Mehmet Özay 12 Kasım 2012
Geçen hafta başında Laos’da önemli bir toplantı gerçekleşti. ASEAN ile Avrupa Birliği’nin oluşturduğu ASEM adıyla bilinen oluşumun 9. toplantısı 49 ülkenin ve üç kurumun (Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği ve ASEAN) katılımıyla, ASEAN dönem başkanlığını yürüten Laos’un başkenti yapıldı. Bildik simaların dışında, toplantıya katılan liderler arasında Avustralya Başbakanı Julia Gillard ve Fransa Devlet Başkanı Francois Hollande gibi önemli isimler dikkat çekiyordu.
Bu toplantıyla birlikte, ASEAN bağlamında sık aralıkla yapılan toplantılar serisinin bir yenisi ortaya konurken, Avrupa Birliği ve Asya’dan yeni üyelerin oluşuma davet edilmesi Güneydoğu Asya topraklarında süre giden siyasi, ekonomik ilişkilerin boyutlarının umulanın ötesine taşınabileceği sinyalini veriyordu. Aslında yarım yüzyıl öncesine kadar gündemde olan sömürgecilik ilişkileri dikkate alındığında kimi Avrupa ülkelerinin bölgeye yabancı olmadığı hatırlanırsa, bu ülkelerin dışında bugün teknolojik gelişmişlikleri, ‘know-how’ alanındaki üstünlükleriyle dikkat çeken Kuzey Avrupa ülkelerinin de bölgeyle flörtü devam ediyor. Bu çerçevede Norveç ve İsviçre’nin yanı sıra, Bengaldeş’in ASEM’e üyeliği yapılan törenle kabul edildi. Bu yeni gelişme üzerinde kısaca durmak gerekir. Norveç’in Güneydoğu Asya’ya ilgisi özellikle insan hakları, barış görüşmeleri, iklim değişikliği gibi alanlarda katılımı ve katkısı biliniyor. Örneğin, Endonezya’da 2007 yılından bu yana faaliyet gösteren Statoil petrol firmasının milyar Dolarlık önemli yatırımları kapıda beklediğini hatırlatalım.
Ancak İsviçre gibi AB içinde dahi görünürlüğü az olan bir ülkenin ASEAN ile ilişkilere yönelmiş olması ilginç bir gelişme. Bengaldeş için de aynı düşünceler dile getirilebilir. Ancak Bengaldeş gerek sözde bir İslam ülkesi olması, yoğun nüfusu, ekonomik geri kalmışlığı, coğrafi konumu ile de diğer üyeler içinde farklı bir konum taşıyor. Bununla birlikte, Bengaldeş üzerinden Güney Asya’ya bir kapı aralandığı düşünülebilir. Ancak ekonomik ve sosyal yoksunluk nedeniyle sürekli dışa göç veren bir ülke olan Bengaldeş’in şimdilik ASEAN’a katkısının olsa olsa ucuz emek gücü taşıyacağı düşünülebilir. Bengaldeş Başbakanı Hasina yaptığı konuşmada küresel sorunların çözümünde ‘Avrupalı dostlarımızla ortak çalışma’ gibi bir söylemi dile getirmesi, evinin içini temizleyememiş bir ev hanımının mahalleye muhtarlığa soyunması gibi absürd bir görüntü ortaya çıkarıyor.
Bu minvalde, Avrupa’nın bölgeye ilgisine biraz daha detaylarıyla göz atalım. Genelde küresel çapta faaliyet gösteren şirketlerin yatırımları ile gündeme gelen Güneydoğu Asya toprakları, bölgenin Doğu-Batı arasında ilişkilerin neredeyse tüm seçenekleri ile ortaya çıkmasıyla tek tek devletlerin de rol almak istedikleri bir alana dönüşüyor. Örneğin, sadece gıda, tekstil bağlamında değil, petrol ve doğal gaz sondaj çalışmaları, denizcilik, savunma sanayii gibi alanların bölgede son dönemde giderek artan bir şekilde kendini hissettiren sınır sorunlarına dayalı güvenlik ihtiyaçlarına cevap olarak algılanabilir. Ya da böyle bir ihtiyaç zorunlu hale getirilebilir. Bununla birlikte, farklı bir bakış açısı geliştirmekte mümkün elbette. O da, Avrupa’nın geçirmiş olduğu süreçleri dünyanın diğer bölgelerine ‘ihraç etme’ konusundaki ihtiraslı yaklaşımından vaçgeçmemiş olması. Bu anlamda Fransa ve Norveç’in özellikle savunma sanayii konusunda, örneğin Malezya’ya ‘cazip tekliflerle’ gelmeleri örnek gösterilebilir.
