Mehmet Özay 10.04.2021
Asya-Pasifik bölgesinde, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Asya bölgesindeki ülkelerin son dönemde sergilediği ekonomik gelişme, bölgenin sahip olduğu insan alt yapısı, geniş nüfus yapısı, eğitim ve yönetim yapılarının ekonomik modernleşmeye verdikleri önemle birlikte ele alınıyor.
Söz konusu ülkeler tarafından ortaya konulan bu kasıtlı ve bilinçli ekonomik modernleşmenin yanı sıra, yine bölgenin tarihsel olarak sahip olduğu zengin hammadde kaynaklarına sahip olması, son dönemdeki gelişmeler çerçevesinde önemini giderek daha da genişleterek ortaya koyuyor.
Seyir güvenliği ve hammadde kaynakları
Genelde Çin ile bölge ülkeleri özelde ise, Çin ve ABD arasında gözlemlenen ve Güney Çin Denizi çerçevesinde ortaya çıkan artık rekabetin ötesine geçmiş ve çatışmacı olarak adlandırılmayı hak eden ortam tam da, bu hammadde kaynakları sorunuyla ilgili bir duruma tekabül ediyor.
Bu anlamda, Pekin yönetiminin özellikle, 2013 yılından bu yana giderek artan bir şekilde Güney Çin Denizi’nde, tarihsel ve geleneksel referanslarla teritoryal hak iddiası sıradan bir gelişme olarak değerlendirilemez.
Aksine, Çin devlet aklı, tıpkı Kara ve Deniz İpek Yolları projelerinde olduğu gibi, tarihsel yapılaşmadan güç alarak dönemin getirdiği/doğurduğu şartlar içerisinde bu iddiayi ortaya koyuyor.
Dönemin getirdiği şartlardan kastımız, Çin’in güney sınırlarından başlayarak bir yandan Filipinler’in batısında Sulu ve Palawan Adaları’na komşu Spratly Adalar grubu civarında, öte yandan güneyde Endonezya’nın Riau Adaları’na kadar uzanan geniş su yolundaki sualtı kaynaklarının öneminin ortaya çıkmasıdır.
Bu konuda, daha önceki yazılarımızda da dile getirdiğimiz üzere, bölgenin zengin karbon kaynaklarına dair veriler, 20. yüzyılın sonlarında gündeme gelmeye başlamıştı. Aradan geçen süre zarfında teknolojik gelişmeler ve yapılan fiziki araştırmalar bugün, bölgenin bu sualtı zenginliğini daha da pekiştiriyor.
Güney Çin Denizi’nin sahip olduğu hammadde zenginliğini, sadece petrol ve doğal gaz ile sınırlandırmak mümkün değil. Bu noktada, son dönemde yaşanan doğal afetler ve salgın hastalıklar gibi tecrübeler, günümüzde gıda güvenliği ve istikrarı konusunu bir kez daha öne çıkarırken, bölge denizlerinin önemi de bir kat artmıştır.
Aslında Çin yönetiminin “balıkçılarımız beş yüz yıl önce de burada avlanıyordu” söylemi basit bir retorik değil, aksine gayet önemli bir ekonomik bir değere atıfta bulunuyor.
‘Asya Çağı’nda çatışma potansiyeli?
Yine 20. yüzyıl sonlarında, bazı sosyal bilimcilerin 21. yüzyılı ‘Asya Çağı’ olarak adlandırmalarında, sadece bölgenin ekonomik modernleşmeyi yakalamış ve bu yolda gayet önemli adımlar atma niyetini ve icraatını ortaya koyan ülkelerin varlığının yanı sıra, böylesine önemli hammadde zenginliğini de dikkate aldıklarını söylemek mümkün.
Bu nedenle, Çin yönetiminin bu yüzyılın başlarından itibaren tedrici olarak uygulamaya koyduğu teritoryal haklar iddiası ve suni adalar yapılaşması karşısında ilk önemli tepkiyi Filipinler’de 2010’lu yılların başlarında Benigno Aquino hükümeti vermişti. 2016 yılında ise, Pekin bu sefer Vietnam’ın da hak iddiasında bulunduğu bölgede bir süre, dev sondaj gemisiyle çalışmalar yapmıştı.
Bugün gelinen noktada, sadece Asya-Pasifik bölgesinde değil, küresel gündemi belirleyen ve çeşitli çevreler tarafından, yeni bir tür Soğuk Savaş süreci olarak yorumlanmasına neden olan gelişmeler yaşanıyor.
