Mehmet Özay                                                                                              21.04.2020

Covid-19 ile mücadelede ulus-devletlerin rolüne daha önceki bazı yazılarımızda değinmiştik. Hatta bu süreci oldukça iyi yönettiği gözlemlenen Asya-Pasifik bölgesindeki bazı ülkelerin covid-19 sonrası süreçte ulus-devlet algının değişmesi bir yana, daha da güçlenerek çıkacağını ileri sürmüştük.

Bununla birlikte, Asya-Pasifik bölgesinde Covid-19 sürecinin nasıl bir yönelim takip ettiğine dair dikkatle izlenmesi gereken başka bölgeleri de bulunuyor.

Covid-19 sürecinde başarılı uygulama örnekleriyle öne çıkan Asya-Pasifik bölgesinde, azınlık ve çatışma bölgelerinde sürecinde yaşayanların ise bir başka gerçekliğe tekabül ediyor.

Bu çerçevede, bu coğrafyadaki çatışma bölgeleri ve özerk yönetim adı altında bulunan bölgelerde neler yaşandığı da önem arz etmektedir.

Ayrıca, çeşitli ülkelerdeki mülteci kamplarını da unutmadan.Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nce 9 Nisan’da yapılan açıklamada, Asya-Pasifik bölgesinde çeşitli ülkelerde kamplarda tutulan büyük bölümünü kadınların ve çocukların oluşturduğu mültecilerin sağlıklı ortamlara kavuşturulması yönündeki çağrısı dikkat çekiciydi.

Azınlık/çatışma ve özerk bölgeler

Azınlıklar ve çatışma bölgelerindeki toplumların Covid-19 ile mücadelesi tek başına ele alınamayacak, aksine bölgesel ve küresel yapıların önemli desteğiyle sürdürülebilir bir duruma işaret etmektedir.

Arakan, Patani, Mindanao, Bangladeş gibi düşük veya orta düzeyde çatışmalara konu olan ve/ya barış süreci yaşamakla birlikte, toplumsal ve siyasal yapılanmasının sağlıklı bir zemine oturtul/a/madığı toplumsal yapılarda Covid-19, bir tıbbi tehdit unsuru olmanın yanı sıra, ayrıştırmanın ve çatışmanın aracı haline getirilebilecek bir boyuta sahiptir.

Arakan

Myanmar’ın batısındaki Arakan Eyaleti’nde yaşanan göç hadiseleri sonrasında artık sayılarının sadece birkaç yüz bin ile sınırlı olan Müslümanların -ki bunların 120.000 eyalette oluşturulan 20 kampta yaşam sürmektedir- nasıl bir sağlık sistemi içinde korundukları; söz konusu göçlerin ana destinasyonu olan Bangladeş’in güneydoğusundaki Cox’s Bazar bölgesindeki kamplarda hayat mücadelesi süren bir milyonu aşkın Arakanlı Müslümanın nasıl bir sağlık ortamı ile yüzleştikleri;

Arakan ve kamp

Malezya’da, Şubat 2020 verilerine göre, toplam 14 kampta yaşam süren 178.900 mültecinin yüz binden fazlasını oluşturduğu belirtilen Arakanlı Müslümanların oluşturduğu mültecilerin ülke genelinde uygulanan  tedbirlerden nasıl pay aldıkları;

Patani

Tayland’ın güneyinde düşük yoğunluklu çatışmanın sürdüğü Patani bölgesinde merkezi Tay hükümetinin ve/ya bölgede sivil-askeri yönetimi oluşturan Güney Sınır Eyaletleri Yönetim Merkezi’nin nasıl bir sağlık politikası sergilediği;

Mindanao-Sulu

Filipinler’de başkent Manila’nın da bulunduğu Luzon Adası covid-19 salgınıyla mücadelede zorlu günlere konu olduğu bir dönemde ülkenin güneyinde Mindanao ve Sulu Adaları, barış anlaşması sonrasında geçen yıl yapılan referandumla özerk yönetime kavuşmasına rağmen, bölgenin sosyo-ekonomik yapısı ve neredeyse tüm alt yapı hizmetlerinin halen büyük ölçüde çatışma döneminin izlerini taşırken, covid-19’un toplumsal yaşamı nasıl etkilediği üzerinde durulması gereken konuların başında gelmektedir.

