Mehmet Özay                                                                                              19.09.2021

Afganistan’da Taliban yönetimi yerleşirken, uluslararası arenada Afganistan konusu çeşitli açılardan değerlendirilmeye ve konuşulmaya devam ediliyor. Bu süreçte, etkisini yitirmeyen olgu, ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararıyla karşı karşıya kaldığı durum.

Bir yandan ABD kamuoyunda mevcut yönetim ve başkan Joe Biden itibar ve güvenirlik kaybına uğrar ve ciddi anlamda sorgulanırken, benzer bir sorgulama, ABD ile yakın ittifak ilişkisine sahip, örneğin Asya-Pasifik’teki bazı ülkelerinde de içten içe hissediliyor.

Afganistan’daki yönetimden hareketle, ulusal ve küresel güvenlik eksenli olduğu görülen bağlamların yanı sıra, bir yandan kovid-19’un etkisi, öte yandan on yılların istikrarsızlığıyla kanıksanmışlık itkisi oluşturan yoksulluk ve yoksunluğun nasıl aşılabileceğine dair söylemler gündemde yer alıyor.

Aslında bu ve benzeri olguları da kapsayacak ve bir anlamda genel bir istikrar ve güven ortamını sağlayacağı umut edilen gelişme, Taliban yönetiminin ve de şu anda toplumsal ve siyasal yapı içerisinde ne kadar etkin bir şekilde var olup olmadığı anlaşılamayan Afganistan toplumunun yaklaşımıyla belirlenmiş olacaktır.

Emirlik ve Ulus-devlet normları

Yukarıda dikkat çekilen husus akla hiç kuşku yok ki, ister istemez ulus-devlet kavramını getirmektedir. Temelde, yönetim ve geniş toplum kesimlerinin birbiri anlayabildiği, siyasi/ekonomik ve toplumsal istikrarı sağlamaya dönük sürdürülebilir araçları ortaya koyabilmektir.

Her ne kadar, Afganistan’da yönetimin devlet idaresi ve ekonomi alanlarında yapılaşmasını tamamla/ya/madığı şu aşamada, devletin ismi konusunda İslam emirliği kavramı kullanılsa da, bunun modern bağlamda bir örneğinin olmaması, nasıl bir idareyi ortaya koyacağını da küresel kamuoyunun ilgili çevrelerinde merak edildiği de bir gerçek.

Adına ‘emirlik de’ dense, coğrafyası sınırlı, belirli insan kitlesini bünyesinde barındıran bir yapı olarak Afganistan’da Taliban yönetiminin halkına götüreceği hizmetlerin temel siyasal ve toplumsal normlar dikkate alındığında ulus-devletin sunduğu hizmetlerden uzak olmadığı görülecektir.

Bir siyasi yapının adının ‘emirlik’ olması, halkına güvenlik, barış ve refah getirmesi için kafi olmadığı ortada.

Öte yandan, ‘emirlik’ iddiasını ortaya atılması salt dünyevi değil, uhrevi sorumluluğu da içinde barındırması dolayısıyla güvenlik, barış ve refah konusunda ne kadar ciddi olunduğu ve bu konuda ne kadar ciddi ve samimi çabalar sergileneceği beyan edilmiş olunuyor.

Biz yine, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan küresel düzen bağlamında ortaya çıkan eski sömürge yeni özgür/bağımsız(!) ülkeler örneklerine baktığımızda, karşımıza ulus-devlet yapılaşmanın başat bir yönetim modeli olarak ortaya çıktığını gösteriyor.

Modern siyaset biliminde ulus-devletleşme sürecinin temel ögelerinden olan dil birliği, merkezi idarenin yönetimdeki gücü ve ağırlığı, çevredeki yapılara kazandırılan yerel yönetim becerileri gibi bir dizi unsuru Afganistan’da görmek için birkaç yıl beklemek gerekecek.

Uluslararası yardıma muhtaçlık

Tam da bu noktada, Taliban yönetiminin ne kadar hazırlıklı olup olmadığını durup düşünmek gerekiyor.

Uluslararası yardımları davet eden bir söylemle uluslararası medyanın önüne çıkan Taliban sözcüleri, ne kendi yönetimlerinin bu sorunları alt edebilecek bir yapıda olabildiklerini veya buna dair bir tarih verebiliyorlar ne de sadece halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan toplumlardan yardım talep edebiliyorlar.

Döndükleri yönün yine Batı olması, kendi içinde ne denli dikotomik bir durumun var olduğunu da ortaya koyuyor.

