Mehmet Özay 31.10.2018
ABD’nin Asya-Pasifik bölgesiyle ilgili belirleyici politikalarından birini Tayvan’la ilişkileri oluşturuyor. Bu bağlamda, Tayvan konusu, ABD-Çin ilişkilerinde önemli başlıklardan biri olmayı sürdürüyor.
Çin yönetimi, kendisinden bir parça kabul ettiği bu Ada’nın bağımsızlığına her ne pahasına olursa olsun karşı çıkarken, ABD ise Çin’in Asya-Pasifik bölgesinde egemenliğini genişletme çabalarında Tayvan’ı bir koruma kalkanı olarak gündeme getiriyor.
Tayvan’da iktidar değişikliği ve Çin’le gerilim
Bu noktada, Tayvan’daki mevcut iktidarın da Çin’le olan ikili ilişkilerinin bu süreçte belirleyici olduğunu unutmamak gerekir. Bu noktada, özellikle, 2016 yılındaki seçimlerde bağımsızlık yanlısı olarak bilinen Demokratik İlerlemeci Parti’nin (DPP) iktidarı ele geçirmesi ile Çin ve Tayvan arasındaki ilişkilerin gergin bir safhaya girmesi olarak yorumlanıyor.
Tayvan yönetiminin, Çin’in tehditleri ve uluslararası arenadaki karşı propaganda ve politikalarına rağmen, siyasi varlığını devam ettirme konusunda attığı adımlar ABD ile ilişkilerle de sınırlı değil.
Bu noktada, 2016 yılında Tsai Ing-wen’ın devlet başkanlığı koltuğuna oturmasından itibaren konuşulan Güney’le ilişkileri güçlendirme politikası dışişleri bakanlığına bağlı ‘Hint-Pasifik İşleri Bölümü’ ile geçen Mayıs ayında resmen yürürlüğe konuldu. ‘Yeni Güney Politikası’ adı verilen bu politikayı bir başka yazıda gündeme taşıyacağım.
Çin’in Tayvan bağımsızlığına tahammülü yok
Devlet başkanı Tsai Ing-wen, bağımsızlık konusunu bugüne kadar doğrudan gündeme getirmese de, ABD ile sürdürülen ilişkilerin boyutu Çin’i Tayvan konusunda giderek daha agresif bir dil kullanmasına neden oluyor. Çin’in tepkisi söylem düzeyinde de kalmayarak Tayvan Boğazı’nda askeri tatbikatlarla somut bir gelişme gösteriyor.
Bu noktada Tayvan konusu, ABD–Çin ilişkilerinde ortaya çıkan ticaret savaşları, Güney Çin Denizi’nde seyr-ü sefer ve uçuş sahasının uluslararası niteliğine halel getirme yönelimlerine ilâve olarak bir başka çatışma alanını oluşturuyor. Öyle ki, Tayvan’la ilişkilerin seyrine ve söylemlere bakıldığında Trump yönetimi döneminde Ada’nın ABD’nin ulusal güvenliği meselesinde önemli bir konuma yükseldiği konusunda görüşler dikkat çekiyor.
Bununla birlikte, ABD’nin, Kore Yarımadası’ndaki gelişmeler bağlamında Kuzey Kore liderinin Trump’la masaya oturmasında şu veya bu şekilde nüfuzu olduğuna kuşku olmayan Çin’le arasını, yine aynı bölgede açmasına neden olabilecek bir konuda ısrarcı olması rasyonel bir gelişme olarak yorumlanamaz.
ABD’nin Asya-Pasifik bölgesine dair politikalarının temel hedefinin Çin’in bölgesel etkinliğinin önünü almaya yönelik olarak, tepkisel bir bağlamda sürdürdüğü söylenebilir.
ABD-Tayvan askeri işbirliği
ABD-Tayvan yakınlaşmasında belirleyici konu askeri yardım olgusu. Geçen Pazar günü başlayan ve dün yani Salı günü sona eren Maryland’daki ABD-Tayvan Savunma Endüstrisi Konferansı bu gelişmelerin sonuncu olarak dikkat çekiyor. İlki 2002 yılında yapılan Maryland’daki konferans dizisinin bu yıl 17.sinin yapılması, iki ülkenin savunma sanayi alanındaki teşebbüslerinin boyutun ve sürdürülebilir bir nitelik taşıması açısından da önemli.
