Mehmet Özay                                                                                                                16 Ağustos 2013

Bayrak Yasası üzerindeki tartışmalar sürerken, kimi çevrelerin alternatif olarak ‘ekonomik kalkınma’yı öncelleme söylemi ancak Helsinki Barış Anlaşması metnini dikkate aldıkları ölçüde anlam kazanacaktır.

15 Ağustos 2013 Helsinki Barış Anlaşması’nın 8. yıldönümüydü. Bu vesile ile Açe’de Eyalet Parlamentosu’nda, Valilik konuk evinde ve Beytürrahman Camii’nde ve benzeri yerlerde gerçekleştirilen çeşitli resmi programlar dikkat çekiyordu. Aradan geçen sekiz yıllık süre zarfında, Açe halkının ‘barışın’ doğurduğu kamusal huzuru sosyal dokunun çeşitli alanlarına yayılacak şekilde yaşadığına kuşku yok. Bununla birlikte Barış Anlaşması’nın Açe toplumunun bugününde ve geleceğinde neye tekabül ettiğini anlamak ve bunu yerli yerine oturtmak gerekiyor. Bu çerçevede, Anlaşma’nın sekizinci yıldönümünün yaşandığı bugünlerde Eyalet’teki başat konuya göz atmakta fayda var. Tabii ki gündem, Bayrak Yasası…
Yıldönümü vesilesiyle dün Beytürrahman’da yapılan törende konuşan Vali Dr. Zeyni Abdullah Anlaşma Metni’ndeki tüm maddelerin Merkezi Hükümetin kayda değer çabalarıyla pratiğe geçirilebileceğine atıfta bulunuyor ve her türlü gecikmenin Barış ruhuna zarar vereceğine vurgu yapıyordu. Bu bağlamda, hiç kuşku yok ki, bir süre önce gündeme getirdiğimiz ‘Bayrak meselesinin’ henüz çözüme kavuşturulamamış olması, en azından şimdilik ‘kaygı verici’ noktaya gelmese de, bir süredir bu konu etrafında sadır olan yaklaşımlar hiç de iç açıcı bir manzara sunmuyor. Bugün Bayrak meseleninin halk nezdinde nasıl bir karşılık bulduğuna değinmeden önce yakın geçmişte bu soruna dair önemli bir atıfa yer vermekte fayda var.
6 Nisan 2013 tarihli ‘The Jakarta Post’da yer verilen, Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono’nun Bayrak Yasası’na atıfta bulunarak “Açelilerin mevcut barışı tehlikeye sokacak girişimlerden uzak durmaları” konusunda uyarı içeren demeci dikkat çekiciydi. Aslında bu demeç Yudyoyono özelinde Cakarta siyasi elitinin, Barış Anlaşması’nda açıkça zikredilen Açe halkının bizzat kendisinin belirlediği sembollerin hayata geçirilmesi ilkesini ‘nasıl yorumladığını’ ortaya koyuyordu. Barış’ın önemli aktörlerinden olduğu ileri sürülen -ki bunda haklılık payı yok değil- Yudhoyono, “Eyaletlerin kendilerine özgü sembolleri olabileceğini, ancak bunun ülke anayasasıyla çelişmemesi” yönündeki izahı ise kendi içinde önemli bir açmaza işaret ediyor.
Nedir bu açmaz? Uluslararası tarafları olan bir anlaşmanın karşısında, ulus-devlet sınırlamaları bir yana, Cava milliyetçiliğini muhafaza eden bir anayasa ‘hakimiyeti’ söz konusu. Cakarta odaklı merkez güçler, Anayasa’yı güncellemek yerine, onu ‘mutlak’ bir veri kabul ederek, ‘Açe Anlaşmasını ve de Barışını’ bir soruna endeksleme eğilimi sergiliyorlar. Yudhoyono’nun “iki hafta içerisinde çözümleneceğini” umduğunu söylediği sorun aylar geçmesine rağmen, halen çözümlenebilmiş değil. Bu bağlamda, bugüne kadar Merkez’in sorunu ‘soğutma süreci’ olarak yorumladığı Batam, Makassar, Bogor Cakarta ve Banda Açe’de yapılan görüşmelerde bir sonuç alınamazken, ilgili tarafların bir sonraki görüşme tarihinin 15 Ekim olarak belirlenmesi, Anlaşma Metni bağlamında sadece bir maddesi çerçevesinde sıkıntının giderek büyüdüğünü ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda böylesine açık bir konunun altı aya varan bir sürece yayıldığını görüyoruz.
