Mehmet Özay 03.07.2024
4 Temmuz, Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsızlığının 248 yıldönümü…
Amerikalıların bağımsızlıklarını kutlamalarının dışında ve ötesinde, bizim bir siyasi ve sosyolojik vakıa olark Amerika bağımsızlığına bakmamızda yarar var.
Bu vesileyle, ”Bu federal, ulus devletin bağımsızlığı bize ne öğretir?” sorusu önemli olduğunu ve bu nedenle gündeme getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu önem, sadece tarihsel bir gelişme olarak bir ulus-devletin varlığıyla ilgili değildir…
Bunun yanı sıra, bugün küresel güçler arasında, öncelikli yere sahip olan ve bununla birlikte, çeşitli çelişkileri de içinde barındıran bir siyasi yapının bize vereceği değerli bilgiler olduğu kanaatindeyim.
’Yeni dünya’da yeni toplum
Batı Avrupalılarca, ’yeni dünya’ olarak adlandırılan ve bu coğrafyayı ’keşfettiği’ belirtilen Amerigo Vespucci’ye atıfla adı verilen, Kuzey ve Güney Amerika kıtalarının kuzeyinde, insanoğlunun, -tıpkı, Asya’da olduğu gibi- kadim dönemlerden bu yana yaşamaya alıştığı iklim koşullarına sahip coğrafyada kurulan bir ulus-devletten bahsediyoruz.
Ancak, bu ulus-devletin ortaya çıkışı ve gelişimi, pek de o kadar basite indirgenecek bir hadise değildir.
Karşımızda, yeni dünya’da kendine yeni bir anlam evreni kuran, yeni bir toplum bulunuyor. Boorstin’in, Tocqueville’in eserine yazdığı Giriş’te dile getirdiği üzere,[1] kendini inşa eden bir toplum söz konusudur.
Örneğin, Amerika’ya yerleşmiş ve İngiltere (The United Kingdom) topraklarında İngiliz vatandaşı olarak yaşayan toplumların, İngiliz monarşisiden veya dönemin hükümdarı 3. George’a (1738-1820) bağlılıktan kopuşu diyerek konusu kapatmamak gerekir.
Gelenek/siz/lilik
Bu noktada, karşımızda, devlet kurup devlet yıkan ve bu anlamda, tarihte devamlılık arz eden milletlerin tecrübesi ve geleneği dışında bir siyasal yapı ile karşı karşıyayız.
Bu durum, başlı başına bir yenilik olarak değerlendirilmelidir…
Bu göçmen toplumunun, Avrupa ait köklerini unuttuğu söylenmemekle birlikte, Avrupa’dakinden ciddi anlamda ayrışan etik değerleri, dini bakış açısı, kamusal alanı, temsil gücü ve idaresi, ekonomik faaliyetleri vb. gibi çeşitli sosyolojik ve de psikolojik açılımları bulunuyor.
Ve bu noktada, karşımızda moderniteyi temsil etme gücüne sahip bir siyasi ve toplumsal yapı bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Öte yandan, bu yaklaşımın, giriş cümlesiyle çeliştiği söylenebilirse de, aslında tam da, böylesi bir bağlantıdan bahsetmek mümkün değildir.
Kökenler sorunu (mu?)
Evet, Amerikan toplumunu oluşturanın özellikle, Batı Avrupa kökenli ve kısmen, Güney Avrupa ve Orta Avrupa kökenli milletler olduğu doğrudur.
Ancak, bu yapı içerisinde başat bir entellektüel, siyasal ve kültürel zemini teşkil eden ve buna öncülük edenlerin, Batı Avrupa eksenli düşünce sistemlerinden beslendikleri ortadadır.
Bu durum, bize ABD’nin kuruluşu öncesinde söz konusu kıta/lar/da insan toplumları, devletimsi siyasi yapıların var olmadığı anlamına gelmiyor.