Bu etkinlik ve diğerlerine bakıldığında Tayvan tarafının ABD’den sadece hazır askeri techizat almakla yetinmek istemediği, aksine teknolojik donanıma hakim olma yönünde ciddi bir çaba sarf ettiği gözlemleniyor.
ABD’nin Tayvan’a silah satışında son gelişmelere bakıldığında 2017 yılı Haziran ayında 1.4 milyar dolarlık ve bunun ardından geçen Eylül ayında varılan 330 milyon dolarlık anlaşmalar ilişkilerin, yukarıda ifade edildiği üzere sadece ‘konferanslar’ düzeyinde kalmadığını ortaya koyuyor.
Trump yönetimi bu askeri anlaşmalarla Çin karşısında Tayvan’ın kendi güvenliğini geliştirmesini istiyor. Bu çerçevede 2001 yılında dondurulan teknoloji satışı konusu, geçen Nisan ayında yeni lisans düzenlemeleriyle özel firmaların teknoloji satışının önü açılmış oldu. Bunlar arasında deniz altı inşasına elverecek teknolojinin bulunması Tayvan’ın güvenlik konusunda ne denli agreif bir politika izlediğini ortaya koyuyor.
ABD savaş gemilerinin Tayvan boğazındaki seyr-ü seferinin Tayvan yönetiminde ilk defa kamuoyuyla paylaşılması olması da, iki ülkenin askeri işbirliğini uluslararası bir tanınırlık düzeyine ve hatta meşruiyet zeminine taşıma olarak değerlendirilebilir.
De facto büyükelçilik
ABD’nin Tayvan’la ilişkilerindeki gelişmelerden bir diğeri ise, Taipei’de de facto büyükelçiliği ve geçen Mayıs ayında ‘Tayvan Seyahat Yasası’ adı verilen yasaya imzalamasıyla, artık ABD’li üst düzey görevlilerin Ada ziyaretlerinin önü açılmış oldu.
ABD’nin Tayvan üzerinden Çin’e vermek istediği bir mesaj olduğuna kuşku yok. Özellikle Güney Çin Denizi’nde hakimiyet iddialarını tekrarlayan Çin’e karşı Tayvan’ın yanında olduğunu somut bir şekilde ortaya koyması bunun bir ifadesidir.
Ancak burada dikkat çeken husus, örneğin Barack Obama dönemiyle kıyaslandığında, Trump döneminde Tayvan’la ilişkilerin daha da öne çıkacak şekilde görünür kılınmasıdır. ABD savunma bakanlığı Asya-Pasifik güvenlik ilişkileri sekreter yardımcısının Tayvan’a silah satışı konusunda, “daha normal bir dış askeri satış ilişkisi”ne doğru gidildiği yolunda yaptığı açıklama bu politikanın bir yansımasıdır.
Çin tepkide ısrarlı
Bu gelişmeler karşısında Pekin yönetimi, Tayvan’ın ana kıtadaki Çin’e bağlılığına vurgusu ve herhangi bir bağımsızlık olgusunun somut bir şekilde gündeme gelmesi halinde gerekli karşılığı vereceği yönündeki uyarıları halen geçerliliğini koruyor.
Çin yönetimi bu tepkisini gerekçelendirirken, ABD’nin 1979 yılından itibaren Tayvan yerine Çin’i meşru partner kabul ettiği ‘tek Çin politikası’ uygulamasına tezat teşkil edecek politikalarına dikkat çekiyor.
Tayvan’da yönetim açıktan açığa bağımsızlık konusunu gündeme getirmese de, Çin’in siyasi ve de askeri varlığı karşısında öz korumacı çabalarına devam edecektir. Bu süreçte, yanı başında bulacağı en önemli ortak ise ABD’dir. Bu durum, hiç kuşku yok ki, ABD ve Çin gibi iki gücün Asya-Pasifik bölgesindeki etkileşimlerinde Tayvan konusunun bir çatışma alanı olarak varlığını sürdürmesi anlamı taşıyor.