Mehmet Özay 30.06.2020
Covid-19 salgınının başlangıcından bu yana sağlık ve ekonomi alanlarındaki etkisi ile öne çıkarken, giderek Asya-Pasifik bölgesindeki ülkelerde bazı azınlık gruplara yönelik politikalarla nefret söylemine ve ayrıştırıcılığa neden olmasıyla da dikkat çekiyor.
Muson yağış mevsiminin sona ermesiyle uygun iklim koşullarının oluşması ve deniz seyahatine el vermesi nedeniyle, Nisan ayı ortalarından itibaren yine Arakanlıların insan kaçakçılarının eline mahkum bir şekilde, derme çatma teknelere atlayıp, yaşam güvenliği olan bölgelere yönelmesine neden oldu.
Bu çerçevede, 18 Nisan’da Malezya sahillerine gelen bir teknenin, bazı ifadelere göre birkaç teknenin, Covid-19 salgını endişesi nedeniyle Malezya makamlarında sahile çıkmalarına izin verilmezken, denize geri gönderildikleri konusunda haberler gündeme geldi. Yine Nisan ayında Bangladeş sahil güvenliği tarafından bir teknenin alıkonulduğu yönündeki haber dikkate alınacak olursa, öyle anlaşılıyor ki, Arakanlıların hayatta kalma mücadeleleri devam ediyor.
2015 yılında yine Malezya’nın da içinde yer aldığı bölgedeki üç ülke merkezi hükümetlerince sahillerinden geri çevrilen Arakanlılar bu sefer Malezya tarafından covid-19 bahane gösterilerek ölümle yüz yüze bırakıldılar.
Bu durum, herhangi bir devletleri bir yana, siyasi hareketten ve liderlikten mahrum olan Arakanlıların, başta ASEAN bölgesinde olmak üzere küresel anlamda yar ve yardımcılarının olmadığı bir Müslüman kitleyi oluşturmasına bir kez daha vurgu yapılmasını gerektiriyor.
Malezya’da covid-19’dan bağımsız olarak, özellikle bu yılın başından itibaren ulusal siyasette yaşanan gelişmeler etnik-farklılaşmalar üzerinde söylemlerin çatışmacı olmamakla birlikte, ayrıştırıcı bir nitelik kazanması, covid-19 ile birlikte ülkedeki yabancılar ve özellikle de yasa dışı addedilen göçmen/sığınmacılara yönelik tepki olarak yönelim sergilemesiyle dikkat çekiyor.
Covid-19’un yayılmasında temizlikten tıbbı önlemlere, bölge toplumlarının sosyal yaşamlarının vazgeçilmez unsuru olan ibadethanelerden sosyal mesafeye kadar farklı alanlarda tedbirleri gündeme getirirken, yaşanan bazı ‘kendinde’ gelişmeler bazı azınlık/dini gruplara yönelik linç seviseyinde olmasa da, nefret kampanyasına dönüşmesine neden oluyor.
Bu noktada, Mart ayında Kuala Lumpur’un önemli yerleşim yerlerinden Petaling Jaya’da kendi halinde bir dini/sosyal grubun çoklu ve uluslararası katılıma konu olan etkinliği bu anlamda tepkilerin ilk defa ortaya çıktığı ortamın oluşmasına neden oldu.
Açıkçası, yıl içerisinde farklı dönemlerde farklı ülkelerde kendi iç tebliğ faaliyetleri çerçevesinde biraraya gelen ve kimseye zararı olmayan bu kitle, bir anlamda covid-19 yayılmasına yol açtıkları iddialarıyla karalanmaya başlandılar.
Arakanlılar özelinde söylenmesi gereken ise, bu etkinliğe yasadışı olarak ülkede bulunan bazı sığınmacıların da katılmış oldukları yönündeydi. Nefret söyleminin özellikle sosyal medya üzerinden gerçekleşmesi artık rutin bir hâl almış durumda. Bazı haberlere bakılırsa, nefret söyleminin eline gelişigüzel telefonu alıp kullanan sokaktaki adam profilinden okumuş yazmışları da içine alması Malezya’daki durumun ne denli ciddi bir hâl aldığını göstermektedir.
Tabii bununla birlikte, Malezyalıların ülkenin gergin siyasal atmosferinde hedef haline getirmeyi bekledikleri bir tür beklentinin de rolü olduğunu söylemek mümkün. Bu çerçevede, birbirlerine karşı sergileyemedikleri kin söylemini ,dışarlıklı bir toplum unsuru olarak yanı başlarında korumasız Arakanlı Müslümanlara karşı ortaya koyuyorlar.