Söz konusu bu siyasi yapıların ve toplumların göz ardı edilmesine sebep, ABD’nin bir ulus-devlet olarak ortaya çıkışında var olan bu yapıların ne geleneği, ne devamlılığı, ne nüfuzu olmasından kaynaklanır.
Bir diğer ilginç ve dikkate alınması gereken husus, adına ’millet’ denilen varlığı inşa eden dil, din, kültür, an’ane vb. Antropolojik kaynaklarıyla birlik ihdasında kendine yer bulmuş insan stoğunun, ABD’nin kuruluşunda karşımıza çıkmayışıdır.
Bu durum, aşağıda değineceğim üzere, yeni bir coğrafya parçasında yaşam bulmaya çalışan Batılı bireyin kendini ve de toplumunu yeniden inşa etmekte olduğuna işaret ediyor.
”Şayet, böyle bir köklü geçmişi yok ise, o zaman ABD’yi oluşturan koşulları nasıl tanımlamalıyız?”, sorusu akla geliyor.
Modern bir oluşum
Aslında tam da, bu soru ve buna karşılık verilebilecek cevap, ABD’nin kuruluşuna zemin hazırlayan insan kaynakları, coğrafi zemin, iklim özellikleri kadar ve hatta bunun ötesinde, entellüktüel kaynaklarını ve bu entellektüel kaynakların yeni bir toprak parçası üzerinde inşa edilen toplum ve siyaset kurumları oluşumunda geçirdiği evrimdir.
Entellektüel kaynak…. Yani, Batı Avrupa Aydınlanma düşüncesinin kendine yeni bir zemin bularak gelişme kaydetmesidir….
Daha işin ilk başında, kurucu figürler olarak ortaya çıkan Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson’ın tam adıyla söylemek gerekirse, “devrimci özgürlük belgesi ve bağımsızlık bildirgesi”nde vurgu ‘özgürlük’ kavramına olması gayet manidardır.
Genel itibarıyla liberal değerlerle anılan, İngiltere’de dönemin kralı 3. George “tiran” olarak anılması, Atlantik Okyanusu’nun öte yakasındaki siyasal ve toplumsal hareketlerce, ‘özgürlük’ temasına giderek daha fazla işlerlik kazandırdığı anlaşılıyor.
İlginçtir, Alex de Tocqueville, Avrupa monarşilerindeki bu tiranlığa gönderme yaptığını hatırlamak gerekir.[2]
İngiliz kralına yönelik bu siyasal içerikli tanımlama bağımsızlık bildirgesinde de yer alarak, “özgür bir toplumu yönetmeye uygun değildir” şeklinde ifade edilebilecek bir yaklaşımda karşılık buluyor.
Bağımsızlık bildirgesinin yine ilk paragrafında birey, özgürlük vurgusunun belki de, bugün popüler olarak anlaşıldığı şekliyle sorumsuzluk anlamında olmadığı aşikârdır.
Özgürlük kavramı, Doğa(l) Kanun ile Doğa’nın Yaratıcısı ile irtibatlandırılması önemli bir sentez olarak karşımıza çıkıyor.
Amerikan toplumunun inşasında sadece, bu ve benzeri söylemeleriyle dikkat çeken siyasi elit bulunmuyor.
Aksine, bu siyasal bilinci ve söylemi destekleyecek ve sürdürülebilir hale getirecek şekilde bizatihi, geniş anlamda toplumun da bu kavramlar dizgesine uygun bir düşünce ve pratik ile gelişmelerde yer aldıklarını görmek gerekiyor.
Bu konuya bir iki yazıyla daha devam edeceğim…
[1] Boorstin, Daniel. (1990). “Introduction”, Democracy in America, Alexis de Tocqueville, (Tr.: Henry Reeve), Volume I, New York: Vintage Classics, s. vii. (vii-xi).
[2] Bkz.: Alexis de Tocqueville. (1990). Democracy in America, , (Tr.: Henry Reeve), Volume I, New York: Vintage Classics, s. 263.