Mehmet Özay                                                                                              29.04.2021

ABD’de Joe Biden döneminin ilk üç ayı biterken, ortaya konulan görüntünün iç politika ve dış ilişkiler olmak üzere iki temel belirleyici yanı bulunuyor.

İç politikada, dünyanın bir numaralı ekonomisinde yoksullukla mücadele öne çıkarken, dış politikada temel hedef büyüyen ve tehdit unsuru kabul edilen Çin’e karşı geniş bir konsensus oluşturma hedefine kilitleniyor. Biden, bu noktada, ABD dış politikasına yeni bir paradima getirmeye çalışarak “21. Yüzyılda Çin ve diğerlerine üstün gelme” olarak belirliyor.

Biden, konuşmasında bu hususu, “ulusun yeniden inşası” kavramıyla gündeme getirdi. “İnşa” kelimesinin iki temel anlamını hem maddi hem manevi olduğu şu anki Amerikan şartlarında anlamak güç değil.

Afrika kökenli Amerikalılar merkezli olmakla birlikte tüm beyaz-dışındakileri içine alan, ırk temelli ayrım ve bunun tarihsel nedenleri kadar ekonomik bağlamındaki önemi bir yandan farklı ırklar ile farklı ekonomik sınıflar arasındaki kopuşa işaret ediyor.

Maddi anlamda inşa ise, ülkenin ‘eskiyen yüzünü değiştirmek’. Biden yönetimi ise, Çin’in ekonomik büyümesinde önemli bir enstrüman olan ülke içi alt yapı faaliyetlerinin bir benzerini yapmaya hazırlanıyor. Yani alt yapı çalışmalarıyla yeni döneme ‘Biden mührünü’ vurmak. İşte Biden’in “yeniden inşa”dan kastettiği de buydu.

Üç ayın bilançosu

Biden yönetiminin ilk üç ayı kovid-19’la mücadele öncellenmesine karşın, hiç kuşku yok ki, herkesin aklında, Amerikan toplumunda toplumsal adaletin tesisine yönelik çabalar yer alıyor.

Hem kovid-19 çerçevesinde alınan ekonomik tedbirler, hem de henüz yasalaşmayı bekleyen yeni vergi reformu ülkenin yüzde birini oluşturan zenginlerin ellerini ceplerine atmalarıyla gerçekleşebilecek.

Bununla birlikte, bu her iki konunun yani kovid-19 ekonomik tedbirleri ve vergi yasası, George Floyd’un geçen yıl hayatını kaybetmesine neden olan gelişmeyle yeniden gündeme gelen ırk temelli ayrışmayla mücadeledeki gizli/açık ilişkisi bulunuyor.

Öte yandan, Biden yönetiminin kovid-19 ve genel itibarıyla vergi reformunun temel hedefinin Afrika kökenli Amerikalıların maruz kaldıkları ayrımcılığın ekonomik boyutlarını iyileştirme hedefi olup olduğuna dair bir açıklaması bulunmuyor.

Kaldı ki, böyle bir açıklamayı gerçekleştirebilecek bir siyaset ortamının olduğunu söylemekte güç. En azından hedefte böylesine Afro-Amerikalılar başta olmak üzere ‘beyazlar dışındaki’ toplumsal kesimleri kapsayacak “pozitif ayrımcılığa” yönelik bir çabanın olduğunu söylemek güç.

Bunun en temel nedeni, Demokratların senatoda küçük bir farkla çoğunluğu oluştursalar da, bunun reform çabasını destekleyecek boyutta olmaması, Biden’ı Cumhuriyetçilerle işbirliğine zorluyor. Dünkü konuşmasında da zaten öne çıkan vurucu unsur buydu. Bundan daha ötesi, ABD toplumunun genel itibarıyla böylesi bir “pozitif ayrımcılığı” kabul edebilecek bir ‘moral’ yapısının olup olmamasıyla bağlantılı.

Joe Biden, bir yandan vergi reformu, göç ve ateşli silahların kontrolüne yönelik yasa çalışmalarında öte yandan, Çin’in tehditvari çıkışlarına karşı alınacak tedbirlerde ulusal bir çizginin belirlenmesinde işbirliği çağrısı yapması boşuna değildi.

Dolayısıyla aradan güç üç aylık süre zarfında ortaya konulanın -mış’lı,-miş’li bir süreç olduğuna işaret ediyor.