Bu süreçte dikkat çeken bir gelişme ise, Arakanlılara yönelik yardım faaliyetlerinde bulunan bazı Malezyalıların da bu savrulmadan pay almaları. Bu kişiler veya gruplar, Arakanlılara yardım ettikleri için kendi insanları tarafından eleştirilmelerinin covid-19 bahanesinin ötesinde bir anlamı olduğunu gösterdiğini ileri sürmek mümkün. Ya da, bu gelişme, covid-19’un bugüne kadar dillendirilen sağlık, ekonomik nedenlerinin ötesinde psikolojik dejenerasyonu olarak yeni bir alan olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.
Toplum kesimlerinde böylesi bir gelişme yaşanırken, 24 Şubat’ta yaşanan sivil darbenin ardından 1 Mart’ta hükümeti kurma görevi verilen Muhyiddin Yasin’in başında bulunduğu darbeci hükümet ise, bu gelişmeyi körükleyecek irrasyonel politikalara imza atmasıyla, açıkçası toplumsal gerginliği körüklüyor. Ramazan ayının başında başkent Kuala Lumpur’da sayıları altı yüzü bulan Arakanlı Müslümanlar kaldıkları yerlerden çıkartılarak, sanki esir kampına götürülürmüşcesine maruz kaldıkları uygulama ile yürekleri dağlıyordu.
Kaçak oldukları bilinen ve onlar biri binlercesinin ülkede yaşadığı konusunda kuşku olmayan bu gizli/açık gerçek bir yana, hem Ramazan ayında hem Müslüman sığınmacılara karşı gerçekleştirilen ve onları sanki covid-19’un müsebbibi gibi aleni bir gösteriye dönüştürerek ortaya koyan zihniyet, Malezya’nın dünya kamuoyuna sunduğu iyi bir örnek olmasa gerek.
Muhyiddin Yasin hükümetin bu uygulamasının, zaten gergin olan toplumsal atmosferde kitlelere hedef olarak dışarlıklı kaçak göçmenleri göstermesiyle bir anlamda siyasi kazanım olmasa bile, darbeci hükümete yönelik eleştirilerin dozunu azaltmaya matuf bir içeriği olduğu ifade edilebilir.
Covid-19 gerekçesiyle göz altına alınan bu Müslümanların, Malezya vatandaşlarının yapmak istemedikleri çeşitli işleri yapan, Kuala Lumpur’un çöplerini temizleyen, şehrin değişik ilçelerindeki mamaklarında Malezyalılara yemek hazırlayan kitle olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Malezyalılar arasında en azından bir bölümü diyelim, bu insanları kendilerine yük addedmelerinin ardında rasyonel bir gerekçe bulunmuyor. Aksine, sömürülmeye rağmen, bu insanlar ellerinin emeği ile kazandıklarıyla ayakla kalmaya çalışırken, bir bölümü ailelerine bakarken bir bölümü de Myanmar’da, Bangladeş’deki geniş ailelerine yardım gönderebilecekleri üç beş yüz Ringgit biriktirmenin peşinde.
Bazı hayırsever insanların ve sivil toplum kuruluşlarının Arakanlı kadınların, çocukların eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçları karşılama konusunda verdikleri mücadele ise saygıyla anılmalı hak ederken, ne Malezya hükümetinden ne de adına uluslararası İslam kuruluşları denilen unsurlardan geniş kapsamlı destek bulabiliyorlar.
Arakanlıların hayatta kalma mücadeleleri devam ederken, bölge ülkelerinin sorunu tekil veya ASEAN çerçevesinde çözüme kavuşturma konusunda ciddi anlamda bir girişimlerine ise rastlanmıyor.
İşin bir diğer acınası yönü, Myanmar’da Müslüman azınlık, Bangladeş başta olmak üzere komşu ülkelerde sığınmacı/kaçak göçmen benzeri adlarla anılan bu kitlenin bölgesel mobilizasyonunu takip eden, içinde bulundukları yaşamı kayda geçiren ve çeşitli araçlarla uluslararası kamuoyunu bilgilendirenlerin ise bazı Batılı kuruluşlar olması da oldukça manidar.
Ülke siyasal yaşamına damgasını vuran sivil darbeci çevre ve bunun getirdiği gizli/açık kaostan gayet çıkar sağlayanlar, Mart ayından itibaren Malezya’da etkili olan covid-19 salgınını, Arakanlılar özelinde bir bahane olarak kullanma basiretsizliğini göstermelerine ibretle tanık olunuyor.
Başta Malezya’daki Arakanlılar olmak üzere, bölgede benzer uygulamalara maruz kalan tüm kitlelerin, sağduyusunu yitirmiş siyasi çıkar peşindeki azınlık gruplarının ve bunların yönlendirdiği kitlelerin nefret salgınına maruz kalmayacakları bir ortamda yaşayabilmelerini temenni ediyoruz.