Mehmet Özay                                                                                                                    1 Mart 2013

Haziran saldırısından bu yana aylar geçti. Bildiriler, konferanslar, tavizler, ödüller hiçbiri ama hiçbiri Myanmar yönetimini Arakanlı Müslümanlara yönelik politikasında olumlu bir değişikliğe yol açmaya yetmedi. “Tamam, kayıt altına alıyoruz” diyerek çözüm diye sunulan göstermelik inisiyatifin arkasındaki oyunu gören Arakanlı Müslümanlar, kayıt sürecine destek vermediler. Çünkü kayıt diye önlerine konulan Burmaca yazılı metindeki aidiyeti konu alan başlıklarda Arakanlı/Rohingyalı diye bir seçenek bulunmuyor. Kendilerine dikte ettirilen tek seçenek Bangladeş göçmeni olmaları…  Bu gören toplum liderleri kayıt sürecini bloke etmeyi yeğlediler ki, yapılabilecek en doğru iş buydu. Daha önce kısmen üzerinde durmuştuk, kayıt işinin bir aldatmacadan öte yanı yok. ‘Bangladeşli göçmen’ statüsü vererek, süreçte bu insanları yaşadıkları anavatanlarından rahatça kovma işini gerçekleştirebileceklerdi.   Peki onlarca saldırı, yakıp yıkılan haneler, tarlalar sonrasında ne oldu? Kamplara tıkıştırılan Arakanlılar çaresizliğe, hiçliğe terk edildiler… Kimi çevrelerin ‘şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz’ diye umut dağıtan yaklaşımlarından kayda değer bir ses çıkmadı. Çünkü bu konuda ne tumturaklı bir politikadan ne de buradan elle tutulur bir icraata yönelecek girişim bulmak mümkün değil(di).

