Bir grup Arakanlı Müslümanın, 10 Mayıs ve sonrasında bir kez daha Açe sahillerinde karaya çıkmasıyla, haftalarca Bengal Körfezi-Hint Okyanusu-Malaka Boğazı rotasında onlarca teknede binlerce olduğu ifade edilen Arakanlıların varlığı bir kez daha uluslararası gündeme oturdu. Aslında bu, Arakanlı Müslümanların Açe topraklarına ilk çıkışı değildi. Daha Arakan sorunu 2012 yılı Haziran başlarında ve sonrasında gündeme gelmemişken, 2008 yılı Aralık, 2009 yılı Şubat ve de ardından 2013 yılı Temmuz ayında yüzlerce Arakanlı Müslüman o bildik tekneleriyle rüzgârın ve de dalgaların gücüyle soluğu Endonezya’nın Sumatra Adası’nın kuzeyinde Açe Eyaleti’nde almıştı. O günlerde bizzat tanık olduğumuz bu üç gelişmede insan kaçakçılığı olgusu gündeme taşınmıyordu. Kaldı ki, Cakarta’dan gelen yetkililerin bazı çalışmaları sonrası bu insanlar Açe’den çıkartılırken, akibetlerinin ne olduğunu bugüne kadar öğrenemedik.

Ancak bu sefer, yani Mayıs ayı içerisinde Arakanlıları taşıyan teknelerin Açeli balıkçılarca bir kez daha Kuzey Açe’de karaya çekilmesiyle, kafaları karıştırmaya yetecek veya konunun ne kadar komplike olduğunu açık seçik ortaya koyacak bazı hususlar da beraberinde gündeme geldi. Yapılması gereken, tüm unsurların birbirinden bağımsız ve ilintili olacak şekilde detaylı bir değerlendirmeye tabi tutulmasıydı. Ancak, tüm bu hususlar medyada kayda değer bir şekilde tartışılmadı. Aksine, bir kez daha, özellikle de ilgili devletleri temsil makamındaki yetkililerin manipulatif yaklaşımlarla Arakan sorununa palyatif çözüm bulma konusunda ne kadar da mahir olduklarına tanık olduk.

Mayıs ayında vuku bulan gelişmede, söz konusu binlerce Arakanlının yanı sıra, teknelerde Bangladeşli olduğu bilgisi, ilk defa gündeme geliyordu. Arakanlıların gerek Myanmar’ın batısında kendi ana yurtlarından, gerekse yasa dışı göçmen olarak bulundukları Bangladeş sahillerinden fırsatını bulduklarında denize açıldıkları biliniyor. Ancak bu sefer, teknelerde Bangladeş vatandaşlarının da olması, Arakan konusunu manipüle etmeye matuf bir çaba olarak okunmaya el verecek bir ihtimali içinde barındırıyor. Öte yandan, Bangladeşli gruptan birkaç kişiyle yapılan ve basına yansıyan röportajlardan anlaşıldığı kadarıyla, adına insan kaçakçıları denilen uluslararası şebeke öyle anlaşılıyor ki, işi iyice ilerleterek, ülkelerinde mağdur olan bazı Bangladeşlileri zorla ‘köle’ mesabesinde ‘iş piyasasına’ satma girişiminde bulunuyor.

Onlarca tekneyle haftalarca Bengal Körfezi-Hint Okyanusu’nun doğusu ve Malaka Boğazı’nda insanlık halinin en acı verici koşullarında yaşam mücadelesi veren Arakanlılar önce Tayland, ardından Malezya sınır güvenlik birimlerinin ‘ulusal güvenliklerini’ tehdit gerekçesiyle zorla okyanus sularına gönderildiler. Ardından, sanki el birliği etmişcesine bu iki ülkeye Endonezya da eklendi. Ancak bu insanlık dramına dur diyebilme gücünü gösteren birkaç Açeli balıkçı ile bu insanları kendi topraklarında barındırmayı sorumluluk addeden Açe halkı oldu. Açelilerin bu tavrında tüm dünyaya verilecek çok önemli mesajlar varken, aynı ülkenin merkezi hükümetini temsil makamındaki ordu yetkilileri, Açeli balıkçıları azarlayarak okyanusta ‘başı boş gezinen’ teknelerin karaya çıkartılmamasını açık bir dille gündeme getirdi. Bu noktada, durup, Açelilerin bu insanları tıpkı kimi ülkelerin yaptığı gibi, kaçak işçi statüsünde ülkede elden ele satmaya yönelik bir girişimleri mi söz konusu acaba diye sorası geliyor insanın.

