Mehmet Özay                                                                                              27.06.2020

Covid-19 sürecinde ülkeler tedbirleri gevşetme yönünde neredeyse benzer ve ortak kararlar alırken, salgın tehdidin geçmediği Çin, Avustralya, Yeni Zelanda ve Almanya gibi covid-19 ile mücadelede görece başarılı kabul edilen ülkelerde ikinci dalganın başlaması, açıkçası yakın ve orta vadede dünya genelinde nelerin olabileceği konusunda endişelerin yeniden artmasına neden oluyor.

Bu süreçte, ulus-devletler, bölgesel uluslararası kuruluşlar nezdinde ve genel itibarıyla yaşam tarzı üzerinde paradigma değişimleri söylemi yer tutarken, covid-19’un azınlıklar, çatışma bölgelerinde yaşayanlar ve mülteciler/sığınmacılar gibi zaten pek çok sorunla yüzleşmekte olan kitleler ve toplumlar üzerindeki etkisi bir başka alanda tartışılmayı hak ediyor.

Asya-Pasifik’te Müslüman azınlıklar

Doğu/Güney ve Güneydoğu Asya coğrafyasında Hindu, Budist çoğunluğun ve devlet nizamının egemen olduğu toplumlarda, azınlık statüsündeki Müslümanların çeşitli sorunları oldukları bilinmektedir.

Küresel medyanın gelişmesiyle söz konusu sorunlar gündelik haber akışlarında zaman zaman yer bulmakla birlikte, sorunların anlaşılması, Müslüman kitlelerin seslerini duyurmaları Batılı ve/ya ilgili hükümetlerin merkezi yapılarının bakış açılarının eseri olması dolayısıyla hakkıyla ele alındığını düşünmek zor.

Buna ilâve olarak, söz konusu toplumları gerek azınlık, gerek çatışma bölgeleri vb. bağlamlarda ele alan akademik çalışmaların kahir ekseriyetinin Batılı araştırmacılar ve akademisyenlerce yapılmakta oluşu da, Müslüman kitlelerin sorunlarının yine kendilerinin hangi değer ve teorilerle ele alındığı şüpheli yaklaşımlara konu olmaktadır.

Ulusal güvenlik ve covid-19’la mücadele

Aralık ayının sonlarından itibaren gündeme gelen, Covid-19 salgını, Doğu Asya’dan başlayarak ulus-devletlerin bir sağlık problemi olarak nüksetmiş olsa da, kısa sürede ulusal güvenlik çerçevesinde ele alınan bir olgu haline gelmiştir.

Yukarıda zikredilen coğrafyalarda yaşayan Müslüman azınlıkların yerelde farklılaşan, ancak genel çerçevesi itibarıyla bakıldığında benzer nedenlerle ötekileştirilmeye konu oldukları gözlemlenmektedir. Bu ötekileştirme, sıcak çatışma halini alabildiği gibi, ekonomi, sosyal ve kültürel vb. baskılar şeklinde de zuhur edebilmektedir.

Bu süreçte gündeme getirilmesi gereken soru, covid-19’u ulusal güvenlik sorunu olarak değerlendiren ilgili ulus-devletlerin bünyelerinde barındıkları ve sözde vatandaş kabul edilen Müslüman toplumlara yönelik politikalarının nasıl bir yönelim kazandığıdır.

Bu noktada, Doğu/Güney ve Güneydoğu Asya coğrafyalarındaki ulus-devletlerdeki gelişmeleri kısaca ele almak suretiyle, Müslüman toplumların nasıl bir toplumsal ve siyasal yapı içerisinde bulundukları ve Covid-19’un bu durumu ne denli pekiştirme veya değiştirme aracı haline geldiği tartışılmalıdır.

Bahsi geçen bölgelerden Çin Halk Cumhuriyeti’nde Uygurların, Myanmar’da Arakanlı Müslümanların, Tayland’da Patanililerin, Filipinler’de Mindanaoluların, Hindistan’da Keşmirlilerin değişik düzeylerde çatışmaya/ayrıştırmaya konu oldukları bilinmektedir.

Söz konusu bu Müslüman toplumlar içerisinde Arakanlı Müslümanlar Myanmar merkezi devletince vatandaş olarak kabul edilmezken, diğerleri içinde bulundukları ulus-devletlerin vatandaşları konumundalar.

Covid-19 sürecinin ilgili Müslüman azınlık toplumları için bir tehdit ve tehlike unsuru olmasının nedeni sanıldığının aksine salt alt yapı sorunuyla bağlantılı değildir. Elbette, ayrımcılığa ve değişik düzeylerde sıcak çatışmalara konu olan bölgelerde, merkezi ulus-devlet yapılaşmasının bu azınlıklara karşı politikası ile, görece barış sürecinin sürdüğü bölgelerdeki durum birbirinden farklılaşmaktadır.

Bununla birlikte, temel itibarıyla ortada bütüncül bir güven sorunu olduğunu söylemekte fayda var.

Sağlık gibi hasta bireyin kendini emanet ettiği doktor başta olmak üzere sağlık personeli ile ilişkisinin normal şartlarda ırk-din-dil vb. ayrımlara tabi olmadığı düşünülebilirse de, pratikte bunun böyle olup olmadığı tartışmalıdır.

