Mehmet Özay 21.11.2021
Afganistan’da, rejim değişikliği sonrasında insani kriz giderek belirgin bir şekilde kendini ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz Ağustos ayında küresel kamuoyunca pek de beklenmeyen Taliban egemenliği ile ortaya çıkan rejim değişikliğiyle ilgili siyasal meşruiyet sorunu, yerini insani krize bıkarmış gözüküyor.
Afganistan’da Taliban rejimi, halkın temel insani ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bir görünüm seyrederken, Birleşmiş Milletler (BM) uluslararası camiaya çağrıda bulunarak, insani yardıma muhtaç kitlelere bir an önce ulaşılması çağrısı yapıyor.
Bu konuda Taliban yönetiminin ‘hümanistik’ bir bağlam geliştirmek suretiyle, çaresizlik içerişindi tabiri caizse Batılı ülkelere ve özellikle de ABD’ye el avuç açtığını daha önce yazılarımızda dile getirmiştik.
Bugün ise, yaşanmakta olan ve önümüzdeki haftalarda kışın etkisini daha fazla göstermesiyle artma eğilimi gösteren soruna, Birleşmiş Milletler Gıda Programı’nın (United Nations Food Program-UNFP) sahip çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Jeo-politiğin insani yardıma üstünlüğü
Batılı ülkelerin Taliban rejimini tanımama, aralarında Çin, Rusya gibi ülkelerin de olduğu diğer bazı birkaç ülkenin ise bu rejimi tanıma ve işbirliği süreçlerini belirli kriterlere bağlamış olması Kabil yönetiminin elini kolunu bağlıyor.
Aradan geçen yaklaşık iki buçuk aylık süreç, Taliban rejimiyle arasına ciddi bir mesafe koyduğu izlenimi veren ABD’nin giderek kendini bölgede var etmeye çalıştığına tanık olunuyor.
Bunun son günlerdeki en önemli göstergesi, Troika-Artı (Troika Plus) adı verilen ve içinde Rusya, Çin, Pakistan’ın yanı sıra ABD’nin yer aldığı yapı. 11 Kasım’da, Pakistan’ın başkenti İslamabad’da yapılan Troika-Artı toplantısında hedef, yukarıda dikkat çekilen insani yardım olgusu.
Kabil’i yönetebilmenin araçlarından biri olduğuna kuşku olmayan ‘insani yardım’ sürecinde tarafların anlaşabildiğini söylemek mümkün değil.
Katılımcı ülkelerce, Afganistan toplumunda bugün yaşanan insani krizden ABD’nin sorumlu tutulduğu toplantıda acil yardımın hangi ülkeler ve nasıl yapılacağı konusunda sonuç alınamadı.
Egemenlik ve açlık ilişkisi
Afganistan’da rejim sorunu ve uluslararası çevrelerin bu rejimi tanıyıp tanımama konusunun, gelip insani yardıma dayanmış olması oldukça manidar.
Bununla birlikte, ABD’nin bu süreçte nerede konumlandığına kısaca bakmakta yarar var. Nihayetinde, Troika-Artı toplantısında Rus ve Çin tarafının bugün yaşanan insani durumla ilgili gelişmelerden sorumlu tuttuğu taraf ABD.
Son yirmi yılda Afganistan’ı yönettiği iddiasındaki ABD’nin, Taliban rejimiyle arasına mesafe koyma çabasından bugün, insani yardım ekseninde de olsa, küresel rakipleri olan taraflarla görüşme masasına oturmasını iki açıdan ele almak mümkün.
İlki, BM’nin insani kriz konusunda giderek artan çağrıları. İkincisi, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik öneme haiz Afganistan topraklarının ne kendi başına, ne de Rusya ve Çin gibi küresel rekabet içinde bulunduğu yapılara terk edebileceği gerçeğidir.