Genel anlamda Avrupa’nın bakış açısını yansıtması açısından Avrupa Birliği Başkanı Jose Barroso’nun konuşması dikkat çekiciydi. Barroso, Asya’nın Avrupa için giderek artan önemine vurgu yaparken, aslında Avrupa’nın sömürgecilik döneminden emperyalizme ve ulus-devletlere evrilen ilişkiler ağının post-modern dönemde yeniden farklı bir dille gündeme getirilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Bu bağlamda, dünün hammaddeleri, ucuz emek cenneti ülkelerinin bugün Batı’nın ekonomik krizle boğuştuğu dönemde yüzde altı ile onluk ekonomik büyüke skalasını tutturmasıdır Avrupa’ya cazip gelen. Bu arada, yukarıda zikredilen süreçlerde yerli halkların ve siyasi elitlerinin kaderlerinde ne kadar belirleyici rol oynadığı da bir başka tartışma konusu. Baroso, ağzındaki baklayı çıkarmakta gecikmeyerek, sarı derili liderler önünde “kazan-kazan” söylemini dillendirirken geçmişin ‘tek yönlü kaza’nından Avrupa’nın paylaşımcı bir etik anlayışa evrildiği düşüncesini akıllara getiriyordu. ‘Sürdürülebilir küresel kalkınma’ ifadesi de, Eski Kıta’da gerçekleştirilememiş bir ‘sürdürülebilirliği’ eski sömürge topraklarında dünyaya ilân anlamı taşıyordu.
Zaman zaman dile getirdiğimiz üzere, ASEAN’ın AB’yi kendine model alma çabası özellikle ekonomik birliktelik bağlamında gündeme geliyor. Bugüne kadar serbest dolaşım, ortak dil vb. AB’de işlevsel hale getirilen alanları bir kenara bırakma eğilimindeki ASEAN yönetimi iş ekonomiye geldiğinde bölge içerisinde çatışmacı yönelimleri ortadan kaldıracak ekonomik yönetim çatısı oluşturma konusunda oldukça istekli görünüyor. Bu girişim, bir yandan Çin öte yandan Hindistan’ın ekonomik gücü karşısında bir önleyici tedbir olarak da varlığını koruyor. Bu iki güç karşısında ASEAN’a üye ülkeler, ekonomik rekabet ve büyümenin ancak birlikten geçtiğinin farkındalar. Her ne kadar son birkaç yılda ‘avro kriz bölgesi’ olgusu ortaya çıksa da, Avrupa ülkelerinin aralarında gerçekleştirdikleri birliğin son yarım yüzyılda özellikle ABD karşısındaki ‘bağımsızlığın’ reçetesi olduğu ve bunun aracının da mal, hizmet ve iş gücü dolaşımından geçtiği göz ardı edilemez. Bu nedenle bir süredir dile getirilen ekonomik birlik yapısının 2015 yılında ASEAN Ekonomik Birliği (AEB) çatışı altında hayata geçirilecek. Birlik sayesinde bölgenin kendi insanının ürünü olan şirketlerin dayanıklılık gücüne ivme kazandırılacağı gibi, muadilleri içinde zamanla uluslararası bir güç olarak ortaya çıkmaları da öngörülüyor. Bu bağlamda, ‘Asya Kaplanları’ndan ‘ASEAN Kaplanı’na doğru bir yönelim olduğu izlenimi edinmek mümkün. Ancak bölge siyasi bütünlüğünün ulus-devletten ulus-ötesi siyasi birlikteliğe evrilme başarı
gösterip göstermeyeceğini zaman gösterecek. Böylesi bir ulus-ötesi birliğin siyasi ve ekonomik hedefleri kuşkusuz ki sadece yukarıda ile getirdiğimiz Çin ve Hindistan’ı hedef alan rekabetten de ibaret olmayacaktır.
gösterip göstermeyeceğini zaman gösterecek. Böylesi bir ulus-ötesi birliğin siyasi ve ekonomik hedefleri kuşkusuz ki sadece yukarıda ile getirdiğimiz Çin ve Hindistan’ı hedef alan rekabetten de ibaret olmayacaktır.
