Mehmet Özay                                                                                                            16.03.2024

Osmanlı ile geniş Malay dünyası arasında var olan bazı ilişkilerden hareketle kaleme alınan metinlerin genel geçer bilgileri tekrarı kadar, var olan verileri kullanmama ve bu veriler üzerinde bilimsel yaklaşımın gereği olan analitik yaklaşımlar ve yorumsamalar yapmamanın doğurduğu sorunlar üzerinde sürekli bir şekilde durmakta yarar var.

Sadece bu konunun değil, genel itibarıyla tarih veya tarihe mal olmuş neredeyse, tüm gelişmelerin objektifliği üzerine sorgulama süreci bizatihi, kendi başına bir ilim olmayı hak edecek kadar geniş bir boyutu içerir.

Her ne kadar, tarih yazımı içerisinde eleştirel, analitik söylemlere yer verilse de, bu alanda verilen eserlerin hâlâ ve genişmahiyette irdelenmeyi hak ediyor.

Akademi dışı dünyanın, kendi anlam evreninde bu tür tarihsel verileri ‘kendi çıkarları uğruna kullanma’ eğilimini bir an için kabul etsek bile, akademi dünyasında bunlara imkân tanımann bilimsel özellikler ve değerler ile akademik etik açısından oldukça sakıncalı olduğuna kuşku bulunmuyor.

Bu çerçevede, okuma fırsatı bulduğum kısa bir çalışmayı gündeme getireceğim…

Akademi incelik

Üç yazarlı ve kaynakçası dışarda tutulması halinde, üç sayfadan az bu metnin başlığı gayet cazip ve her açıdan kullanılmaya elverişli.[1]

Neredeyse, tüm akademik metinleri incelerken yaptığım üzere, önce kaynakları gözden geçiriyorum. Ardından, okuma sürecinde atıf yapılan yazarlar ile kaynakçayı karşılaştırıyorum.

Bu durum, aynı zamanda alanın öne çıkan yazarları, eserleri olup olmadığını da hemen ortaya koyuveren bir yaklaşım.

Yüksek lisans, doktora tezleri ile akademik dergilere gönderilen ve hakem olarak okuma imkânı bulduğum metinlerde, bir şekilde atıf ve kaynakça arasında birbiriyle uyuşmayan veriler olduğunu tespit etmenin en kolay yolu bu.

Aynı zamanda, yayın tarihleri, sayfa aralıkları vb. gibi detayda bazı önemli verilerin de olup olmadığını tespit etme imkânı veriyor. Ve bu kısa metinde de, buna dair örnekleri bulmak zor olmadı… Aşağıda bunlara kısaca değineceğim…

Akademik yayıncılıkta ciddiyet, bu ve benzeri hususların göz ardı edilmemesini gerektiriyor.

Öyle anlaşılıyorki, akademik dergicilikte ve yayıncılıkta bu tür hatalara ‘izin verilmesi’, nitelik ve etik açısından gayet sakıncalı bir duruma tekabül ediyor.

Algı saptaması

Osmanlı Devleti ile Cohor Sultanlığı arasında var olduğu iddia edilen ilişkilerin, ve bu ilişkinin ilgili toplumda ‘açıkça belirtilmese de Cohor’da olduğu anlaşılıyor’- algılanışı ve bu ilişkinin etkisini ele alan metni başlığı oldukça cafcaflı.

Bu ‘akademik’ metin, İngiliz sömürge yönetimi tarafından önce ‘Maharaja’ ve ardından, ‘Sultan’ olarak atanan Cohor Sultanı Ebubekir’in İstanbul’a yaptığı ziyaret üzerinden bir değerlendirme yapmayı amaçlamış gözüküyor.

Kaynaklar, kaynakların yorumlanması, söz konusu ziyaretin olası etkilerini anlamlandırma çabası hususunda önemli bir eleştiriyi hak ettiğini söylemekte yarar var. Meselâ, başlıktan başlayalım. Osmanlı’yi ‘İmparatorluk’ olarak adlandırmak, ‘empire/imperial’ kavramlarından habersizliği ortaya koyuyor.