Kaldı ki, covid-19 gibi nedeni bilinmeyen, tedavisi belirlenememiş, bulaşıcılığı üst düzeyde seyreden bir hastalıkla mücadelede sağlık personelinden beklenen ferâgatin yaşam meselesi olması da, iki taraf ilişkisini oldukça kritik bir noktaya taşımaktadır.

Mülteciler ve azınlıkların durumu

Girişte dikkat çekildiği üzere, bu yapıların yanı sıra, yine bunlarla ilintili olarak mülteci/sığınmacı statüsünde ilgili bölge ülkelerinde yaşayan kitleler ise bir başka sorunla karşı karşıya bulunmaktadırlar.

Normal şartlarda ya toplama kamplarında ve/ya kaçak olarak çalışma imkânı bulmaları, -ki bu genellikle insan kaçakçıları marifetiyle plântasyonlar, küçük ve ortak ölçekli fabrikalar, temizlik vb. gibi bazı iş kollarında istihdama konu olmaları şeklinde gündeme gelmektedir.

Toplama kamplarındaki yüksek popülasyon, sağlık başta olmak üzere alt yapılarının yetersizliği, bu merkezlerdeki mülteciler/sığınmacılar salgında, neredeyse birincil hedef haline getirmektedir. Kamplar dışında kaçak statüsüyle çalışma imkanı bulanlar ise, çok sayıda kişinin bir arada barındığı küçük mekanlar ise salgına davetiye çıkartmaktadır.

Bu noktada, Malezya’da Arakanlı Müslümanların zaten kangren haline gelmiş olan sorunları covid-19 ile birlikte bir kat daha arttığı gözlemlenmektedir. Bir yandan kamplarda ne tür önlemler alınacağı gündeme gelirken, öte yandan birarada yaşayanlar güvenlik güçlerine yakalanmak ile salgına yakalanmak riski arasında tercihte kalmak zorunda bırakılmaktadırlar.

Örneğin, Mayıs ayı içerisinde Kuala Lumpur’un merkezinde bu tür mekânlara yapılan baskınla yaklaşık 586 Arakanlı Müslüman gözaltına alınırken, hem göz altına alınış şekilleri hem de kaderlerini neyin beklediği konusu içler acısı bir duruma işaret etmektedir.

Her ne kadar Malezya makamları salgının bu kitle arasından çıktığı/yayıldığı konusunda bir rasyonel düşünceden hareket etse de, bu durum mülteci/sığınmacı konumundaki bu insanların sorunlarını çözmeye yetmiyor.

Aksine, covid-19 sürecinde belki de en çok mağduriyete konu olan kitlenin yine bu insanlar olmasına neden oluyor.

Üstüne üstlük, kendilerini temize çıkarma eğilimindeki resmi makamlar gizli/açık oluşturulan propaganda mekanizmaları covid-19’un yayılma kaynağı olarak mülteci/sığınmacıları göstermeleri ile bir başka temel insan hakları meselesi olarak ortada durmaktadır.

Kaldı ki, göz altına alınan Arakanlı Müslümanların testlerinin temiz çıkmasının ardından, bu sefer de toplama kamplarına gönderildiler. En azından bir bölümünün Malezya’da ve/ya Bangladeşte yaşayan ailelerini ekonomik olarak destekledikleri göz önüne alındığında  söz konusu bu zor dönemde bu insanlara hak ettikleri ilginin gösterilmesi gerekirdi.

Hint Alt Kıtası’nda ise durum Bangladeş’te Arakanlı Müslümanlar, Hindistan’da ise Assam Eyaleti ve Keşmir bölgesi öne çıkmaktadır.

Myanmar’ın batısında Arakan eyaletinde gerek Budist çeteler gerekse Myanmar güvenlik güçlerince 2012’den bu yana sergilenen ve etnik soykırıma kadar varan şiddet üzerine Bangladeş’e geçen Arakanlıların derme çatma barakalarda yaşam mücadelesinin yanı sıra, ve covid-19 konusunda sağlık tedbirlerinin aciliyet taşıdığını göstermektedir.

Hindistan’da 2019 yılı ortalarından itibaren gündeme gelen ve özellikle Assam bölgesindeki göçmenleri/mültecileri hedef alan vatandaşlık yasası uygulamasının doğurduğu gelişme covid-19 mücadelesinde ilgili kitlelerin yeni bir zorlukla karşıya karşıya olduklarına işaret etmektedir.

Keşmir de ise bitmeyen çatışma ortamı, Hindistan devletinin ağır askeri tedbirleri, Keşmirli Müslümanların kendi topraklarında mülteci konumuna düşmelerine neden olmaktadır.

Doğu/Güney ve Güneydoğu Asya bölgesinde Müslüman azınlıklar ile mültecilerin covid-19’la mücadelede ilgili ulus-devletlerin sağlık politikalarından ne denli istifade edebildikleri tartışmalıdır.

Farklılaşan özellikleriyle dikkat çeken bu bölgelerdeki toplumlar mobilizasyondan mahrum oldukları gibi, yoksulluk/geri kalmışlık nedeniyle alt yapı hizmetlerinden de yeterince istifa edememektedirler.

Söz konusu bu kitlelerin sorunlarının aciliyetle ele alınması ve özellikle covid-19 sürecinde sürdürülebilir sağlık tedbirlerine ulaşmalarını sağlayacak mekanizmaların ortaya konulması en büyük temennimizdir.

LEAVE A REPLY