Mehmet Özay                                                                                              10.06.2020

Açe’nin yakın dönemine damgasını vuran gelişmeler içerisinde yer alan önemli şahsiyetlerden biri olan Nurdin Abdul Rahman geçen gün vefat etti.

Bu yazı ile vesilesiyle Nurdin A. Rahman’ı rahmetle anarken, onun da içinde yer aldığı boyutlarına kısmen değinerek, Açe’nin yakın tarihinde yaşananları gündeme getirmekte fayda var.

1948 yılında, yani Endonezya Bağımsızlığının ilk ilânından üç yıl, ikinci ilanından yani uluslararası toplum tarafından kabul edilen bağımsızlıktan bir yıl önce doğan Nurdin’in ilk gençlik yılları Dar’ül İslam hareketinin yaşandığı yıllarına denk geliyordu. Bununla birlikte, siyasi bilincinin gelişmesinin ise, daha çok 1965 yılında devlet başkanı Sukarno yönetimine karşı askeri darbe girişimi ve sonrası gelişmeler rol oynamış olmalıdır.

Dar’ül İslam hareketi 1950’li yılların sonuna doğru Açe’de sona ermiş ve siyasi bir kazanım elde edilememiş olması, darbe öncesi ve sonrasında merkezi yönetimin Açe’ye yönelik politikalarının ayrıştırıcı ve dışlayıcılığı belirgin bir nitelik arz etmesi, toplumsal ve siyasal sorunların devamlılığı açısından kayda değer bir durum taşıyordu.

1970’li yılların başından itibaren Kuzey Açe’de Lhok Seumawe’de zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarının üretime geçirilmesi, bölge halkı için bir umut ışığı anlamı taşısa da, ülkenin kuruluş temellerinden başlayarak çevre olarak addedilen bölgelerin kalkınmacı modernleşmeden görece az ya da hiç pay alamamanın, Açe için de geçerli olduğunu kanıtlayacak politikaların sürdürülmesi için gayet uygun bir zemine tekabül ediyordu.

Batılı akademisyenlerin, daha sonra geliştirecekleri “teorilerden” etnik milliyetçilik kavramıyla yanlış bir şekilde açıkladıkları Açe özgürlüğü siyasi bir nitelik kazanmasının bu döneme denk gelmesi tarihsel şartların bir sonucudur.

Ancak bu şartları tekil ve lineer bir yapıya, hele hele Batılı akademisyenlerin çokça arzu ettikleri seküler bir temel üzerine inşa etme geleneğine ve bu geleneğe teşne olan Müslüman akademi çevrelerine rağmen, Açe hareketinin çok yönlü ve kaynaklı bağımsızlık arzusu hâlâ üzerinde çalışılmayı bekleyen bir konu olarak ortada duruyor.

İşte böyle bir dönemde, hem de Lhok Seumawe’ye sadece 45 dakika mesafede memleketi Bireun’dan tanık olan Nurdin A. Rahman, yüksek öğrenim için İngiltere’de bulunduğu dönemde, Avrupa’nın belirli bölgelerinde siyasi mülteci statüsüyle veya gönüllü göçmen olarak bulunan Açe hareketi mensuplarıyla tanışması, onun vefat ettiği güne kadar varoluşunu anlamlandırması kadar, onun da bu hareketin gelişmesine katkı yaptığı dönemin başlangıcı anlamı taşır.

Endonezya’ya dönmesinin ardından eyaletin önde gelen üniversitesi Şah Kuala’da İngilizce bölümünde öğretim görevlisi olan Nurdin, Suharto rejimine karşı 1990’ların sonlarına doğru neredeyse ülkenin her yanında gündeme gelen siyasi tepkileri Açe bağlamı içerisinde Açe hareketi çerçevesinde sürdürür. Nurdin, düşüncelerini kaleme almayı yani, yazma eylemini entellektüel ve siyasal tepkisinin bir gereği ve özelliği olarak kullanırken, bunun karşılığını merkezi siyasi yapı tarafından 1990-1998 yılları arasındaki dönem boyunca, Banda Açe ve Açe Besar’daki üç hapishaneye (rumoh glap) tıkılmasıyla buluyordu.

Mahpusluk sürecinde yanında defter bulundurulması yasaklanan Nurdin, bulduğu kağıt parçalarına çiziktirdiği ve ailesi vasıtasıyla dışarıya çıkartmayı başardığı şiirleri ile siyasi ve entellektüel üretimini sürdürdü. Bu çalışmaları daha sonra ‘Kalam Aceh’ adıyla kitap haline getirildi. Şiirlerinde dikkat çeken konulardan biri maruz kalınan zalim yapıyı ele ayırdı. Bir örnek olması hasebiyle Lalem adlı kısa bir şirine burada yer veriyoruz:

But cok hak gop
But reupah ata gob
But peusaket gob
But peugadoh nyawong gob
Buet nyan mandum lalem

But lalem ceulaka dudoe
Buet lalem akhe jih mandum rugoe……

Açe’nin tarihsel mücadelesi, 1980li yıllarda “kalkınmanın babası” unvanıyla anılan Suharto’nun, 1990’lı yılların neo-liberal ekonomisinin ulusal arenada neden olduğu yıkımı gizlemek yerine ortaya çıkmasına neden olurken, 13 Mayıs 1998 tarihi Suharto rejiminin çöküşüne tanıklık ediyordu. Böylece bir tarihi dönem kapanırken, Nurdin için bu özgürlük kapısının kısmen açılması anlamına geliyordu.