Empire/imperial ve Osmanlı

Şayet, Osmanlı’yı ‘Empire’ olarak adlandıracaksak, Osmanlı’nın ontolojik ve epistemolojik dayanaklarını yok sayıyoruz demektir. Ya da daha vahi mi, bu ontolojik ve epistemolojik kaynakları, bilinçli veya bilinçsiz, ‘imperial’ bağlamında anlama çabası sergileniyor demektir.

Bu tür kullanımın kanımca popülerlik kadar, ilgili tarihi dönemlerde, Batı Avrupa egemen devletlerine biçilen ‘imparatorluk’ (empire/imperial) kullanımının getirdiği bir siyasi/egemen atmosferin benzerinin “işte bizde de var” demenin, basit bir dilbilimsel göstergesi olarak değerlendirmek gerekir.

Daha yüksek lisans dönemindeyken kıymetli hocalarımızın, “Osmanlı’yı ‘imparatorluk’ olarak adlandırmamız uygun ve mümkün değil” sözünü burada hatırlatmak istiyorum. Herhalde buna dair özel bir akademik makale kaleme almakta yarar var…

Başlıkta, “Cohor Sultanlığı” (Johor Sultanate) deyip ardından özette, her iki devleti “imparatorluk” olarak zikretmek, sıradan bir yazım hatası olmasa gerek.

Dawlah?

Giriş’in hemen başında  yer alan “… the dawlah Ottoman Empire” ifadesinden ne kastedilmek istendiği belirsiz. Şayet bundan kasıt, “Daulah/dawlah”ın devlet anlamı ise o zaman “empire” kelimesine gerek yok.

Hayır, bu değil de, Malay Yarımadası’ndaki 9 sultanlık tarafından kullanılan, ve yarı-kutsal bir anlamı içinde barındıran “daulat Tuanku” ifadesine gizli/açık bir gönderme yaparak, Osmanlı’yı böyle bir tanımlama içine almaksa amaç, bunun da pek iler tutar yanı gözükmüyor.

Nihayetinde, “daulat Tuanku”, Monarka yapılan bir gönderme, ‘sultanlığa’ ya da ‘devlete’ değil…

Hikayat

Bu bölümde, aynı zamanda alanı bilenlerin haberdar olduğu bazı edebi eserleri yani, Hikayat’ların isimleri zikredilerek Osmanlı – Malay dünyası arasında ilişkiden ve bir tür algıdan söz ediliyor.

Ancak, bu eserleri incelemiş ve hususi bir kitap yayınlamış olan geçtiğimiz Şubat ayında vefat eden Vladimir Braginsky’e atıf bulunmuyor!

Can alıcı hususlar

Bu ilk paragrafta dikkat çeken bir diğer husus, Malay Sultanlıkları soykütüğü ile Osmanlı Devleti arasında bağ. Ancak, yazarlar bu hususu tek cümle ile geçiştirmekle kalmıyor, buna dair bir veri de sunmuyorlar…

Osmanlı’nın Malay Yarımadası’ndaki (bu benim ifadem) karşılığı olarak ne türden bir algı ürettiğine baktığımızda yazarlar ‘pan-İslamizm’ kavramını dikkat çekiyorlar. Kaynakları ise Azmi Özcan (1994).

Kıymetli Azmi Hoca’nın eserinin, Hint Alt Kıtası bağlamında olduğu dikkate alınacak olursa, Malay Yarımadası veya Malay dünyasında Pan-İslamizm’e dair daha esaslı bir kaynağa referans yapmak gerekiyor.

Örneğin, bu alanda ilk yayınları gündeme getiren bilim adamı olarak Anthony Reid gibi… İlginçtir Reid ismi ‘kaynakça’da geçmesine rağmen, ilgili pasajda Reid kaynağına atıf yok!