Üstüne üstlük, Batılı terminolojiye sığınarak bir tür Aydınlanmacı hümanist bağlamı öne sürerek Batı’yı yardım yapmaya zorunlu addetmekte üzerinde ciddiyetle durulmasını gerektiriyor.

Afganistan’da yüzyılın bitişi

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin istila girişimine başladığı 1979 yılı Afganistan modern tarihinde bir milâd iken, 2001 yılı ikinci milâdı teşkil ediyordu. 2021 yılı Ağustos ayı öyle gösteriyor ki, Afganistan’ın uzun 20. yüzyılının ancak şu an bittiğine işaret ediyor.

Bu argüman, Batı’nın özelde de ABD’nin bölgesel koruma işlevini ve rolünü artık yapmayacağını ilân etmesidir. Bunun en önemli göstergesini de, içerden ve dışardan gelen uyarılara rağmen ve bizzat Kabil havalimanındaki tahliye sürecinde yaşanan trajik gelişmelere ve ardından ne bıraktığını tam olarak bilip bilmemesine rağmen, ABD’nin geri dönme niyetinde olmamasıdır.

Hatta yaşanan tüm kaosa karşın, Amerikan ve küresel kamuoyuna Afganistan’dan çekilmenin, ne kadar haklı gerekçeleri olduğunu ifadeye devam ediyorlar. Nedir bu gerekçeler diye bakıldığında, karşımıza çıka çıka Çin ve Rusya ile daha etkin mücadele çıkıyor.

15 Eylül’de ilân edilen Aukus (Australya, İngiltere ve ABD) ittifakının temel hedefinin Asya-Pasifik bölgesinde Çin’e yönelik son derece açık bir askeri yapılanma olması ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan’dan oluşan Dörtlü Güvenlik Diyalogu (Quadrilateral) oluşumundan sonraki ikinci önemli girişim olarak dikkat çekiyor.

Biden yönetimi Taliban’dan umutlu!

ABD yönetiminin Afganistan’da yeni kurulmaya çalışılan sistemden olumlu beklentileri olmasını, ‘siyasal iyimserlik’ olarak adlandırabiliriz. Hatta, uluslararası politika bağlamında gayet olumlu bir sürece doğru gidildiği intibaı bile verebilmektedir bu tutum.

Bununla birlikte, söz konusu bu politikanın, iki amaca matuf bir yaklaşım olduğunu söylemek mümkün.

Bir yandan, Amerikan kamuoyuna Kabil havalimanı kaosunu unutturmaya yönelik öte yandan, Afganistan’da Taliban yönetimini doğru politikalara çekmede yeni bir dil/söylem kullanma gerekliliğidir. Dolaylı bir şekilde, barışçıl ortamı tesis etmede, gücün ve yetkinin Taliban’da olduğunu ortaya koymaktır.

Bu noktada, ABD dışişleri bakanı Anthony Blinken’in, söz konusu bu iyimser yaklaşımını pekiştiricek şekilde, Taliban yönetiminin “uluslararası toplumun” baskısı altında olduğuna dair yaptığı dolaylı vurgudur.

Ancak, Taliban’ın niçin böyle bir baskı altında kalması gerektiğine dair elde herhangi bir veri/dayanak bulunmuyor. Öyle ki, ortada Taliban’a karşı diyelim ki, uluslararası toplumun istemediği bir şeyi yaptırtacak bir güç mevcut mu diye sormak gerekiyor.

ABD yönetimi, bundan yirmi yıl önce sorunlu bir şekilde girdiği Afganistan’dan, yirmi yıl sonra yine sorunlu bir şekilde çıkarken, arkasında sivil bir idare oluşturamamanın sorumluluğunu taşıyor. Bu sorumluluk, kendi Amerikan ve Afganistan kamuoyu olmak üzere, küresel kamuoyuna yönelik.

Afganistan’dan çıkmayı, son yirmi yılda önemli birer rakip haline gelen Çin ve Rusya’yla mücadele için yapmış olması ise bir başka çelişkili hususa neden oluyor.

Öyle ki, Taliban yönetimi, Batılı devletlerin insani yardımdan, teknik yardıma kadar çeşitli alanlardaki yaklaşımına insan hakları şartıyla yaklaşırken, Çin ve Rusya bu unsurları hiçe sayarak Afganistan’a yardıma hazır konumdalar.

Şu an itibarıyla, ABD’nin karşısında Biden yönetiminin ifade ettiği gibi baş edilmesi gereken Çin ve Rusya bulunmuyor. Tüm belirsizliğiyle, kendi post-modern icadı olan da Afganistan yer alıyor.

LEAVE A REPLY