Mehmet Özay 11.09.2021
Bugün, 11 Eylül, ABD topraklarında tarihin gördüğü en önemli saldırının 20. yıldönümü…
Aradan geçen yirmi yılının ardından, sadece uçaklamalarda hayatını kaybedenlerin anılmasına tanık olunmuyor.
Bunun ötesinde, aradan geçen süreye rağmen, aynı/benzer saldırı tehdidinin gizli/açık yeniden belirme ihtimali veya bu ihtimalin olduğunu güçlü bir şekilde gündeme taşıyan söylem, küresel medya ve kamuoyunda gündeme geliyor.
ABD’de Joe Biden yönetiminin ABD/NATO birliklerini Afganistan topraklarından çekme kararıyla, saldırıların yirminci yılında ABD toplumuna ve küresel kamuoyuna vermek istediği sürecin başarıyla sonuçlandırıldığı yönündeki olumlu mesaj gerçekleşmemiş gözüküyor.
ABD/NATO askeri ve sivil birliklerinin çekilmesi daha tamamlanmadan Taliban’ın Afganistan topraklarında tek tek şehirleri ele geçirmesi ve nihayetinde başkent Kabil ve onun kalbi konumundaki havalimanını kuşatma altına alması, başta ABD olmak üzere Batılı ülkeleri büyük bir çelişki ile karşı karşıya bırakmış durumda.
Taliban yönetimi 90’ları tekrar eder mi?
Her ne kadar, kimi çevreler Afganistan’ın kendi asli yönetimine kavuştuğu yolunda yorumlarda bulunsalar da, 1980’li yıllarda verilen haklı mücadelenin 1990’larda yerini iç savaşa terk etmesi ve 1996-2001 yılları arasındaki Taliban yönetimi bugünkü gelişmelerin, yakın ve orta vadede nasıl sonuç vereceği konusunda, en azından şu an için, ümitvar olmayı gerektirecek bir durum bulunmuyor.
Bununla birlikte, Ağustos ayı sonlarına doğru gerçekleşen ABD’nin/NATO’nun çekilme kararı ve icraatı karşısında, Taliban tüm varlığıyla dünya kamuoyuna büyük bir sürpriz yaptıysa, Taliban lider tabakasından son birkaç haftada sadır olan beyanatlarda “eski Taliban yok, yenisi geliyor” mesajı, yabana atılmasa da, bu mesajın teorisinin ve pratiğinin bizzat Taliban tarafından teyit edilmeye matuf bir durum olduğunu ortaya koyuyor.
Afganistan’da değişim söylemi
Söz konusu “değişim” söyleminin ortaya çıkmasında, Taliban’ın kendi yakın geçmişini değerlendirmesi, son yirmi yılda Afganistan topraklarındaki ABD/NATO varlığından aldığı ders, siyasi ideolojik temellerini dayandırdıklarını belirttikleri İslam yorumunda yeni açılımlar vb. gibi birbirinden bağımsız unsurların rol oynadığını veya oynayabileceğine işaret ediyor.
Taliban’ın gündeme taşımakta olduğu değişim söyleminin, toplumsal ve siyasal gerçeklik olarak ortaya konması, Afganistan’da bundan çeyrek asrı aşkın bir süre önceki gelişmelerden olumlu farklılaşmalar olacağı anlamına gelecektir. Böylesi bir değişim, Afganistan’ı başta Batı Asya, Güney Asya bölgesinde olmak üzere dünya kamuoyu önünde bir meşru yönetim olarak tanınmasını da beraberinde getirecektir.
Bu noktada, birkaç gün önce Birleşmiş Milletler genel sekreterinin yaptığı açıklamada, Afganistan’daki siyasal sistemin ve düzenin belrsizliğine rağmen, uluslararası kamuoyunun ülkedeki fakirlik ve yoksullukla mücadelede verdiği desteğin devamının zorunlu olduğu yönündeki vurgusu dikkat çekicidir.