Osmanlı ile kurulmaya çalışılan irtibata aracı olarak, “Malay toplumunun, Mekke ve Medine’nin yanı sıra, İstanbul’u da eğitim/bilgi merkezi kabul ettikleri” ifadesi kullanılıyor.

İstanbul bir bilgi ve eğitim daha doğrusu öğretim merkezi olduğuna Türkler veya Osmanlı sınırları içerisindeki ilim tahsil etmek isteyen bireyler için olduğuna kuşku yok.

Ancak, bunun Malay toplumu gibi gayet genellemeci bir ifadeyi alarak İstanbul’a gayet özel bir ilgiden bahsetmek mümkün değil.

Kaldı ki, burada Malay toplum ile vurgu Malaya veya Malay Yarımadası değil de, geniş Malay dünyası olduğu gayet açık. Ancak, makalede “Malay toplumu algısı” ifadesi Malaya’daki Malayları kastediyor…

Var olan ve sayısı gayet sınırlı bireylerin, İstanbul seyahatlerinin nelere mal olduğu konusu hâlâ tartışılmaya değer olduğu gibi, bunun ötesinde bu öğrenim seyahatlerini yapanların ‘Hadrami ailelerin çocukları’ olmasını unutmamak gerekir. Bu ailelerin de, birtakım özel nedenlerle bu yolu tercih ettiklerini de hatırlatmakta yarar var.

İstanbul ziyaret/ler/i

Cohor Sultanı Ebubekir’in İstanbul’u iki kez ziyaret ettiği yıllar verilerek yani, 1879 ve 1893 ortaya konuyor. Bu bilgi için atıf, (Mohamed, 2000). Ancak, ‘Kaynakça’da Mohamed, 2001 yazılmış…[2]

Ancak, metin ilerleyen bölümlerinde referans olarak dikkat çekilen yıl sadece 1893… Niçin, 1879’a dair bir veri yok ya da paylaşılmıyor?

“Malay toplumu ve Osmanlı arasındaki ilişkinin ‘başlangıcı’ Cohor Sultanı Ebubekir’in İstanbul ziyaretiyle tanımlanıyor” cümlesi büyük bir yanlışı içeriyor. Bu ziyaret, herhangi bir başlangıc vs. içermiyor.

Olsa olsa, bu başlangıcı ‘Cohor Sultanlığı’nın bir marifeti kabul edebilirsek, bir ihtimal hak verebiliriz. Öte yandan, ‘başlangıç’ denilmesi, ardından gelen bazı süreçlerin de olduğunu ima ediyor. Bu sürecin devamı yok! Şayet varsa, yazarlar niçin bir paragrafla bunu dile getirmiyorlar.

Sultan Ebubekir’in İstanbul’a gidişi, ‘plânlanmış’ bir ziyaret. Bunu yapanlar da, Hadramiler…

Sultan’ın böyle bir ziyarete dair, ‘kasıtlı’ ve ‘bilinçli’ bir eylemliliğinden bahsetmek ve bu ziyaretten gayet önemli siyasal sonuçlar çıkarmak gibi bir amacı olduğu görülmüyor.

En azından kaynaklar ve Cohor Sultanlığı’nın Takımadalar’daki konumu ve buna dair diğer başka alanlardaki kaynaklar bize bu veriyi sunmuyor.

Kaldı ki, ilerleyen cümlelerde, Sultan’a “Acaba Sultan, Pan-İslam politikasıyla ilgilenir mi?” yönünde kendisine yöneltiyen soruya Ebubekir’in verdiği cevapta, kendisinin küçük bir Malay ‘imparatorluklarından’ birinin yöneticisi olduğunu ve ardından, ”Osmanlı sultanı ile herhangi önemli bir meseleyi tartışmak gibi bir durumun söz konusu olmadığını” ifade etmesi Ebubekir’in ‘siyasi niyetini’ açıkça ortaya koymuyor mu?

Burada, söylem birden değişiyor… Öyle anlaşıyıyor ki, yazarlar, yayıncının talebi üzerine çalışmalarında kelime sayısını tutturma adına bazı paragrafları çıkarmışlar.