Merkez’in 15 Ağustos 2005’den bu yana benzeri süreçlerde çözümden ziyade çözümsüzlüğe endekslenen yaklaşımını gözlemleme fırsatı bulurken, akla yarım yüzyılı aşkın süre önce  yapılanlar geliyor ister istemez. 1950’li yıllarda ortaya çıkan Darul İslam Hareketi on yıl gibi bir süre zarfında nihayete erdiren ‘Lamteh Anlaşması’ olmuş ve bu Anlaşma serdettiği önemli haklara rağmen Açe’liler verilen sözlerin yerine getirilmeyişiyle karşı karşıya kalmışlardı. Tam da bu tarihi vak’a, aslında aradan geçen sekiz yıla rağmen, Açe Barışı’nın olmazsa olmazı anlamına gelen ana maddelerinin niçin hayata geçirilemeyişinin de ipucunu veriyor. Gene Yudhoyono’nun vurguladığı üzere ‘kırmızı-beyaz’ ulusal bayrak Açe’de ‘gönderden indirilmiş’ falan da değil. Açe Eyalet otoriteleri arasında böyle bir niyeti izhar eden de olmadı zaten. Zamanında Açe Valisi Dr. Zeyni Abdullah bu konuyla ilgili oldukça açık bir mesaj vermiş ve ulusal bayrağın ‘yerli yerinde’ durduğunu ifade etmişti. 
Örneğin bu ayın başında Vali Yardımcısı Müzekkir Manaf, Eyalet Parlamentosu’nca kabul edilen Bayrak ve sembolün Açe devletini sembolize etmesinin söz konusu olmadığını, Eyaleti’n Endonezya Cumhuriyeti’ne bağlılığı ile ‘kırmızı-beyaz’ bayrağın ulusal bayrak olarak kabulünde kendileri açısından bir sorun olmadığına vurgu yapıyordu. Buna ilâve olarak, Bayrak Kanunu Eyalet Parlamentosu’ndan geçtikten sonra, Vali ve Vali Yardımcısı çeşitli vesilelerle halktan Cakarta’nın ‘onayını’ alana kadar ‘göndere bayrak çekilmemesi’ konusunda çektikleri dikkat sahada pek de karşılığını bulduğunu söylemek güç. Bu gelişmeyi, Açe halkının bir tür ‘itaatsizliği’ şeklinde yorumlamak yerine, halkın ne tür bir talebi olduğunu anlama noktasında önemli bir ipucu sağlıyor. Halkın bu yaklaşımını, aradan geçen sekiz yıla rağmen, hak edilen esasların pratiğe yansıtılamamasının doğurduğu ‘sabırsızlık’ veya gene halkın kendine ait bildiği değerleri -ki bu bağlamda bayrak önemli bir sembol olarak ortaya çıkıyor- bir an önce hayatın içinde görme arzusundan kaynaklandığı şeklinde yorumlamak gerekir.
Bu süreçte yani, 15 Ağustos tarihe az bir süre kala Açe Eyaleti’nde yerleşim
yerlerinin siyasi dengelerine bağlı olarak iki tür bayrağın göndere çekildiğini gözlemliyoruz. İlki, Parlamento’dan geçen Bayrak Yasası’yla kabul edilen, ancak Cakarta yönetimince tanınmayan ay-yıldızlı bayrak; ikincisi ise Cakarta yönetiminin itirazlarının sonucu olarak ay-yıldız’ın çıkartılıp, yerine ‘Aceh’ kelimesinin yazılı olduğu bayrak. Her iki Bayrak da Açelilerin ‘kabulü’ çerçevesinde karşılık buluyor. Bunun bir çelişki olup olmadığını burada tartışmayacağım. Açe halkı, Bayrak Yasası konusunda Merkez-Çevre arasında yaşanan görüş ayrılıklarının uzantısı olarak iki farklı şekilde de olsa, Helsinki Anlaşması’na binaen verilen bir hak olarak siyasi bilinçlerinin sembolik ifadesini gündelik yaşama taşımayı arzu ediyor ve bunu fiili olarak da sergiliyor. Bu noktada bir süredir göndere çekili bayrak da bugün 8. Yıldönümü olan 15 Ağustos 2005 Barış Anlaşması’nın yıldönümünü hatırlamaya matuf bir girişim.
Bayrak konusunda Açe halkı arasında topyekün bir anlayışın hakim olmadığını da vurgulayalım. Özellikle mevcut yönetime muhalif sivil kesimler, ulusal partilerin Açe’deki temsilcileri ve bazı bireyler inisiyatiflerini kullanarak Bayrak Yasası’nın üzerinde bunca uzun bir süre enerji sarf edilmesini eleştiriyor ve Parlamento’nun halkın ekonomik kalkınmasına odaklı bir çalışma performansı beklediklerini dile getiriyorlar. Bu çevreler arasında İç İşleri Bakanı Gunawan Fauzi gibi Merkezi Hükümet Parlamentosu’ndan milletvekilleri de var… Temelde böylesi bir talebe itiraz edilemeyeceği ortada. Ancak bu talebi dile getirenlerin ‘unuttuğu’ bir husus var ki, o da ‘ekonomik kalkınmanın’ hangi temeller üzerinde hayata geçirileceği üzerinde nedense durmamaları. Zaman zaman dile getirdiğimiz üzere, Açe’de siyasal, sosyal ve ekonomik kalkınmanın olmazsa olması Helsinki Anlaşması’dır. Nasıl ki, Bayrak mevzuu söz konusu anlaşmada bir yer tutuyorsa, aynı şekilde ekonomik kalkınmanın ipuçlarını da bu anlaşma metninde bulmak mümkün. Bu çerçevede, söz konusu çevrelerin istikrarlı bir duruş sergilemeleri ekonomik kalkınma noktasında ancak ve ancak Anlaşma Metni’ne referans yapmaları ile ortaya çıkacaktır. Böylesi bir yaklaşımın, Anlaşma Metni’ndeki ekonomik kalkınmaya yönelik açılımların sekiz yıla rağmen uygulamaya geçirilemeyişinde hangi odakların rol aldığını ortaya koymalarını gerektireceğinden söz konusu bu çevreleri kaçınılmaz olarak Merkez, yani Cakarta ile karşı karşıya bırakacağı aşikâr. Dolayısıyla Cakarta’dan Açe ekonomisinin kalkınmasına dönük söylemleri gündeme getirenleri ne kadar ciddiye alınacağı hayli tartışmalı.