Afganistan üzerinden küresel güç mücadeleleri
Bir anlamda, Afganistan’da Taliban siyasetinden bir ölçüde bağımsız bir durum olarak dikkat çeken Afgan halkının biyolojik olarak ayakta kalabilmesinin şartı karşısında Taliban uluslararası çevrelerle işbirliğine kapı aralayabilir.
Taliban’ın kendini meşru kılacak araçları gündeme taşımasına neden olarak bir diğer önemli husus, dünyanın çeyrek yüzyıl önceki dünya olmadığıyla bağlantılıdır. Öyle ki, yüzyılın başında gündemde Çin gibi bugün küresel ekonominin ikinci büyük gücü; Rusya gibi, bugün ABD’ye ve AB’ye kafa tutan küresel aktörlük iddiasındaki bir siyasal liderlik bulunmuyordu.
Taliban yönetimi ve zikredilen ülke yetkililerinin yaptıkları açıklamalara bakılırsa, ABD ve Batı’nın siyasal çekincelerinin aksine, Batı Asya’da, Güney Asya’da ve hatta Orta Asya’yı da etkileyebilecek, önemli bir mücadele alanının ortaya çıkmakta olduğudur. Rusya, Çin ve bunlara eklenecek Pakistan, Japonya gibi ülkelerin jeo-politik ve jeo-ekonomik çıkarları noktasında Afganisan’da olan bitene işin içinde Taliban da olsa kararsız, tarafsız kalmayacaklarını söylemek yanlış olmayacaktır.
Yeni bir küresel tehdit ihtimali
Bu gelişmeler çerçevesinde bakıldığında, Afganistan’ı bugün Batı için çok daha etkili ve de belki de daha doğru söylemek gerekirse tehlikeli kılan, Çin’in ve Rusya’nın öncülüğünde ortaya çıkan yeni dünya güçleri formülünde, kendine ara bir yer bulabilme imkânına sahip olma iddiası olacaktır.
Bu noktada, son yirmi yılda ABD’nin yanlış siyasal kararlarının sonucu olarak ortaya çıkan handikapların birbiri ardına eklemlenmesi hiç kuşku yok ki, ABD’yi bugün kendi kazdığı kuyuya düşürdüğünü gösteriyor.
Genel itibarıyla Batı ve özelde ABD’nin şu an itibarıyla Taliban’lı Afganistan’a yönelik siyasi tutumunun, olası çatışma ortamını körükleyecek unsurları içinde barındırdığını görmek gerekiyor.
Yirmi yıl boyunca Taliban’ın varlığını ortadan kaldıramamış ve bu süre zarfında maddi, teknik, alt yapı anlamında yeşertip büyüttüğünü söylediği Afgan ulusal yönetimi/ordusu gibi unsurların büyük ölçüde beyaz bayrak çekerek Taliban saflarına katıldığı bir ortamda, eli güçlü olan tarafın Taliban yönetimi olduğu aşikâr.
Bu durum, son yirmi yıllık varlığı ile ABD’nin/NATO’nun ortaya koyduğunu söylediği Afgan ulusal yönetiminin, ordusunun olsa olsa büyük bir mit olduğu kanıtlanmış gözüküyor. Bu büyük mite en büyük eleştirinin de ABD kamuoyundan geldiğini unutmamak gerekir. Söz konusu bu gelişme hiç kuşku yok ki, ABD’nin ulusal güvenlik olgusunun önümüzdeki dönemde giderek daha çok gündeme geleceğini haber veriyor.
Bugün ABD’nin ve Batı’nın karşı karşıya kaldığı sorun sadece, Afganistan’ı kimin yöneteceği meselesi değildir. Batı için sorun bundan çok daha büyüktür.
Bu noktada, ABD’nin bir yanda Ortadoğu’da Suudi Arabistan gibi bir ülkeyle yüzde yüz ittifakı sürdürme çabası, öte yanda, İsrail’in Filistin’i ortadan kaldırmaya yönelik azimli çabasına verdiği destek, Müslüman ülkelerde kendine yakın bulabileceği, onu ‘şeytan’ olarak görmeyecek kitleleri karşısına almasına neden oluyor.