Söylemek istediğim… Sultan Ebubekir’in bu olumsuz yaklaşımının ardından, gelen cümlede birden “Osmanlı’nın göndereceği din adamlarının (missionaries!), Cohor halkının İslami eğitimine katkı sağlamalarından memnuniyet duyacağı” ifadesi geliyor.

İlgilenmiyoruz!

Tuhaf bir şekilde, bu cümleden sonra, yine ‘Pan-İslam konusuna değiniliyor ve deniliyor ki, “Her ne kadar Osmanlı ile Cohor arasında yakın ilişki olsa da, Sultan Ebubekir Pan-Islamism kavramıyla ilgilenmediği görülüyor” ifadesi taşı gediğine koyan bir cümle olarak dikkat çekiyor… ilgilenenler için, kaynak Gullick, 1992…

Yazarlar ilginç bir yorum ekliyorlar bunun ardından: “Bu nedenle, Malay toplumu Pan-İslamizm kavramını kendi liderlerinin (burada gönderme Sultan Ebubekir olsa gerek) Osmalı devletinin ünlü devlet adamları ve liderleriyle bağlantısı vasıtasıyla fark etmişlerdir”.

Sultan Ebubekir Cohor’a geri döndüğünde, -ki, o dönem gayet hastalıklarla boğuşmaktadır ve iki yıl zarfında da vefat edecektir- herhalde, Pan-İslamizm konusunda Cohor ve Singapur’d ayayınlanan gazetelere demeçler vermiş olmalı…

Bunları yakında yapacağım bir araştırma vesilesiyle bulmaktan memnuniyet duyacağımı belirtmek isterim.

Devamı

Bu girişin ardından, yazarlar Sultan Ebubekir’i konu alan üç farklı “Syair Sultan Abu Bakar” başlıklı eserleri kısaca inceliyorlar ve belirli bölümlerde bu ‘edebiyat’ eserlerinde Osmanlı ile ilişkileri ortaya koymaya çalışıyorlar.

Bu bölümle ilgili değerlendirmeyi, nasip olursa bir akademik makale sürecinde ele alacağımı belirtmekle yetineyim.

Tüm bu hususlara rağmen, yazarları tebrik etmek isterim. En azından, böyle bir metni akademi dünyasıyla ve geniş kamuoyuyla paylaşmalarıyla bize akademik çalışmaların nasıl yapılması gerektiğine dair bir fikir vermiş oldular…

Tarihi vakalara ve gelişmelere sirkte cambazlık yaptırmaya gerek yok. Akademi alanı bilimsellik çerçevesinde üzerine düşen işi yapmakla sorumlu.

Şayet popülerlik peşinde koşulacaksa, bunun da günümüz sosyal gerçekliğinde karşılığı olan alanlar mevcut.

Oralarda yer alarak bu işi yapmak ve gayet uygun taraftar kitlesi toplamak mümkün. Akademi alanını bilimsellik, objektiflik, analitik ve yorumsamacı, irdelemeci ve sorgulayıcı yaklaşımlarıyla gündemde tutmak ve yaşatmak ahlâki bir sorumluluktur.

Bu sorumluluktan taviz vermeyelim…


[1] Ermy Azziaty Rozali; Wan Kamal Mujani; Azmul Fahimi Kamaruzaman. (2016). “Relation between the Ottoman Empire and the Johor Sultanate: Perception and Influence”, Mediterranean Journal of Social Science, Vol. 7, No. 2, (March), (405-408).

[2] Metin içerisinde (Basri, 1983) atfı var, ancak Kaynakç’da böyle bir veri yok. (Borham, 2002) atfı var, ancak Kaynakça’da böyle bir veri yok. Bunun yerine, 1997 ve 2002 gibi iki farklı Kaynak sunulmuş. (Ziadeh, 1992) atfı var, ancak Kaynakça’da (Ziadeh, 1979) yazılmış. Kaynakça’da yer verilen Mohd. Adnan, H. (1998)…. metin içerisinde atıf yok.  

LEAVE A REPLY