Çeşitli yerleşim yerlerinde ay-yıldızlı bayrağın dalgalandırılması, hiç kuşku yok ki, Cakarta merkezi yönetimini rahatsız eden bir husus. Bu rahatsızlığın somut karşılığı, söz konusu bu yerleşim yerlerinde polisin bayrakları toplaması şeklinde zuhur etmesinde ortaya çıkıyor. Burada ‘kimi yerleşim yerleri’ ifadesini bilerek kullandığımızı söylemeliyim. Açe’yi sadece başkent Banda Açe ile sınırlı olmadığını hatırlayarak, savaş dönemleri de dahil olmak üzere, merkez güçlerin neredeyse tüm kurumlarıyla bu geniş coğrafyada şehir yerleşimlerinin birkaç kilometre dışında ne kadar varlık gösterdiği şüphelidir. Bu durumu, dün olduğu gibi bugün de gözlemlemek mümkün…
2004 yılı sonlarına kadar çatışmaların yoğun yaşandığı yerleşim yerlerinde örneğin Kuzey sahili boyunca uzanan Açe Besar’da, Pidie’de, Lhokseumawe’de benzer tablolarla karşılaşılıyor. Bu bölgelerde Banda Açe-Medan karayolundan dağlık bölgelere doğru girildiğinde, Açe’de hakim ‘siyasi’ yapının sembolik ifadeleriyle karşılaşılır, yani ay-yıldızlı Açe Bayrağıyla… Neredeyse her evin girişinde göndere çekilen bayraklar yerleşim yerlerinin merkezinde ilgili siyasi hareketin liderlerince halkın Bayramını kutlayan pankartlara bırakıyor. Bu, bir anlamda Açe siyasi yaşamında başat aktör konumundaki hareketin, Parlamento’dan geçip Vali’nin onayladığı Bayrak Yasası’nın ‘teritoryal’ bağlamını göstermesi bakımından da önemle üzerinde durulması gereken bir husus. Öyle ki, bu bölgelerde başka herhangi bir siyasi partinin amblemine, flamasına vb. rastlamak mümkün değil.
Helsinki Barış Anlaşması yıldönümünün 17 Ağustos Bağımsızlık Günü’yle neredeyse çakışması bayrak meselesinin bir başka şekilde karşılık bulmasına da neden oluyor. Yukarıda izah edildiği üzere Açe halkının önemli bir bölümünün Bayrak Yasası’na yaklaşımı ile Cakarta’nın yaklaşımı arasındaki gerilim bir tür Bayrak Yarışı’na dönüşmüş durumda. Bu çerçevede, 17 Ağustos vesilesiyle özellikle şehir merkezlerinde Belediye Başkanlıklarınca alınan ya da aldırtılan kararlarla kamusal alanlar kadar, her ev sakininden ulusal bayrak asması yönündeki talep, karayollarında asker ve polis birliklerinin halka bayrak dağıtmasına kadar varıyor. Burada göze çarpan husus hiç kuşku yok ki, asker ve polis birimlerinin bu işi üstlenen taraf olması. Bu kurumların ve üyelerinin Açe Eyaleti’nde merkezi temsil eden yegâne güçlü unsurlar olduklarını bir kez daha ortaya konuyor. Temelde bu girişimin masumane bir tarafı olduğu kabul edilse de, Açe halkı arasında ‘ayrışmayı’ hedefleyen ‘derin’ politikaların bir uzantısı olduğunu görmemek mümkün değil.
Barış Anlaşması’nın daha birinci yılında halledilmesi gereken Bayrak Yasası gibi bir maddenin bugünlere kadar uzamış olması, Açe’nin ekonomik ve toplumsal kalkınmasına atıf yapan maddelerine daha sıranın gelmemiş olması, Barış’ın tüm cazibesine rağmen, acaba Hasan di Tiro’nun 1968 yılında kaleme aldığı “Dünya’nın Gözünde Açe” (Aceh di Mata Dunia) adlı eserinde belirttiği, Merkez güçlerin Açe’ye ekonomik kalkınmanın yolunu açacak imkânlar vermeyeceği öngörüşünün o zamanlar olduğu gibi bugün de geçerli olduğunu hatırlatmıyor mu acaba?

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=271024

LEAVE A REPLY