Son günlerdeki gelişmeler ışığında dikkate alındığında, Arakan Müslümanlarıyla ilgili sorunun henüz anlaşılabildiğini söylemek güç. Tekrar babında ifade etmek gerekirse, 2012 yılı Mayıs sonu ve Haziran başında nükseden hadisenin küresel medya tarafından gündeme taşınmasıyla, sanki Arakanlı Müslümanlar ilk defa Myanmar devletinin ve de Budist Burma etnik toplumunun zulmüne maruz kalıyormuş izlenimi uyandırıldı. Temelde bu yanlışa başta bölge ülkeleri yönetimleri olmak üzere, Doğusundan Batısına neredeyse ilgili tüm devletler ve de bu sahada rol almak isteyen hemen hemen tüm STK’larca düşüldüğüne tanık olundu. Ardından yapılan ikinci önemli hata, Arakanlıları, Arakan coğrafyasını ve tarihini, Arakan mücadelesini ve de elbette adına düne kadar ‘Burma’, bugün ise Myanmar denilen ülkenin neye tekabül ettiğini anlama çabasının sergilen(e)memiş olmasıdır. Burada açıkça ifade etmek gerekir ki, Arakan Müslümanları sorunu ‘insani yardım’a indirgenebilecek bir sorun değil. Bu noktada, her kim ki Arakanlı Müslümanların sorununu ‘insani yardım’ bağlamına indirgiyorsa, Myanmar devleti yönetimiyle ister istemez aynı safta ve aynı konumda yer alıyor demektir. Buna ilâve olarak, Arakan sorunu salt Myanmar’ın iç meselesi değil, aksine bölgesel ve küresel bağlamıyla büyük bir sorunun parçası niteliğindedir. Bu, dün de böyleydi, bugünde… Bu anlaşılmadan, soruna çözüm bulmakda mümkün gözükmüyor.

İlk etapta anlaşılması gereken husus, adına Arakanlı Müslümanlar denilen kitlenin yüzyıllar öncesinde atalarının kurduğu topraklarda Myanmar devleti içerisinde özerk bir eyalet olarak, özgürce ve insanlık onur ve haysiyetine yakışır bir şekilde yaşam sürme taleplerine kulak verilmesi ve bağlamda tüm imkânların seferber edilmesidir. İkinci adımda, sömürge öncesi ve sonrasında bölgede neler yaşandığına dair bir anlama çabasının sergilenmesidir. Tarihsel olarak Arakanlı Müslümanların üzerinde yaşam sürdükleri toprakların, Myanmar’ın batısında Bengal Körfezi’ne açılan uzun sahil şeridi boyunca uzanan bir coğrafya olduğu görülür. Zaten tarihde Arakan Sultanlığı adı verilen siyasi yapının sahip olduğu ticaret limanları ve de deniz yolları sayesinde bölge ile ilişkilerinin geliştirilmiş olması da bundan kaynaklanır.

Sömürge sonrasında Burma, İngilizlerden bağımsızlığını elde ederken, dönemin ulusal lideri Aung San’ın en yakın ‘silah’ arkadaşlarıyla birlikte katledilmesi ülkenin geleceği kadar Arakanlı Müslümanların geleceğinde de belirleyici olmuştur. Demokratik-federatif bir devlet yapılanmasının öncellendiği bağımsızlık aşamasında yaşanan bu gelişme sonrasında, devlet yönetiminin Burma azınlığının egemenliğine geçmesi bir anlamda tarihi hesaplaşmayı da gündeme taşıdı. Böylece, sömürge döneminde İngilizlerin diğer bazı gruplar gibi Arakanlılarla   işbirliği yapması bir tür ‘intikam’ duygularının hakim olmasına neden oldu. Bu noktada, merkezi hükümetin adına ulus-devlet denilen yapılaşmayı ülkenin dört bir yanındaki etnik unsurlara yönelik ‘temel haklar’ bağlamında almak yerine, teritoryal egemenliği Burma azınlığının güdümünde sağlama gibi kısır bir yaklaşımı benimsemesinden Arakanlılar da nasibini aldı. Tabii Arakanlıların bugün maruz kaldıkları baskı ve zulümler yukarıda zikredilen nedenlerle sınırlı değil.