Merkez-çevre ayrışmasında çözüm arayışı

Bu bölgelere bazı ülkelerde özellikle alt yapı anlamında geri kalmış/bırakılmış bölgeleri de eklemek gerekiyor. Bu anlamda, Endonezya gibi bir ucundan diğerine 5000 kilometreyi aşan bulan bir ulus-devlette yerleşik merkez-çevre ayrışmasının covid-19 mücadelesinde yeni bir boyut kazandığı gözlemlenmektedir.

Öyle ki, bu süreç, daha çevreye gitmeden, merkezin kendi içinde yani, başkent Cakarta’da hükümet ile başkent valiliği yönetim çevresinin covid-19 ile mücadelede farklı politikalar gündeme getirmeleri, tam da ortak hareket edilecek bir zeminde ayrışmanın yeni bir formu olarak ortaya çıktığı gözlemlenmektedir.

Endonezya’da hükümetin uzun bir süre covid-19 vakasının görülmediğini açıklaması ardından, yabancılarla temastan kaynaklanan vakaların teker teker ortaya çıkması kadar, genel test imkânında yaşanan yoksunluklar, çeşitli bölgelerde hayatını kaybeden kişilerin ölüm nedeni olarak covid-19’a çok yakın olarak değerlendirilen akut solunum rahatsızlığı vb. nedenlerin ifşası, merkezi hükümet ile başta Cakarta valiliği olmak üzere bazı eyalet yönetimleri arasında alınacak tedbirler konusunda yaşanan çelişkili süreçler ülkede birşeylerin olumlu gitmediğinin habercisiydi ve bu süreç devam ediyor.

Cakarta valisi Anies Baswedan Geçen Cumartesi günü itibarıyla sadece başkent Cakarta’da, topla 1114 kişinin cenaze işlemlerinin covid-19 protokollerine göre yapılması, hastane raporları ile bazı çelişkilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Vefat edenlerin bazılarının yakınları halen hastahanalerden ölüm raporunu beklemeleri ise sürecin nasıl işlediğinin bir başka göstergesi.

Aralarında Açe’nin de bulunduğu bazı eyaletlerde hastalardan alınan örneklerin testler için uygun sağlık ekipmanlarının bulunmaması nedeniyle başkent Cakarta’daki Sağlık Bakanlığı Araştırma ve Geliştirme birimine (Balitbangkes) gönderilmesi, aradan geçen süre zarfında olumlu veya/olumsuz cevap alınmamasına rağmen, hastaların hayatlarını yitirmesi alt yapı eksikliğinin yanı sıra, bürokratik engellemelerin ne denli etkin olduğunu akla getiriyor.

Kaldı ki, ülkenin en batı ucunda bulunan Açe Eyaleti’nden uçakla iki buçuk saatlik mesafedeki başkente gönderilen ve geri gelmesi beklenen örneklerin birbirine karışıp karışmaması, yolda veya bekleme sürecinde herhangi bir müdahaleye konu olup olmaması gibi bir dizi soruyu da akla getiriyor.

Burada savunmacı bir yaklaşımla, zaten başkent Cakarta’da durumun pek de iç acıcı olmaması nedeniyle, Açe’deki ve/ya başka bölgelerdeki sağlık alt yapısının dikkate alınamayacak olmasını normal bulabilir. Ancak Açe’nin tecrübe ettiği ve o dönem yüzyılın felâketi olarak adlandırılan tsunami sonrasında bölge için kullanılması öngörülen yedi milyar Dolarlık uluslararası desteğin nasıl bir sağlık alt yapısının geliştirilip geliştirilmediğinin sorgulanacağı dönemler aslında covid-19 gibi dönemlerdir.

