Son dönemde teritoryal haklar meselesinden hareketle siyasi sürtüşmelere konu olan ve bu sürtüşmelerin sıcak çatışmalara evrilme tehlikesinin konuşulduğu Güneydoğu Asya’da dikkatler geçen hafta Manila’daki bir toplantıdaydı. 21-23 Mayıs tarihlerinde Filipinler’in başkenti Manila’da “Büyüyen Asya’da Tarım Forum”u başlıklı toplantıda kalkınma ve tarım ilişkileri ‘Asya’ başlığı taşımakla birlikte Doğu ve Güneydoğu Asya vurgusuyla dikkat çekti. Tarım konusunun uluslararası bir forumda ele alınması önemli olduğunu söyleyelim. Çünkü bölgenin bir süredir ‘kalkınma odaklı ekonomileri’ olarak dikkat çeken ülkelerinde, endüstrileşme, imalat sanayii gibi alanlardaki dev yatırımları tarımsal faaliyetler çerçevesinde görmek mümkün değil. Bunu son dönemdeki istatistiklerde açıkça görmek mümkün. Bu bağlamda, gelirlerin ne kadarının tarımsal ürünlerden sağlandığı sorulduğunda, ASEAN’ın son dönemde kayda değer kalkınma hamlesine tanık olunan Malezya’da %7, Endonezya’da %13, Myanmar’da ise %35 olduğu dikkat çekiyor.
Tabii bu noktada, imalat sanayii, endüstriyel ürünler ile tarım ürünlerinin fiyatları arasındaki farkı göz ardı etmiyoru. Ancak bölgenin kalkınma süreçlerine konu olan yukarıda adı geçen ve de geçmeyen ülkelerinde bu süreçlerden reel olarak yararlanan kitlelerin geniş tarım kesimleri olmadığı da bir gerçek. Zaten bu nedenledir ki, meselâ, Malezya Başbakanı Necib Bin Razak son dönemde, Malezya’nın kalkınmış ülke olma rotasında önemli adımlar atarken kırsal bölgede halkın halen yoksulluktan kurtulamamış olmasının önüne geçilmeli mesajını sürekli yineliyor. Aynı Başbakan, geçen hafta Tokyo’da yapılan ‘Nikkie Konferansı’nda yaptığı açılış konuşmasında da, bu sorunun sadece Malezya ile sınırlı olmadığını Doğu ve Güneydoğu Asya toplumlarının ortak problemi olduğuna işaret ediyordu.
Doğu ve Güney Asya toplumları gibi Güneydoğu Asya bölgesinde de en önemli tarımsal ürün çeltik. Dünya Gıda Örgütü’nün verilerine göre, küresel olarak çeltik üretiminin %90’ının Asya’da gerçekleştirildiği ve aynı oranda tüketildiği dikkate alındığında tüm ekonomik kalkınma, endüstrileşme, şehirleşme hamlelerine rağmen, bölge halklarının temel gıda maddesinde büyük bir değişiklik yok. Aksine, gıda güvenliği, sağlıklı beslenme, endüstrileşme adına tarım alanlarının verimsizliği gibi olgular aslında tarım konusunun ne denli önemli olduğunu ortaya koyuyor. Kalkınma süreçlerine paralel olarak bölge ülkelerinin tarım üretiminde teknolojik yenilikleri ortaya koyabilecekleri düşünülse de, gene eldeki veriler, örneğin çeltik tarım sahasının %80’i küçük işletmeler elinde olduğunu gösteriyor.
