değil. Aksine, 1990’ların sonlarından itibaren Sumatra ve Kalimantan Adaları’nda devasa yağmur ormanları yerine palmiye plântasyonları oluşturmak amacıyla yakılarak yok edilmesine konu olan bir süreçle karşı karşıyayız. Öyle ki, oluşan yoğun duman bulutları Endonezya’nın yanı sıra, komşu ülkeler Singapur, Malezya, Bruney üzerinden zaman zaman Hong Kong’a kadar olan bölgeyi içine alacak ve bölgesel siyasi krize yol açacak boyutlara ulaşıyor. Yoğun duman bulutlarından etkilenen bölge devlet ve kamuoylarının sağlık, ulaşım, eğitim vb. gibi son derece gündelik alanlarına kadar nüfuz eden etkileri kadar, atmosfere salınan zehirli gazların neden olduğu iklim değişikliğinin küresel kamuoyunu etkileyen bir boyutu olduğunu da hatırlamak gerekir.

Yağmur ormanlarının yakılmasının neden olduğu hasara dair bir fikir vermesi amacıyla Endonezya’da 2000 ilâ 2012 yılları arasında toplam 6 milyon hektar ‘birincil’ ormanlık alanın yok edildiğini ve bunun dünya sıralamasında bu ülkeyi Brezilya’nın önüne taşıdığını söylemek kafidir. Yukarıda değinildiği şekilde, Endonezya’nın geçen yıl Amerika’nın karbon emisyonu üretiminin önüne geçtiği yönündeki gelişme ise, her yıl bu ülke ormanlarının  giderek daha çok yok edildiğini ortaya koyuyor. Öte yandan, 2015 yılına dair yapılan bir araştırmada ise Güneydoğu Asya’daki orman yangınlarının bölgedeki üç ülkede yüz bin kişinin hayatına mal olduğu yönündeki açıklama ise pek üzerinde durulmadan geçiştirilmesi de manidardı.

Son birkaç yıldır gündede giderek daha çok yer işgal ettiği gözlenen Endonezya’daki yağmur ormanlarının yakılmasının ardında sadece bu ülkede faaliyet gösteren sektörün önde gelen ulusal şirketleri bulunmuyor. Aksine, aralarında söz konusu bu şirketlere mali ve teknoloji desteği sağlayan Batılı ülkelerden uluslararası ortakları da bulunuyor. Dünyanın en çok palmiye yağı üretici ülkelerinden biri olan Endonezya’da yaşanan bu doğa katliamının küresel iklim değişikliğinin önüne geçilmesi için önemli inisiyatiflerin geliştirildiği bir dönemde giderek daha da ön plâna çıkması ortada kayda değer bir çelişki olduğuna işaret ediyor.

Tekil ülkelerin kendi ulusal yasalarında sadece endüstri şirketlerinin değil, aralarında banka ve finans kuruluşlarının da olduğu çeşitli sektörlerin doğayı korumaya matuf kurallar silsilesine taraf olmaları; ve konunun küresel bir tehdit içermesi nedeniyle Paris Sözleşmesi gibi oldukça bağlayıcı anlaşmalara imza atılmasına rağmen, Güneydoğu Asya’nın zengin yağmur ormanlarında ortaya çıkan dejenerasyonun hesabı sorulamıyor.

http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/asya-pasifik-te-yagmur-ormanlari-kiyimi/729183

LEAVE A REPLY