Ancak ABD yönetimi, Afganistan özel elçisi Tom West marifetiyle rakiplerinin argümanını NATO’ya taşırken, ülkesinin bu yükün altından kalkamayacağını açık seçik ortaya koyması, aslında Batı için durumun dönüp dolaşıp Ağustos ayı öncesindeki duruma gelip dayandığını ortaya koyuyor.
Bu noktada, ABD yönetimi, gizli/açık -örneğin Katar gibi- üçüncü ülkeler üzerinden Afganistan rejimiyle ‘diyalog’ süreci yürütürken, aynı zamanda Afganistan’a özel elçiler atamak suretiyle doğrudan temasa da geçmiş gözüküyor.
Troika-Artı içinde yer alan ülkeler ile örneğin Avrupa Birliği, ASEAN gibi bölgesel birliklerin ve bazı tekil ülkeleri yakından ilgilendiren en önemli konu Afganistan’daki insani durum, ekonomik geri kalmışlık, siyasal rejimin kökeni gibi meseleler değil.
Velev ki, söylemlerde bu konu öne çıkarılıyormuş gibi yapılsa da, aslında temel gerçek terör konusu. Öyle ki, insani yardım sorunu gibi bir olguyla gayet yakından bağlantılı olması dolayısıyla tenâkuz teşkil eden, Afganistan sınırları içerisinde bulunan ve terör yapılanmaları olarak adlandırılan güçlerin varlığı.
Afganistan: ‘geri kalmışlık’ ve insani yardım
Afganistan’ın son yirmi yıla bir şekilde damgasını vuran ABD egemenliği döneminde, insani yardıma doğrudan ihtiyaç duyan insan sayısının 3 milyon iken, bugün bu sayının 9 milyona yaklaşmış durumda.
Bu durumun önümüzdeki süreçte ne gibi toplumsal ve siyasal gelişmelere yol açabileceği üzerinde de durmak gerekmektedir. Öyle ki, Taliban rejiminin sadece, bölge ülkeleri ve uluslararası çevreler nezdinde meşruiyetini değil, ülke içerisinde hakimiyetine yönelik bir tehdit olan bir gelişmeden bahsediyoruz.
Sorunun görünenden daha da büyük olduğunu işaret eden verilen ise şu şekilde…
Yukarıda dikkat çekilen ve aciliyet arz eden bu durumun dışında, 38 milyon nüfuslu ülkenin toplam 23 milyonunun temel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzakta oluşunun getirdiği gizli ve görünmeyen bir tehlike de, açıkçası kendini ortaya koyuyor.
Son yirmi yıllık ABD liderliğindeki yönetim sürecin de dahi, 3 milyon gibi hiç de azımsanmayacak bir kitlenin doğrudan insani yardıma muhtaç durumda olması, alt yapı ve üst yapı potansiyel zenginlikleriyle dikkat çeken bir ülke için gayet manidar bir duruma işaret ediyor.
Bu durum, ABD liderliğindeki yirmi yıllık yönetim sürecinin, ülkenin dört bir yanına ulaşmadığı gibi bir sonuca tekabül ettiği gibi, aynı zamanda ülkede var olan sosyolojik olarak etnik unsurlar ayrışmasının kronik yapılaşmasını, siyasal olarak ise bir millet veya ümmet olma sürecinin kısırlığını da ortaya koyuyor.
Terörsüz bir Afganistan arayışı
Geçtiğimiz Ağustos ayı sonlarından itibaren Taliban’ın Afganistan’da siyasal hakimiyeti ele geçirmesi ve rejimi belirlemesiyle başlayan değişim süreci, bölge ülkeleri başta olmak üzere Asya-Pasifik, Avrupa ve Kuzey Amerika’da terörle bağlantılı bir sürecin gelişebileceği endişesini ortaya koymuştu.