Bu işletmelerin finans yapılanmalarının profesyonel ellerde olup olmaması bir yana, gene ilgili ülkelerin kalkınma hamlelerine paralel olarak, ya devlet eliyle veya zorunlu/gönüllü göçlerle şehirleşme oranındaki görece artış dikkat çekiyor. Temelde bu durum, şu ikircikli yapıya neden oluyor. İlki, tarım sahalarında küçük işletmelerin varlık koşullarının sınırlı ve dar oluşu; devlet veya özel sektör desteği ve teknolojik yaklaşımlardan görece az veya hiç pay alamaması bu toprakların mülkiyetini elinde bulunduran insanları, özellikle de genç nesilleri şehirlerin yolunu tutmaya sevk ediyor. Geride bırakılan tarım arazilerinde süreç yaşlılar/kadınlar veya kiracılar eliyle ya eskisi gibi verimliliği düşük, doğal sulamaya bağlı ve aracıların insafına kalmış bir şekilde sürdürülen bir döngüye mahkum oluyor veya araziler terk ediliyor. Uzmanların ‘yaşlanan çiftçi’ kavramıyla karşıladıkları bu yeni gelişme, tedbir alınmadığı taktirde tarımsal üretim süreçlerinde bir süre sonra verim düşüklüğünü beraberinde getireceğine vurgu yapılıyor.
Çeltik örneği, tarımın olmazsa olmazı su konusunu da gündeme getiriyor. Kimi bölgelerde kuru çeltik tarımı yapılsa da, temel ve nitelikli çeltik ya doğal yağmur veya kanal sistemleriyle sulama marifetiyle gerçekleştiriliyor. Bugün adı, gelişmekte olan ülkeler içerisinde sayılanlar da dahil, değişen koşullara ve çevre bilincine bağlı olarak tarımsal faaliyetleri köklü bir şekilde ele alabilecek yaklaşımların yoksunluğu söz konusu. Ekonomik kalkınma hamleleri ve akabinde gelen askeri yatırımlar, bunun körüklediği ve tarihten tevarüs eden teritoryal haklar meseleleri arasında tarım ‘güvenli’ bir alan olarak kayda değer bir yapı arz etmiyor ve de dikkat çekmiyor. Oysa, kalkınma hamlelerini kırdan başlatma adına kapsamlı bir yapılanma sergilenmesi insan-çevre diyalogu; kır-kent ikilemi; bireysel ve toplumsal memnuniyet; şehirleşme/sosyal değişim/sosyal hastalıklar-suç ilişkileri gibi toplumsal yapıyı derinden etkileyebilecek bir etkileşim süreci ortaya koyma potansiyeline sahip.
Güneydoğu Asya özelinde, geniş ve tüm ihmallere rağmen, mevcut koşullarda önemli hasılat elde edilen/edilebilecek çeltik tarımına konu olan arazilerin nerede olduğuna bakılmalı. Bu noktada üç bölgeyi örnek olarak dikkatlere sunulabilir. 2020 yılında kalkınmış ülke statüsü için çırpınan Malezya’da çeltik tarımı ülkenin kuzeyindeki Kedah Eyaleti’nin başat ürünü. Kedah endüstrisi, kalkınması ile dikkat çekmeyen, geleneksel tarımsal üretimle ülke bütçesine katkı yapan bir eyalet. Malezya gibi agresif kalkınma sergileyen bir ülke de bile, çeltik gibi birincil tüketim maddesi ithal edilmek zorunda kalınıyor. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, ülkedeki üretim ihtiyacın yaklaşık %70’ini karşılıyor.
Bunun temel nedeni ülkenin yeterli tarım arazileri olmamasından değil, aksine yukarıda değinilen sorunların birer birer Kedah örneğinde karşımıza çıkmasından dolayıdır. Bugün, içme suyu temini konusunda bile önemli sıkıntıların yaşandığı Malezya’da, örneğin Kedah gibi -ki buna Kelantan, Perlis’i de eklemek gerekir- geniş tarım arazilerine konu olan eyaletlerde gerekli yatırımların yapılmaması ülke idaresinin yetersizliğine bağlanabilir mi? Ya da öncelikler noktasında tarımın sağlıklı bir yere oturtulamamasından neşet eden bir sorun mu var? Bu noktada, Asya Kalkınma Bankası’nın verilerinden hareket edecek olursak, şehirleşme ve tarım-dışı sektörlerdeki kalkınma eğilimlerinde tarıma hak ettiği yerin verilmediği anlaşılıyor.
