Mehmet Özay 08.07.2017
Türkiye’de birkaç gündün Endonezya devlet başkanı Joko Widodo’yu ağırlıyoruz. Önem verildiği gözlemlenen bazı anlaşmalara imzalar atıldı. Jokowi’nin ülkesinde ise Şubat ayında yapılan yerel seçimlerin sonuçları uzun bir aradan sonra nihayet netleşmeye ve yerel yöneticiler birer birer atanmaya başlandı. Henüz Cakarta’nin yeni valisi göreve başlamasa da, Açe Eyaleti’nde yeni vali Çarşamba günü eyalet parlamentosunda yapılan törenle görevine başladı. İrwandi Yusuf…. 2007-2012 yılları arasında da görev yapan tecrübeli lider, ikinci kez valilik makamında. Yani 2017-2022 yıllarında Açe’de İrwandi Yusuf’u yakından izleyeceğiz. Bu yazıda, kendisinden mülâkat talep ettiğim ancak hazırlıklar dolayısıyla geri çevirmek zorunda kalan İrvandi Yusuf’un görüşlerini aktarmak istiyordum. Bir başka sefere kaldı… Bu arada başkan Jokowi’nin Açe’de birkaç yıl görev yaptığını ve “Açe ikinci evim” dediğini de not edelim.
Bu vesileyle, Açe’de bu yeni dönem neler vaad ediyor sorusu üzerinden Endonezya’ya göz atmakta fayda var. Bu yaklaşıma, “Açe Endonezya’yı mı temsil ediyor?” türünden bir soruyla karşılık verilebilir. Tam da aslında yazının konusuyla da ilintili bir soru. Buna verilebilecek uzun cevabı bir akademik çalışma konusu olarak ele almak mümkün. Ancak burada sadece şu kadarını söylemekle yetinelim. 1945 yılında gelen bağımsızlıkta -ki Hollanda ve BM bu kararı 1949 yılında tanıdı- İngilizlerin desteğindeki Hollandalıların Takımadalar’da bir daha istila girişiminde bulunmadıkları yer Açe’dir. 1945-1949 yılları arasında ‘ülkenin’ bağımsızlık normuna sahip, sivil ve askeri temsiliyeti üzerinde taşıyan Açe oldu. Bu nedenledir ki, kurucu babalardan Sukarno’nun 1948 yılında Açe’yi ziyareti sırasında Açe’nin Endonezya ulusu için bir ‘model’ teşkil ettiğini söylemesi bir darb-ı mesel haline geldi.
Gelelim İrwandi’ye… İrwandiyi diğer politikacılardan ayıran yanı, öncelikle mücadeleci yönü. Artık tarih olduğunu düşünebileceğimiz Açe Özgürlük Hareketi’nin sivil kanadında yer alan, o dönem hem kampüste hem de hareket içerisindeki varlığıyla liderlik yönünü geliştiren İrwandi, 26 Aralık 2004 tarihinde yani tsunami günü Banda Açe’nin okyanusa açılan bölgelerinden Kedah’daki hapishanesindeydi. Irwandi’nin, 2007 yılındaki mülâkatımızda paylaştığı üzere, dalgaların bastığı hapishane binasından kurtuluşu bile önemli bir mücadele örneği olarak anlatılmayı hak ediyor.
Açe’nin sorunlarını yakinen bilen İrwandi Yusuf’un ilk dönemde görece elde ettiği ‘başarıları’ tek başına ele almak mümkün. Ancak unutulmamalı ki, tsunami sonrasında oluşturulan yeniden inşa ve yapılandırmadan sorumlu teknik kurum 2009 yılına kadar iş başındaydı. Buna, uluslararası sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini de eklemek gerekir. Ve Açe’ye gerek merkezi hükümet gerekse uluslararası çevrelerden gelen maddi katkının alt yapı hizmetlerinin gelişmesindeki rolü önemliydi.
Bugün ise işler biraz değişti. Artık uluslararası yapılar Açe’de faaliyet göstermiyor. Yol, hava ve deniz limanları, sulama kanalları gibi bazı alt yapı çalışmalarının tamamlandığı söylenebilir. Ancak bunların sürekli hizmet sağlayabilmesi için gereken ara mekanizmalardan maalesef yoksun. Başkent Banda Açe başta olmak üzere ana şehirlerin su ve elektrik, kamusal alanların temizliği, trafik gibi temel sorunlardan bölge için son derece önemli hava ve özellikle de deniz limanlarının atıllığı göze batıyor. Bürokraside ki atıllık ve yolsuzluk ise tek başına devasa bir sorun…
Endonezya’nın diğer bölgeleri gibi Açe eyaleti de bir tarım toplumu özelliği sergiliyor. Geniş tarım arazileri, hayvancılık faaliyetlerine konu olabilecek plato ve ovaları, devasa ormanlık alanlarının yanı sıra, üç yanının denizlerle çevrili olması kayda değer bir denizcilik faaliyetini akla getiriyor. Petrol ve diğer çeşitli madenlerini saymıyorum… Tüm bu özellikler, sadece Açe’yi kendine yeter ve halkını görece müreffeh bir ekonomik düzeye taşıması için kafi. Ancak sorun da burada başlıyor. Helsinki Barış Anlaşması’nda (2005) Açe’ye özerk yönetim hakkı tanınması ve bu hak içerisinde ulusal ve uluslararası çevrelerle ticari, ekonomik, yatırım vb. ilişkilerde imtiyazlara sahip olmasına rağmen, Açe’nin halen niçin ülkenin en geri kalmış bölgesi olduğu sorusu ortada duruyor. Bu sorunun cevabı, “merkezi hükümet çevrelerinde Açe’ye yönelik halen belli bir önyargının olduğu ve bunun eyaletin kalkınmasının önünü kesmeye matuf bir veche içerdiği” şeklinde verilebilir. Ancak bugün için Açelilerin hiçbir mazereti olmadığı da ortada.