Çin’in bir yandan, adına balıkçı gemileri denilen ancak, dev filodan oluşan sivil yapılanmasıyla suni adaları şekillendirmeye, işlevselleştirmeye başlaması ve öte yandan, yeniden deniz tabanında sondaj çalışmalarına yönelmesi ile yeni bir döneme girildiğini ortaya koyuyor.
Bu geniş su havzasında Çin’in dışında derin deniz sondajında bulunabilecek ülke sayısının azlığı ve bu ülkelerin söz konusu böylesi bir kapasiteyi devam ettirebilecek siyasal, askeri ve teknik donanımdan görece yoksunlukları, bölge ülkeleri arasında var olan ittifak yapılarının yeniden şekillenmesi kadar, yeni ittifak oluşumlarına da kapı aralıyor.
ASEAN politikaları ve yapısal destek
Bu noktada, her ne kadar Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN), bir bölgesel birlik olması dolayısıyla teoride bir güç unsuru olarak görülse de, diğer bazı konularda açıkça tanık olunduğu üzere siyasal bağlamının zayıflığı, bu birliğin tek başına Çin’le masaya oturmasının başındaki en büyük engeli oluşturuyor.
ASEAN bünyesinde Vietnam-Malezya, Tayland-Malezya, Singapur-Malezya, Endonezya-Malezya, Singapur-Endonezya gibi örneklerde görüldüğü üzere yakın geçmişte, bölgedeki kıta sahanlıkları, sınır anlaşmazlıklarıyla ilgili olarak tarafların ikili anlaşmalarla sorunu çözme eğilimi sergiledikleri ve bunda gayet başarılı oldukları görülüyor.
Ancak bugün, Çin’in Güney Çin Denizi kıta sahanlığı sorunlarıyla ilgili olarak Bruney, Vietnam, Filipinler ve Malezya ile tek tek masaya oturma görüşünün aksine, ASEAN bünyesinde sorunu ele alma yaklaşımının pratikte ne denli karşılık bulacağı ise şüphelidir.
Bugün Çin’in bölgedeki teritoryal hakimiyet sürecinde, her ne kadar Çin yönetimi tek tek ilgili ülkelerle sorunu ele alma yönünde bir siyasal karar işletmeye çalışsa da, bölge ülkelerinin güç dengesizliği nedeniyle böylesi bir yaklaşıma ‘evet’ demeyecekleri ortadadır.
Bu nedenle, Güney Çin Denizi sorunu yazının girişinde dikkat çekildiği üzere ABD ile yaşanan bir tür yeni Soğuk Savaş dönemi yapısı olarak dikkat çekerken, ABD bölgedeki en yakın müttefikleri özellikle de, Japonya’yı, Avustralya’yı ve de Hindistan’ı yanına alarak yeni bir bölgesel güvenlik yapılaşması arayışı içerisindedir.
Bu oluşumun, söz konusu ülkelerin konumları dikkat ealındığında Pasifik Okyanusu’nun kuzey ve güneyi ile en batıda Hint Okyanusu ile çevrelenen ve çeşitli suyollarını içini aldığı görülür.
Güney Çin Denizi’nde güvenli seyir olgusuna yönelik Çin’in tehdit dolu girişim ve teşebbüslerine karşı ABD’nin uygulamaya koyduğu ve bölge denizlerinin güvenliğini sağlamaya yönelik Serbest Denizcilik Operasyonları adını verdiği yapının Joe Biden yönetiminde devam etmesi kadar, Çin’in yaklaşımlarına göre özellikle, söz konusu bu üç ülkenin de iştirakıyla genişletilebileceğini öngörebiliriz.
Bununla birlikte, her ne kadar tüm iç açmazlarına karşın, bölgesel bir yapılaşma olarak ASEAN’ın duruşunun bu gelişmelerde belirleyiciliği özellik taşıyacağını unutmamak gerekir. Adları ‘küçük ülkeler’ olarak geçse de, bölgesel karar mekanizmalarını etkileyebilecek özelliklere sahip olmaları hem Çin hem de ABD tarafından dikkatle ele alınması gerekir.
Bu noktada, yukarıda adı geçen müttefiklerden farklı olarak ASEAN ülkeleri bölgesel silahlanmaya görece daha geriden takip ederken, sorunlara yönelik yapıcı politikalarıyla dikkat çekiyorlar. ABD’nin doğrudan çatışmacı ortama girmeden ASEAN üzerinden bölgedeki varlığını güçlendirmesi çok daha ekonomik bir politik yaklaşım olacaktır.