Bu durum, aynı zamanda -aralarındaki ihtilaflar bir yana-, İran’ın yanı sıra Afganistan’ı ve belki de Ortaasya başta olmak üzere çeşitli coğrafyalardaki unsurları ABD karşıtı bir süreçte harekete geçirebilme kapasitesine sahip bir siyasi yapının ortaya çıkmakta olduğuna, en azından böylesi bir ihtimalin var olduğuna işaret ediyor.
Batı sürpriz yapar mı?
Bütün bunlara rağmen, “Batı, Afganistan politikasında bir sürpriz yapar mı?” sorusunu da gündeme getirmek gerekiyor.
Afganistan’da de facto liderlik konumundaki Taliban rejiminin, özellikle Batı kamuoyuna verdiği mesaj, son dönemde örneğin Çin yönetiminden sadır olan söylemle benzerlik taşıdığını söyleyebiliriz.
Nasıl ki Çin, ekonomik liberalleşmesini siyasi ideolojisinden ayırabilmişse ve bu kayda değer ayrımı, en azından şimdiye kadar Batı’lı liberal/demokratik ülkelere kabul ettirebilmişse, benzeri bir gelişmenin Afganistan’da ortaya çıkabileceğini göz ardı etmemek gerekir.
ABD yönetiminden, düşünce kuruluşlarından ve akademisinden gelen, liberal ekonomik modellerin demokratik toplum yapısı çıkartacağı teorik yaklaşımının, Çin örneğinde karşılık bulmamıştır.
Bu durum, Afganistan’ın sahip olduğu jeo-stratejik ve jeo-ekonomik özellikleriyle yönetimin adı Taliban, rejimin adı ‘teokrasi’ de olsa, Afganistan ekonomik yapılaşmasında, kendine Çin modelini örnek alır ve ekonomisini küresel kapitalist çevrelere açma kararı alırsa, hiç kuşkunuz olmasın ki, başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler Afganistan’la işbirliği için masaya oturmaktan çekinmeyeceklerdir.
Bu noktada, nasıl ki, Çin siyasi ideolojisini değiştirmeyerek, kendine özgü değerlerle siyaset yapma ve toplumu yönetme bağlamını ortaya koyduysa, Afganistan’da da benzeri bir durumun varlığı, Batı’yı hiç kuşku yok ki bu ülkeye zamanla yakınlaştıracaktır.
Afganistan’ı, Rusya-Çin gibi bölgesel ve küresel güçlerin egemenlik alanına terk edemeyecekleri kadar stratejik bir yer olduğunu ABD’liler herhalde biliyor olmalılar.
Batı özellikle de, ABD’nin Afganistan’da rejimin niteliğini dikkate almakla birlikte, bu coğrafyayı göz ardı edemeyeceklerine dair bir diğer gösterge, Suudi Arabistan’la olan ilişkinin varlığıdır. Batı’yı Suudi Arabistan’la işbirliğine yaklaştıran ne Arabistan’ın dini ideolojisi ne de rejimidir…
Temelde ABD ve Suudi Arabistan arasında petrol gibi doğal kaynağın varlığı, bunun karşısında tüketimci ekonominin gelişip serpilmesi, Ortadoğu siyasetinde İran karşıtlığı üzerine bina edilmiş bir ittifak gibi siyasal, ekonomik ve güvenlik unsurları söz konusudur.
Afganistan’ın konumu hem sahip olduğu zengin doğal kaynakları hem Orta Asya jeo-stratejisindeki rolü, Batı Asya-Güney Asya ile olan coğrafi yakınlığı bu ülkeyi de ABD için Suudi Arabistan kadar önemli bir jeo-stratejik ve jeo-ekonomik yapıda görülmesini sağlayacaktır.
11 Eylül saldırılarının ve bu süreci ortaya çıkan gelişmeler çerçevesinde, en azından çeyrek yüzyıl öncesindeki gelişmeler bakıldığında, ABD yönetim kendileri için “değişen ne?” sorusunu sormaları gerekiyor.