Sahil şeridinin Myanmar’ın ‘Burma’ etnik yapısının yaşam sürdüğü iç bölgelerle dağ silsilesi ile ayrılmış olması tarihsel-kültürel olarak Arakanlılar ile Burmalılar arasındaki engeli teşkil eder. Bu aynı özellik, modern dönemde Myanmar devletinin Hint Okyanusu ile bağlantısını sağlama potansiyeli nedeniyle de dikkat çeker. Ancak 1948 yılındaki bağımsızlıktan bu yana ulus-devlet oluşumunu tamamlayamamış ve süreçli iç savaşlar ve darbelerle Burma azınlığının güdümünde bir yönetime sahip olmasıyla, bu imkânın son döneme kadar ortaya çıktığını söylemek güç. Bununla birlikte, birtakım bölgesel güçlerin de teşvikiyle, günümüzde Arakan topraklarının jeo-stratejik ve yer altı kaynaklarının giderek daha kayda değer bir şekilde gündeme taşınmasıyla öneminin katlanarak arttığına tanık olunuyor. Hiç kuşku yok ki, Arakan coğrafyasının bu dikkat çekici özelliği, Arakan Müslümanlarının vatandaşlık haklarından, temel devlet kurumlarının varlığına ve  ekonomik kalkınmasına kadar çeşitli süreçlerden mahrum bırakılmalarının nedeni olarak da ortaya çıkmaktadır.

Erken dönemlerden itibaren bir yandan misyoner gruplarının ve de bu yapının arkasında kimi devletlerin ‘ilgilerine’ konu olan Karin, Kachin, Chin, Mon, etnik yapılarıyla karşılaştırıldığında Arakanlı Müslümanlar modern dönemde çok daha geri bırakılmış etnik yapıyı oluşturur. Zikredilen bu yapılar silahlı mücadeleden, bölgelerinde yetişen çeşitli ürünleri komşu ülkelerle ticarete varan çeşitli bağlamlarıyla varlıklarını sürdürürken, merkezi hükümetin aparatları ve Budist halkın araçsallaştırılmasıyla baskı ve zulümlere maruz kalan Arakanlıların ölümler ve zorunlu göçlerle giderek bölgedeki nüfuslarının azalmasına ve üzerinde yaşam sürdükleri teritoryal alanlarının daralmasına neden olması, bugün Arakan sorununun akut hale gelmesine neden olan faktörler arasındadır. Bu süreçte ulaşım olanaklarının görece kolaylığı sayesinde komşu ülke Bangladeş’e yönelik göçlerin yanı sıra, Tayland-Malezya ile Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine kaçış süregelmiştir. Kuşkusuz ki, bu göç dalgaları ilgili ülkelerce dini veya insani nedenlerle bir hoşnutlukla karşılanmasından bahsetmek değil, aksine Arakanlıların büyük ölçüde eğitim ve sağlık hizmetlerinden yoksunluk ile istenilmeyen işlerde en asgari şartlarda çalıştırılacak modern köleler statüsüne büründürüldüğü görülür.

Sorun sömürge öncesi dönemde İngilizlerin aralarında Arakanlı Müslüman grupların da olduğu Burma’daki çeşitli etnik azınlıklarla merkezi oluşturan Burma çoğunluğuna karşı sergiledikleri işbirliğiyle sınırlı değildir. Bu sömürge öncesi dönemden günümüz bölgesel, küresel jeo-politik yapılaşmalara geçecek olursak, Myanmar hükümeti üzerinde hangi gücün başat bir rol oynama eğiliminde olduğunu anlamak gerekiyor. 1980’li yılların başından itibaren Çin Devleti’nin açılım sürecine paralel olarak başta bölgesinde oynamak istediği ve teritoryal bağlantıları öncelleyen yaklaşımına dikkat çekilmelidir.

Bugün bölge ülkelerinin tamamınca en önemli güç merkezi kabul edilen ve giderek küresel ekonomik ve askeri tanınırlılığını ortaya koymakta olan Çin’in uzun erimli planlamaları çerçevesinde bölgenin enerji kaynaklarını kontrole yönelik politikaları ile Güney Çin Denizi-Malaka Boğazı ve Hint Okyanusu bağlamında su yolları hakimiyeti mücadelesini göz ardı etmek mümkün değil. Bu süreçte, Çin yönetiminin bölge ülkeleriyle ve konumuz çerçevesinde Myanmar’la olan ilişkilerinin, Arakan Eyaleti’ndeki gelişmelerde bir şekilde belirleyi olmaktadır. Bu noktada, Çin’in gözünü Bengal Körfezi bakan geniş sahillere sahip Arakan Eyaleti’ne dikmesi; petrol kuyuları, petrol boru hattı, kara yolu vb. alt yapılar bağlamındaki ‘nüfuzuyla’ bölgede kayda değer bir gelişmeye konu oluyor. Tabii bu gelişmeler, gerek iç gerekse dış faktörlerin şu veya bu şekildeki gelecek projeksiyonlarıyla Arakanlı Müslümanlar aleyhine olacak şekilde yapılandırılıyor.