Bu durum, Taliban rejiminin meşruiyetinin sorgulanmasını güdeme getirirken, Afganistan’daki değişime çeşitli mekanizmalarıyla doğrudan müdahale ya da işbirliği etme arzusundaki birkaç ülkenin dışında genel olarak küresel toplumdan ses çıkmaması, büyük ölçüde bekle gör politikası olarak yorumlanmıştı. Öyle gözüküyor ki, bu süreç büyük ölçüde devam ediyor.
İlk gruptaki ülkeler arasında yer alan Türkiye, Rusya, Katar, Çin ile Taliban rejimi arasında çeşitli bağlamlarda görüş alışverişi konusunda gelişmeler yaşandı. Katar’ın, ABD’nin Afganistan’daki yapıcı aktörü rolünü oynaması ile Taliban rejiminin atadığı dışişleri bakanının Türkiye ve Rusya ziyaretleri daha çok ekonomik yapılanma ve yardım noktasında kendini ortaya koyuyordu.
Eylül ayında Birleşmiş Milletler (BM) toplantılarında temsil edil/e/meyen Afganistan, aynı zamanda küresel kamuoyuna kendini anlatabilme imkânını ve siyasal anlamda gelişebilecek bir meşruiyet tanıma sürecini de elde edemedi. Bu noktada, Batılı ülkelerin onay vermemesinin önemli bir rolü olduğuna kuşku bulunmuyor.
Bu süre zarfında, meşruiyet krizi devam eden Afganistan yönetiminin, karşı karşıya kaldığı en önemli sorun, hiç kuşku yok ki, ne kamu ne de özel kurumlarının işlevselliğini yerine getirebilmesidir.
Karar mercii Taliban’ın kendisi
Savaş ve çatışmalar evreninin odağında yer alan, düzenli kurumsal ve rasyonel temellere dayalı ülke olmanın şartlarını asgari düzeyde dahi yerine getirmekte zorluk çeken Afganistan’ın, gizli açık ülke sınırları içerisinde de kendi egemenliğini tesiste karşı karşıya kaldığı zorluk Taliban rejiminin, nasıl bir gelecekle karşı karşıya olduğu sorusunu giderek daha güçlü bir şekilde sorulmasını gerektiriyor.
Ülke ulusal tarihinde ‘ikinci milâd’ olarak adlandırdığım, 2021 yılındaki ABD öncülüğündeki Batılı güçlerin/NATO Afganistan’ı işgalinin bu yılın Ağustos ayına kadar ülkenin en azından belirli bölgelerinde hakim olmasının, bu süreçte ne kurumsal yapılanma, ne toplumsal gelişme açısından bir verim sağlayıp sağlamadığı da tartışmaya açıktır.
Güvenlikten, eğitim ve üretim süreçlerine kadar ülke kalkınmasının temellerini oluşturacağına inanılan ve adına ulusal ordu denilen yapıdan, ülkenin eğitimli/gelişmiş toplum kesimlerine kadar insan kaynağının ülkeyi terk etmesi bugün yaşanmakta olan sorunun salt dönemlik bir açlık veya insani kriz olmadığını ortaya koyuyor.
Burada Afganistan topraklarının de facto bölünmüşlüğü gibi siyasi, haklar ve eğitim başta olmak üzere, tarım ve hayvancılık sektörlerinden başlayarak küçük ve orta ölçekli işletmelere konu olabilecek sanayi, madencilik, ulaşım, ticaret gibi bir ülkeyi ayakta tutacak temel yapısal bağlamların kurulmamış olmasının sorumluluğunu ABD ve Batılı devletlere yıkmak mümkün.
Ancak bugün şayet yeni bir Afganistan inşa edilecekse bu sürecin en önemli aktörünün Taliban rejimi ve bu rejime destek veren toplum kesimleri olacaktır. Bununla birlikte, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan açlık gibi temel insani sorunla yüz yüze kalan toplumların tecrübelerinde tanık olunduğu üzere, böylesi bir süreci Afganistan’ın nasıl alt edebileceği ise başlı başına bir sorun.