Arakanlı Müslümanlar çözümü gene kendileri üretti! Nasıl mı? Myanmar ordusu ve polis güçlerinin kontrolündeki sığıştırıldıkları kamplardan bir şekilde okyanusa açılabilecekleri bir ‘aralık’ buldular. Aslında bu zaten sorunun başından beri kullanageldikleri bir yöntemdi. Bugün aynı işi farklı bir strateji ile yapıyorlar. Çevre ülkelerde yaşayan aile fertlerinin bir şekilde yolunu bulup gönderebildikleri paralarla başlarındaki zalimleri tatmin edecek parayı sağladıklarında soluğu okyanusta alıyorlar. Süreçte, “Sorunu çözüyoruz, umutluyuz vs..” diye yaklaşanların yüzünü kızartacak bir başka gelişme de yaşandı. Her türünden uluslararası insan mayfası mağdur ve mazlum Arakanlı Müslümanların kanını emmek için var güçleriyle çalışıyorlar. Orada burada ‘vasıfsız’ işlerde çalıştırılmak, organlarını satmak, kadınlarını köle etmek için gerek Myanmar’da gerekse çevre ülkelerde önemli ‘organizasyonlar’ faaliyetlerine ara vermeden sürdürüyor.
Yeni yılın ilk günlerinden itibaren yine teknelerle aç ve susuz okyanus yolculuklarına çıkan Arakanlıların bir bölümü hayatlarını kaybederken, karaya çıkabilenler ise farklı tehlikelerle yüzleşmek zorunda kaldı ve kalmaya devam ediyorlar. Ocak ayında Patani’de depolarda saklandıkları tespit edilen -843- Arakanlı’nın insan kaçakçılarınca bir komşu ülkeye çalıştırılmak amacıyla götürülmek üzere bekletildiklerine şahit olduk. Şubat ayında önce Sri Lanka sahillerine çıkan Arakanlıların ardından, daha geçen gün yeni bir vakıa’ya tanıklık ettik. Aralarında ikisi çocuk, altısı kadın toplam 121 Arakanlı, Açe’nin Kuzeyinde Lhokseumawe’ye bağlı Krueng Mane’de sahile çıktı. Hedeflerinin Malezya’da sahile çıkmak olduğunu ifade eden gruptaki bazı kişiler, okyanustaki seyahatleri sırasında 96 kişinin hayatını kaybettiğini ifade ediyorlar. Ayrıca, aynı teknede bulunan, ancak Tayland sahillerinde ordu mensuplarınca kendilerine ateş edilmesi sonucu aralarından 12 kişi hayatını kaybetmiş.
Yukarıda dile getirilen örneklerin tümünde yadsınamayacak bir başka gerçek var ki, o da Tayland yönetiminin halen Arakanlı göçmenlere karşı sınırlarını kapatma konusundaki icraatını sürdürmesidir. Bu yaklaşımın, ASEAN İnsan Hakları Belgesi’ne imza atmış bir ülkenin bu belgeyi pratikte nasıl gündeme getirdiği şüpheleri artırmıyor değil. Tekne skandallarının devamı, Myanmar yönetiminin Arakan Eyaleti’nde sürdürdüğü ‘istikrarlı’ politikalarına örnek olmaya devam ediyor. Amacın Eyalet’teki Müslüman nüfusunu dağıtmak, başka ülkelere göçe zorlamak olduğu bilinen Naypyidaw yönetimi öyle gözüküyor ki bu süreçte hiçbir bölgesel ve uluslararası baskıyı üzerinde hissetmiyor. Tüm bunlar olup biterken, Suu Kyi’nin “Devlet başkanı olmak istiyorum” çıkışı ve Myanmar orduyla Kachin Bağımsızlık Ordusu arasındaki çatışmalarda “Arzu edilirse arabulucu olurum” söylemi, Arakan konusuna ne türden bir çifte standartla yaklaştığını ortaya koyuyordu. Öte yandan,  Avrupa Birliği Myanmar Büyükelçisi, David Lipman Şubat ayı başlarında ‘Myanmar’da Hukukun Üstünlüğü” konulu seminerde ülkede yaşanan demokratikleşme, ekonomik kalkınma, insan hakları, barış ve ulusal uzlaşma konularındaki gelişmelerden AB adına duyduğu memnuniyeti dile getirmesi de şaşkınlık vericiydi. Arakan Eyaleti’nde yaşayan Müslümanların ahvaline dair kalıcı çözüm bulunmadıkça, Arakanlıların yaşadıkları zulme dair tanıklığımız devam edeceğe benziyor.
Bu durumda, Arakan Müslümanlarının ‘hikayesi’ bitmeden yapılabilecek en sağlıklı çıkışı bir kez daha yinelemekte fayda var. 2011 yılında Cidde’de bir araya ‘getirilen’ 25 kişiden müteşekkil Arakan Müslümanları arasından oluşumu temsil makamına seçilen kişinin bugüne kadar ne tür icraatlarda bulunduğu konusunda ciddi kaygılar var. Sorunun sadece bu şahsın soruna vukufiyeti, ehliyeti ile sınırlı olmadığı, bu kişiyi öneren kişi veya çevrelerin de benz
er sorumluluğu taşıdığı gözlemciler tarafından ifade ediliyor. Söz konusu toplantılar sonrasında liderin icraat geçirmesi planlanan birkaç ülkede ofis açma çalışmaları, hareketin ‘manifestosu’, fon oluşturulması gibi acil kurumsal yapıyı bugüne kadar gündeme getirmemesi kaygıları artırıyor. Sorunun nüksettiği geçen Haziran ayından bu yana dile getirdiğimiz hususu tekrar edelim. Arakan Müslümanlarının sorununu çözebilecek bir kitle var sa o da öncelikle Arakanlıların kendileridir. Zaten bu nedenledir ki, Cidde toplantısı organize edilmişti. Öte yandan, bugüne kadar çeşitli uluslararası kurumlarca verildiği ifade edilen maddi kaynakların kimler tarafından nasıl kullanıldığı da şüpheleri üzerine çeken bir konu olmaya devam ediyor.
Ancak aradan geçen iki yıllık süreye rağmen, oluşumun lider kadrosundan kayda değer hiçbir icraatın ortaya konmaması sürecin acilen yeni baştan ele alınmasını gerektiriyor. Bu konuda ‘dışarlıklıların’, Arakanlı Müslümanları çeşitli sıfatlarla tanımlamadan, bölmeden ve parçalamadan bir bütün halinde haklarını dünya kamuoyu önünde savunacak girişime destek olmaları gerekiyor. Bu süreç, acilen Avrupa Burma Ofisi, ABD’deki Burma Rohingya Birliği, İngiltere’deki Rohingya Birliği ve Malezya’daki benzer oluşumları biraraya getirecek uluslararası bir inisiyatife ihtiyaç duyuyor. Yeni oluşumun, Amerika’dan değil, bölge ülkelerinin birinde -ki bunun için en uygun zemin Tayland’dır- ofis kuruluşunun acilen hayata geçirilmesinde fayda var.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=249501

LEAVE A REPLY