Bu çerçevede konunun bölgesel ve küresel yönlerine kısmen de olsa dikkat çekelim. Myanmar’ın üyesi olduğu Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) Sözleşmesi’ndeki ‘üye ülkelerin birbirlerinin iç işlerine karışmama’ maddesi bir sorun olarak hâlâ ortada durmaktadır. ASEAN ülkeleri, bu maddeyi kaldırmadıkça, başta Malezya’nın olmak üzere Tayland ve kısmen Endonezya’nın geçen hafta Bengal Körfezi-Andaman Denizi-Malaka Boğazı’nda okyanus sularında gezinen teknelerdeki binlerce Arakanlı Müslümanların ahvali karşısında takındıkları tavrı anlamlandırabilmek mümkün değildir. Bu sözleşmeye imza atan ve bu maddeye onay veren tüm rejimler sadece Arakan Müslümanları sorununa karşı kendilerini ‘yabancılaştırmakla’ kalmıyorlar bölgenin neredeyse her ülkesindeki son derece temel ‘haklar’ konusunun da göz ardı edilmesine katkıda bulunuyorlar demektir.

Tüm bunlardan sonra şayet ilgili çevreler Arakanlı Müslümanların temel insani haklarının korunmasıyla hakikaten ilgilenmek istiyorlarsa, o zaman şu hususları da sorgulamak gerekir.

Adına ‘İslam’ Teşkilatı İşbirliği (OIC) denilen yapının 2006 yılı Mart ayında Açe’de başlattığı ve dönemin genel sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu başta olmak üzere tüm ilgililerce başta Endonezya kamuoyu olmak üzere tüm dünyaya pilot proje olarak lanse ettiği ‘yetim projesi’nden sonra aynı projeyi, İslam coğrafyasının kan ağlayan diğer bölgelerine uygulayacağı sözünü bu noktada sadece Myanmar’daki değil, başta Malezya, Tayland ve Endonezya olmak üzere çeşitli ülkelerdeki Arakan toplumu bağlamında yerine getir(e)memesi izah etmesi ve bu konuda tüm sorumlular hesap vermesi en doğal beklentilerdendir.

İkincisi, kimi devlet yetkililerinin ve sivil toplum oluşumlarının (SeTeKA) Arakanlı Müslümanların içlerinde bulundukları olumsuz koşullarda ‘yardım etme’ çabalarında hedeften saptırıcı yaklaşımların gözlemlenmektedir. Bunda, Bangladeş’te açtıkları kurumlarla Arakanlılara yardım ediyoruz iddiasında bulunanlar; Arakan’da binlerce kurban kesiyoruz reklamını yaparak birtakım manipülasyonlara girişenlerin, geniş kamu oyuna doğru bilgi aktarma sorumluluklarının olduğunu anlamaları gerekiyor. ‘Partner’ kuruluşlarınızın neyin ‘partneri’ olduğunu gözlemlemek, anlamak da herhalde bu kurumların ‘sağduyulu’ yardımda bulunanlara karşı bir beslemeleri gereken sorumlulukları arasındadır.

Üçüncüsü, başta bölge ülkesi olması hasebiyle resmi rakamlara göre kırk bin Arakanlı Müslüman’ın yaşadığı Malezya’da hükümetin bugüne kadar Birleşmiş Milletler’in insan hakları vb. sözleşmeleri imzalamaması nedeniyle ne Arakanlılar ne de diğerleri ‘hak ettikleri’ yaklaşımları bulamamaktadırlar. Malezya hükümetinin kimi organları ve bazı STK’ların Arakanlılara yönelik ‘yardım’ı bu bağlamda, kapsayıcı, bu kitlenin sorunlarına çözüm olucu değil, sadece ve sadece palyatif kalmaktadır. Bu noktada, konunun doğrudan anlaşılabilmesi için Arakanlı göçmenlerin yaşadıkları bölgelerde yapılacak gözlemler ve mülâkatların kafi miktarda veri sağlayacağına şüphe yok.

Tüm bunların ardından, okyanus sularında geçen günler ve haftalar sonrasında Arakanlı Müslümanları taşıyan teknelerden bazılarının Açeli balıkçılarla sahile çekilmesinin öyle göz ardı edilecek sıradan bir hadise olmadığını anlamak gerekir. Bu bağlamda, Endonezya merkezi hükümeti ile Açe Eyalet yönetiminin konuyu anlamaları ve uygulamaları arasında kada değer bir fark vardır. Bugün değil, daha 2008 sonu ve 2009 yılı başlarında, yani 2012’de uluslararası medyanın konuyu gündeme getirmesinden önce Açe sahillerine vuran teknelerdeki Arakanlıların Açe’de seve seve misafir edebileceklerini ve bu kitlenin Açe’de kalabileceklerini belirten dönemin valisi İrvandi Yusuf’du. Bugün de Açe yönetimi ve halkı Arakanlı Müslümanlara karşı aynı hassasiyeti göstermektedir. Açelilerin bu konuda sergiledikleri yaklaşım bile ‘insani’ durum karşısında merkezi hükümetten ne denli olumlu anlamda farklı bir yaklaşım sergilediklerini gözler önüne sermektedir.

LEAVE A REPLY