Öte yandan, bölge ülkelerinin ekonomi alanındaki göstergeleri ‘pozitif değer’ olarak yansırken, bireylerin, sosyal zümrelerin, etnik unsurların hakları ve özgürlükleri çerçevesinde daha alınması gereken epeyce yolun olduğu da bir başka gerçek. Burada salt Batı’nın koymuş olduğu standartları öngörmediğimizi de hemen belirteyim. Bunun son dönemdeki göstergelerinden birini Batılı unsurların Myanmar’a karşı politikalarında görmek mümkün. Daha birkaç on yıl öncesine kadar, tekil ekonomik ve siyasi çıkarları doğrultusunda diktatörleri desteklemekten geri kalmayan kimi Batılı öncü ülkeler bağlamında ‘Batılı değerlerin’ uygulamadaki göreceliliğiyle çoktan tanışıklığımız olduğunu unutmayalım. Demokratik açılımlar konusunda ASEAN içerisinde hangi ülke veya ülkelerin diğerlerine model teşkil edebileceği ve oluşturulabilecek birlik etiği bağlamında baskı mekanizmasının kurulup kurulamayacağı şimdilik muğlaklığını koruyor. Myanmar örneğinde görüldüğü üzere demokratik örneklikten değil de, bölge ülkelerinin Myanmar’a yönelik şu ana kadarki yatırımlarının ve geleceğe matuf kayda değer yatırım plânlarının yaptırım unsuru olarak araçsallaştırılması söz konusu. Aslında bu paragrafta tartıştığımız hususlar, demokrasi olgusu çerçevesinde bir süredir devam eden teorik görüş farklılıklarıyla alâkalı. Bir yanda, demokrasiyi öncellemiş bir AB ve Batı öte yandan ekonomiyi ilk sıraya koymuş ve ‘Asyalılık değerleriyle mücehhez’ bir anlayışın hakim olduğu Doğu ve Güneydoğu Asya açılımı.
Tam da burada bu senaryo önünde potansiyel ‘tehdit’ veya ‘tehlike’ olarak neşet edebilecek birkaç hususa dikkat çekelim. Son otuz yılındaki ekonomik gelişmişliğini otokrat hatta ve hatta diktatörlük yönetimleri ile elde ettiği aşikâr olan bölge ülkelerinin AB gibi model bir projeyi hayata geçirmede nasıl bir ortak değerler silsilesi ortaya koyacakları merak konusu. Söz konusu bu model tıpatıp Avrupa/Batı siyasi ve ekonomik değerleri üzerine mi inşa edilecek, yoksa özellikle demokratikleşme, insan hakları gibi sahalarda Batının çokça eleştirilerine maruz kalan Singapur, Malezya gibi ülke liderlerinin dillendirdikleri ‘Asyalı değerler’ muvacehesinde ASEAN’a rengini verecek bir değerler silsilesini mi hayata geçirilecek? Öte yandan, Ekonomik kazanımların bölgenin yarım milyarı aşkın nüfusu içinde nasıl bir dağılıma konu olacak? Avrupa örneğinde, kır-kent ayrımının ve bu ayrımın kent lehine değişiminin 19. yüzyıl içerisinde gelişme göstermeye başladığı, oysa bugün bile Güneydoğu Asya toplumlarının önemli bir bölümünün kırsal yaşam şartlarında varlık sürdüğü hatırlanacak olursa, küreselleşmenin katalizörlüğünde hızlı kalkınma süreçlerinin bu halklar üzerinde salt ekonomik değil, siyasi, kültürel ve dini yönelimleri noktasında da önemli sonuçlar doğuracaktır. Peki bu bölgede yaşayan halklar bu sancılı değişimlere hazırlıklar mı? Bu ve benzeri sorular süreçte cevabını bulacaktır.