Çin’den geri adım atmasını beklemek

Uluslararası ilişkiler noktasında Çin öncelikli yapılanma, geçenlerde de kaleme aldığımız üzere Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in taraflar arasında Alaska’da yapılan toplantıda Çin’e yönelik ağır ifadelerinden ibaret kalmış gözüküyor.

Çin yönetimi, ABD’nin şimdilik sözlü baskısı karşısında ne Güney Çin Denizi ve Hong Kong, ne Tayvan ve Uygur konusunda geri adım atmayacağını ifade ettiği gibi, özellikle sadece bölgesel değil, küresel bir öneme sahip olan Güney Çin Denizi’ndeki askeri varlığını pekiştirmeye ve/ya bir başka deyişle, var olan konumunu sürdürülebilir kılmaya çalıştığına dair politikalarına devam ediyor.

Çin’in ABD için bir diğer önemli yönü ekonomik istikrarını tüm handikaplara karşın yürütme eğiliminde olması.

Kovid-19 süreci hariç olmak üzere son birkaç yılda büyüme rakamları düşse de, Çin yönetimi bu süreci tersine çevirecek adımları sadece Asya-Pasifik bölgesinin değil, küresel anlamda ekonomin canlanmasını sağlayabilecek Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İşbirliği (Regional Comprehensive Economic Partnership-RCEP) örneğinde olduğu gibi atmayı arzu ediyor.

Biden yönetiminin Çin’e karşı genişletilmesi arzu edilen konsensüsün iç ve dış unsurları bulunuyor. İç unsur Cumhuriyetçilerin desteğinin alınmasıyla ortaya çıkabilecek. Dış unsur ise, bu ayın ortalarında Japonya başbakanı Yoshihide Suga’nın Washington ziyaretiyle bir anlamda güncellenen ittifakın başka ortaklarla güçlenmesi hedefinin gerçekleştirilmesine bağlı.

Hint-Pasifik vurgusu somutlaşabilir mi?

Bu gelişmede yeni parametre, ABD’nin 21. Yüzyıl Asya Çağı’nda hedefinde Asya-Pasifik alanından Hint-Pasifik’e geçişine işaret edecek şekilde, Hindistan’ın yeni ittifak yapısının güçlü bir unsuru olabilmesiyle bağlantılı.

ABD yönetiminin “Dörtlü Ortak” (Quad Alliance) adıyla gündeme getirdiği bu oluşumda Japonya ve Hindistan’ın yanı sıra Avustralya da yer alıyor.

Güney Çin Denizi merkezli gelişen egemenlik iddiaları ile uluslararası seyir serbestiyeti olgusunun çatışması, bölgede Çin ve ABD donanma ve hava kuvvetlerinin varlığının artışını gündeme getiriyor.

Öyle ki, Biden yönetimi ile birlikte, bölgedeki varlığının yüzde 20 artış göstermesi bir yandan Çin’e göz dağı anlamı taşırken, aynı zamanda Çin’in de aynı ölçüde mevcut askeri varlığını güçlendirmesine neden oluyor.

Biden yönetiminin hedefinde söz konusu bu yeni ittifak gücü ile Hint-Pasifik bölgesini ‘Asya Nato’suna dönüştürme hedefinde gayet iddialı olmakla birlikte, aynı zamanda gayet tehlikeli bir sürece işaret ediyor.

Biden yönetiminin ilk üç ayı kovid-19 sürecinin atlatılmasına yönelik tedbirlerin öne çıktığı bir süreç olurken, gerek iç reformlar gerekse Çin karşısında sürdürülebilir bir politika için Cumhuriyetçilerin desteğine bağlı.

Bu çerçevede, Mayıs ayı içinde Cumhuriyetçilerin önde gelen liderlerle yapılacak görüşme kadar, Singapur’da olası bir Çin-ABD görüşmesi de Biden yönetiminin önümüzdeki dönemde politika stratejilerinde ne şekilde yol alacağını belirleyecektir.

İç politikada Cumhuriyetçilerin ‘sosyalist’, dış politikada Çin yönetiminin ‘demokratik idealleri empoze eden’ suçlamasına maruz kalan Joe Biden yönetiminin bu iki unsurla nasıl baş edeceğini izlemeye devam edeceğiz.

LEAVE A REPLY