Bu süreçte sağlanan kısmi özgürlük ortamı ile Nurdin hapisten çıkarken, Açe mücadelesi tüm Açe bölgesinde yeniden yeşerme fırsatı buluyordu. Nurdin’in adalet arayışı sadece şahsı için değil, içinden çıktığı toplumu için de aradığının bir başka göstergesi olarak, 1999-2002 yılları arasında Açe’de İşkenceye Kurbanlarının Rehabilitasyon Merkezi adlı kuruluşun yöneticiliğini yaptı.

Geçici devlet başkanı olarak görev yapan merhum Prof. Dr. Yusuf Habibi’nin cesur siyasi kararıyla, Doğu Timor’a verilen referandum Açeliler tarafından da talep ediliyordu. Bununla birlikte, 1999 yılında referandum talebiyle toplanan bir milyonu aşkın Açe’linin Beytürrahman Camii meydanındaki mitingine Cakarta yönetimi sessiz kalırken, dünya bu gelişmelerden bihaberdi.

İlk demokratik seçimlerin ardından, mensubu bulunduğu ulema ailesinin küçük ferdi anlamına gelen Gusdur lakaplı merhum Abdurrahman Vahid’in Açe ziyareti merkezi yönetim çevrelerinde tepkiyle karşılanırken, kısa bir süre sonra devlet başkanlığından el çektirilmesi oldukça manidardır.

Açe’ye siyasi geleceğini belirleme hakkı tanınmazken, bölge en kanlı dönemlerinden birine tanık oluyordu. Bu dönem, aynı zamanda merkezi hükümetle barış görüşmelerine kapı aralandığı görülmektedir. Bu çerçevede, 2002 yılında başlayıp, çeşitli nedenlerle ilerleme sağlanamayan ve 2003 yılı Mayıs ayında kapanan barış görüşmelerin yeniden başlaması konusunda GAM’ın talepleri, bir anlamda 2004 yılının sonlarında meydana gelen deprem ve tsunaminin neden olduğu insani durum katalizör işlevi gördü.

1990’lı yılların aksine, uluslararası çevrelerin gözü önünde gerçekleşen çetin barış görüşmeleri çeşitli git gellerine rağmen, nihayetinde Açe’ye tanınan özerk yönetim ve diğer ilgili maddelerle bir çözüm olarak ortaya kondu.

Nurdin, barış görüşmelerinin merkezinde olan bir isim olmasıyla dikkat çekiyordu. Onun böylesine önemli bir tarihi anlaşmada aktif katılımcı olarak yer alması, Nurdin’in sahip olduğu entellektüel kalibrenin yanı sıra, siyasi zekâya da sahip olduğunun bir göstergesidir.

Açe tarihinde yeni bir safya açılması anlamı taşıyan 15 Ağustos 2005’te imzalanan Helsinki Anlaşması, Nurdin’in Açe topraklarına yeniden dönmesi ve yeni siyaset ortamında, o döneme kadar verdiği mücadeleyi yeni evrelere taşımasına imkân sunuyordu.

2006 yılında yapılan yerel seçimlerde, memleketi olan Biruen belediye başkanlığını kazanması ile 2012 yılına kadar sürece kamu görevlisi sıfatı ile halkına hizmeti taşımanın bir aracı anlamı taşıyordu. Alçak gönüllüğü ile tanınan, güler yüzlü Nurdin’in memleketinden her geçişimizde bölge halkına hizmetin değişik boyutlarını gözlemlemek mümkün oluyordu.

Yerel yöneticiliği boyunca adaleti ilke edinen ve bunu ahlakı ile süsleyen Nurdin, Bireun’da yaşamını sürdürüyordu. Entellektüel birikimiyle, Açe’nin güzel beldelerinden olan Bireun’da, Al-Muslim üniversitesi başta olmak üzere toplumun farklı kesimlerine yönelik eğitim faaliyetleri ile birikimlerini genç nesillere aktarıyordu.

72 yaşında vefat eden Nurdin Abdul Rahman, Açe toplumunun yetiştirdiği entellektüel, adalet ve ahlak timsali fertlerinden biriydi. Yüce Allah’ın rahmet ve mağrifetine nail olmasını  niyaz ediyorum. Ruhu şad olsun.

LEAVE A REPLY