Bir diğer örnek ise, tsunami ile tanımaya başladığımız Endonezya’nın Açe Eyaleti’nden verilebilir. Bu geniş ülkenin çeltik ambarı unvanına sahip Açe’de tarımsal faaliyetin %80’i doğal sulama, yani yağmur kaynağına bağlı. Mevcut sulama kanallarının sürdürülebilir olmaması, özellikle barış sürecine paralel olarak sözde kalkınma hamlelerinden az da olsa pay alması gündeme gelen Açe’de yolsuzluklar ile yatırıma, özellikle de tarımsal yatırıma ayrılan bütçelerin kaçta kaçının reelde karşılığı olduğu sorusu cevaplanmayı bekliyor. Üçüncü örnek ise, Tayland’ın güneyinde Patani bölgesi. 1970’lerden bu yana bağımsızlık veya otonom hakkı için mücadele eden Patani Malayları’nın toprakları da genişliği ve yatırıma müsait oluşu ile dikkat çekiyor. Ancak, Bangkok hükümetinin siyasi nedenlerde yatırımı sınırlı alanlarda tutması, bölgenin tarım potansiyelinin ortaya çıkmasına mani oluyor.
Bu üç bölge yani, Kedah, Açe ve Patani yukarıda zikredilen özellikleri ile önem taşırken, jeo-stratejik konumlarıyla da bu potansiyelin üçüncü ülkelere ihracına ve bunun getireceği sürdürülebilir kalkınma hamlelerine konu olabilir. Bununla ne demek istiyoruz? Kedah’ın, önemi yakında daha iyi anlaşılacak Bengal Körfezi’ne bakması; Açe’nin -merkezi otoritenin yanıltıcı klişe ifadelerinde olduğu gibi ülkenin “en batı ucunda” değil de, Hint Okyanusu’nun tam da ortasında bulunması dolayısıyla Malaka Boğazı, Hint Okyanusu’nun doğusu, Andaman Denizi ile çevrili ve bu denizlere kapı komşusu olan ülkelere yakınlığı; Patani’nin, bir yanıyla Güney Çin Denizi, öte yanıyla, Bengal Körfezi’ne açılan coğrafi imkânı bu üç bölgeyi sürdürülebilir tarımsal kalkınma ile bölgesel ve de kısmen küresel odak haline getirebilecek olanakları içinde barındırıyor. Ancak, bu ve benzeri alternatiflerin hayata geçirilebilmesinden önce, ‘merkezi siyasi irade’ bunu istiyor mu sorusuna cevap bulmak gerekiyor.
Tüm bunları dikkate alırken, 2005 yılından bu yana Türkiye’nin Güneydoğu Asya’da kalkınmaya aday bölgeler örneğin Açe, Patani ile işbirliklerinin geliştirilmesine gayret gösterildiği gözlenen Malezya ile gıda güvenliği, sürdürülebilir tarım vb. konularda girişimlerin önemine dikkat çekiyoruz. Bugüne kadar bu imkânın değerlendiril/e/memiş olması, fırsatın elden kaçtığı anlamına gelmiyor elbette. Günümüzde tarımsal üretimin, sadece çiftçinin ‘çalışkanlığına’ terk edilmiş bir yaklaşımın eseri olmadığı, aksine sulamadan iklim değişikliğine kadar çok çeşitli alanlarda özel ve kamu sektörlerinin işbirliği ihtiyaç dikkate alındığında Güneydoğu Asya’nın verimli topraklarında sürdürülebilir tarım için var olan imkânları sağlıklı bir şekilde kullanmakta fayda var. Türkiye’nin ASEAN’a akreditasyonunu etkin kılacak yollardan birinin tarım olmaması için bir neden yok. Yukarıda verilen üç örnekle, aslında tarım sektöründe bölgesel etkileşimin gücünü görmemek mümkün değil. Tarıma paralel gelişecek makinalaşma, bilimsel tecrübe paylaşımı, ulaşım, dış ticaret, finans yönetimi vb. alanlar bir model olma içeriğine sahip.