Yukarıda değindiğim üzere ülkenin büyük bir bölümünün kırsal toplum özelliği sergilemesi benzer olumsuzlukların veya gelişmemişliğin ulusal bazda kronik bir nitelik taşıdığı sonucuna götürebilir. Belli başlı şehirler ki, onlar da kahir ekseriyetiyle sömürge döneminde küresel ticaretin aktarma organları olmuş yapılar ve bugün benzerleri gibi ‘metropol’ niteliği taşıyor. Önemli bir bölümü de merkezi iktidar aygıtını oluşturan çevrelerin kalkınmada her daim öncelik tanıdıkları Cava Adası’nda yer alıyor. Ancak bu sorunu çözmek bir yana büyük şehirlere göç olgusuyla birlikte daha farklı sosyo-ekonomik ve kültürel sorunları da beraberinde getiriyor. Bu bağlamda başkent Cakarta’nın durumu ortada. Yeni bir fenomen olarak gündeme getirilen başkentteki resmi kurumları taşınması konusu karşısında yönetim, sorunun mekân değişikliğinden ibaret olmadığını fark etmeli öncelikle.
Tam da burada girişte dikkat çektiğim Açe’nin “model” olma özelliğinin henüz daha vakit varken bir kez daha canlı ve dinamik bir şekilde ortaya konabileceği yönündedir. Açe, tsunami sonrasında açık bir laboratuvar olma özelliği taşıyordu. Ancak bu laboratuvarda çalışması beklenen kişiler, kurumlar maalesef bu imkânı hakkıyla kullanamadılar. Bugün bu özellik devam ediyor mu diye sorulursa, her şeye rağmen, yine ‘evet’ cevabı verebilirim.
İrvandi çözüme nereden başlamalı acaba? Bu noktada ilk tespit şu olsa gerek… Tsunami yardımlarının kayda değer bir öğrenim fonu oluşturduğu ve bugüne kadar beş bini aşkın Açeli sosyal bilimlerden mühendisliklere kadar farklı alanlarda yabancı ülkelerde lisans ve yüksek lisans eğitimi almaları nedeniyle önemli bir kalifiye kadro oluşturdu. Bu insan gücü devlet dairelerinde yeniden yapılandırılmanın önem bir bölümünü oluşturuyor. Çünkü sorunun odaklarından biri yozlaşmış bürokrasi teşkil ediyor. ‘Mükemmelliyetçi’ olmasalar bile, belli bir ideali paylaşan bu genç kitlenin Açe’ye yapabileceği katkı küçünsenmemeli. Ardından mevcut yatırımları destekleyecek ara mekanizmalar, her alana yönelik teknisyen/ara kadro istihdamı, teknolojik donanım, üretimde süreklilik ve ulusal/uluslararası piyasalara nüfuz.
Dün Ankara’da iki ülke işbirliği çerçevesinde imzaya konu olan alanların Endonezya gibi ülkelerde geniş toplum kesimleri veya küçük ve orta üretici kesimleri kapsayacı olmaktan uzak olduğunu söylemek gerekiyor. Bu anlamda ‘dev’ şirketler yerine, küçük ve orta ölçekli işletmeleri sahada çok daha etkin ve verimli işbirlikleriyle görmek mümkün. Bunu en iyi bilen kişilerden biri, kendisi de zamanında küçük işletmeci olan başkan Jokowi’nin kendisi… Jokowi’nin bir süredir dile getirdiği ‘denizci ulus niteliği kazanma çabası’, üyesi olunan ASEAN’da ekonomik işbirliği gibi faktörler, Endonezya’nın batısında Hint Okyanusu’na açılan, Malaka Boğazı’nın girişinde jeo-stratejik ve ekonomik bir yer işgal eden, bir yandan da Malay Yarımadası üzerinde ana karaya bağlanması Açe Eyaleti’nin laboratuvar olma özelliğini haylice pekiştiriyor.
Tüm önyargıları bir tarafa bırakıp, Açe’nin yeni valisi İrwandi Yusuf’un liderliğini de bir kazanç bilerek Açe’nin önünü, dolayısıyla Endonezya’nın önünü açacak kapsamlı işbirliklerinin hayata geçirilmesine ihtiyaç var. Unutulmamalı ki, Endonezya Asya-Pasifik bölgesinin önemli bir ülkesi ve Açe eyaleti de Endonezya’nın tarih boyunca ‘model’ aldığı bir bölge.