Bugün Açe’de herhangi bir hastahanade covid-19 testinin yapıl/a/maması bir yana, sağlık görevlilerinin en temel ihtiyaçlardan yoksun olması tsunami sonrası yeniden yapılanma ve ardından “özerk” bir siyasi yönetime sahip Açe’nin nasıl bir kalkınma sürecine konu olduğunun test edilmesine neden oluyor.

Özerk yönetim şartları çerçevesinde uluslararası partnerlerle ortak projeler/destekler gündeme gelebileceği gerçeğine karşın, bugün Açe covid-19 çerçevesinde merkeze bağımlı bir yapı sergilemektedir. Ulusal basında Açe’de güya covid-19 önlemleri çerçevesinde askerlerin alelade maskeleri Açeli yaşlıların yüzlerine takarken çekilen ve neredeyse özellikle çekilmiş imajı uyandıran fotoğraflar ise, sanki bölgede son on beş yıl hiç yaşanmamış, aksine çatışma döneminin sorunlu yapısını ortaya koyan bir görüntüye gönderme yapıyor.

Tsunami sonrasında Türk Kızılay’ının eyalet başkenti Banda Açe’de inşasına katkıda bulunduğu “Toplum Merkezi”nde kendisine ayrılan bir bölümün yıllardır atıl bir vaziyette durması ise sadece bugünler için değil, Açe’de genel kamu sağlığının desteklenmesi geliştirilmesi için olası bir imkânın nasıl heba edilebileceğinin de örneği olarak ortada durmaktadır.

Kızılay 2009 yılından sonra bölgeden çekilirken, bir süre Banda Açe’deki Endonezya Kızılhaç’ına (Paleng Merah Indonesia-PMI) gönderildiği ifade edilen azımsanmayacak miktarda desteğin ise ne şekilde harcandığı herhalde PMI kayıtlarından araştırmam mümkün olabilir. Sorunun temelinde şu veya bu kurum ve yardım değil, sürdürülebilirlik esasına dayalı bir yapılaşmanın olup olmadığıdır söz konusu olan.

Yoksa, Açe’nin kendine yeter kaynaklarının bugüne kadar Açeliler için kullanılmamış olması, özerk yönetim adı ile var olan siyasi sistemin tüm detayları ile uygulanmaya geçirilmemiş olması, sadece covid-19 gibi küresel bir süreçte kamu sağlığı alanında acınası durumların ortaya çıkmasına yol açmakla kalmıyor. Aksine, bölgenin kendi bağlamında, diyelim ki Endonezya’nın diğer eyaletleri için de örnek teşkil edecek bir yapılanmanın hayata geçirilememesine neden oluyor.

Asya-Pasifik bölgesinin Güney Kore örneğinde olduğu gibi kalkınmış ülkelerinin Covid-19’la mücadelede sergilediği görece başarının yanı sıra, yaşanan küresel kaos nedeniyle -en azından şimdilik- gözlerden uzak kalan azınlık-çatışma ve özerk bölgelerinde yaşayan toplumların nasıl bir sağlık ortamı ile yüz yüze kaldıkları dikkatle ele alınmayı bekliyor.

Bu çerçevede, bölgedeki ilgili ulus-devletlerin yanı sıra, bir birlik olarak ASEAN ile Tayvan, Güney Kore, Singapur gibi kalkınmış ülkeler kadar, çatışma bölgeleri toplumlarının bazı özellikleri dolayısıyla halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin de işbirliğine imkan tanıyan bir yapılaşmanın hiç kuşku yok ki, bugünlerde çokça gündeme getirilen “paradigma değişikliğini” ilk adımı olacağına kuşku bulunmamaktadır.

LEAVE A REPLY