Ancak ne daha önceki tecrübeler ne de bu son gelişmede Açelilerin -kimi çevrelerin baskılarına rağmen- pür insanî yaklaşımlarında bir milim değişme yok. Her gün, şehrin ana arterlerinde yardım toplayan öğrencilere, kendi araçlarıyla bölgeye yardımlarını ulaştıran sivil toplum kuruluşlarına rastlamak mümkün. Bu bağlamda, şu hususa özellikle dikkat çekmekte fayda var. Uzun bir tarihi birikimin ürünü olan ve adına ‘geleneksel yasalar’ denilen ilkeler bütününün ‘denizcilikle’ ilgili bölümünde Açeli balıkçılar, “denizin ortasında yardıma muhtaç her kim olursa olsun, dinine/ırkına bakılmaksızın yardım edilmesi”ni ahlâki bir sorumluluk addederek ve bunu bir kural haline getirerek uyguluyorlar. Bu duruş, geçmişte bölgenin kadim kültür ve medeniyetinin oluşumuna ev sahipliği yapmış Açe’nin inşa ettiği anlayışın bugüne yansıyan halinden başka bir şey değil. Bu anlayışı bu toprakları yöneten kişilerde de görmek mümkün. Bu bağlamda, tıpkı 2008 yılında dönemin Açe Valisi İrwandi Yusuf’un “Bu insanları konuk edebiliriz, Eyaleti’mizde kalabilirler” mesajını açıklıkla ortaya koyduğu gibi, bugün de aynı yaklaşımı Açe yönetiminden ve de özellikle sivil toplum ve halk kesimlerinden duymak mümkün. Herhalde bu yaklaşım da akademisyenler, sivil toplumcular ve de devlet kurumlarınca inceleme konusu olmayı hak ediyor.

Açeliler böylesi bir fedakârlığı gönüllü bir şekilde üstlenirken, gözler birden Tayland-Malezya ve Endonezya merkezi hükümetinin uluslararası kamuoyu önünde kelimenin en hafif ifadesiyle yaşadıkları ‘mahçubiyet’ karşısında çıkış yolu arama çabası gündeme geldi. Bu mahçubiyete sebep olan hususu, yani söz konusu üç ülke resmi makamlarının göçmenleri taşıyan tekneleri sahillerinden uzaklaştırmalarını, o günlerde sosyal medyaya düşen bir karikatürden daha iyi anlatan bir şey olamaz. Bu süreçte, Kuala Lumpur’da biraraya gelen ülke yetkilileri savunmacı bir refleksle harekete geçip, suçu önce adına ‘kaçak göçmen’ denilen kitlenin -ki burada Arakanlı Müslümanlar kastediliyor- ilgili ülkelerin toplumsal güvenliğine bir ‘tehdit’ addedildiğini gündeme getirdi. Aynı günlerde, önce Tayland’da ardından Malezya’da her iki ülke sınırlarına yakın bölgelerde bulunan toplu mezarlar ilgili ülkeleri şok etse de, buradan gene çıkış yolu bulup suçu insan kaçakçıları üzerine yıkma çabalarına tanık olundu.

Aslında tam da burada bu insan kaçakçılarının kimlerden oluştuğu sorgulanması gerekirken, bunun yerine bu grup bir ‘heyulaymışcasına’ tanımsızlığa terk edildi. Ancak mezarların bulunmasının akabinde başlatılan soruşturmalarda, her iki ülkenin sınır güvenliğinden sorumlu birimlerinin işin içinde yer aldıkları ortaya çıktı. Bu noktada, sadece Tayland ve Malezya’da değil, bölgenin diğer ülkelerinde de şu veya bu şekilde görülen insan trafiği/kaçakçılığı konusunda ilgili ülkelerin sınır görevlilerinin dahli olmadan bu insan ‘transferlerinin’ mümkün olmadığını anlamak için uzman olmaya gerek yok. Bu süreçte, yukarıda zikrettiğim karikatürün, herkesin tekme attığı Arakanlılara kucak açan tek toplumun Açeliler olduğunu ortaya koyan ikinci versiyonunun açıkça ortaya koyduğu üzere, Açe halkı üzerine düşeni yaparken, Açe Valiliği ve eyalette faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının ve de üniversitelerin bu konu üzerinde öncelikle merkezi hükümet, ardından da ASEAN nezdinde girişimlere el verecek icraatlara imza atmaları gerekiyor. Pek çok acılar yaşamış Açe halkının Arakanlı Müslümanlara hiçbir karşılık beklemeden naif yardımlarına devam ederken, Açe politik bilincinin ASEAN’da bir değişime imza atılmasında itici bir faktör olmaması için hiçbir neden yok.

http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/332654/arakanli-muslumanlar-bir-kez-daha-acede

LEAVE A REPLY