Mehmet Özay 26.12.2017
2004 yılı sonunda meydana gelen tsunaminin bir yıldönümü daha… Bugün söz konusu bu ‘doğal’ felâketin 13. yıldönümü.
Dünya çapında meydana gelen doğal afetlerin hem coğrafi genişlik hem yıkım boyutları açısından en şiddetlisi kabul edilebilecek olan tsunami, 26 Aralık 2004 tarihinde Endonezya’nın Sumatra Adası’nın kuzeyinde Açe Eyaleti’nin batı sahilleri açığında okyanusta meydana gelen depremin tetiklemesiyle meydana gelmişti.
26 Aralık 2004 Pazar günü sabah saat 8 sularında meydana gelen 9.3 şiddetindeki depremden kısa bir süre sonra denizin çekilmesi ve ardından dev dalgaların başta Açe’nin batı ve kuzey sahil şeridini vurdu. Depremin şiddetinin tesiriyle Hint Okyanusu’nda yol alan dev dalgalar bu denizi çevreleyen -bazı adalarla birlikte- diğer on yedi ülke sahillerine de ulaşmıştı. Dalgalar bir yanda Bengal Körfezi’ne doğru genişlerken Tayland sahillerine öte yandan batıya doğru en uzun mesafeyi kat ederek Somali sahillerine ulaşmıştı.
Yıkım daha çok depremin meydana geldiği noktaya en yakın bölge olan Açe’de kendini hissettirmişti. Eyaletin güneyindeki Singkil’den kuzeyde Malaka Boğazı’na bakan Sigli’ye kadar olan sahil şeridi etkilenirken, özellikle batı ve aralarında eyalet başkenti Banda Açe olmak üzere kuzey sahilindeki yerleşim yerleri, tarım arazileri önemli bir yıkıma uğramıştı. Bölgenin 1976 yılından itibaren ve özellikle de 90’lı yıllar ve 2000’lerin başında maruz kaldığı çatışma ortamının tam da gündemde olduğu bir dönemde meydana gelen tsunami uzun bir süre dış dünyaya kapalı olan Açe topraklarının hem ulusal hem uluslararası alanda yeniden gündeme gelmesine neden oldu.
Tsunami, Hint Okyanusu’nun geniş bölgelerinde etkisini göstermekle küresel bir etkiye neden olurken, felaket karşısında mağdur olanlara yardım süreçlerinin harekete geçirilmesiyle de yine benzer bir etkinin ortaya çıkmasına yol açtı. Acil yardımlar yerini orta vadede bölgenin yeniden kendi ayakları üstünde durmasına yol açacak sosyal, siyasal ve ekonomik yapılaşmaları da beraberinde getirdi.
Açe halkı, çatışma dönemlerine konu olan uzun yılların ardından hem kendiyle hem dışarlıklı toplumlarla tanışma ve kaynaşma ortamına konu oldu. Örneğin, çatışma döneminde mülteci sıfatıyla başta Malezya olmak üzere Avustralya’dan ABD’ye kadar çok çeşitli ülkelerde yaşam süren Açeliler anavatana dönerken, yardım süreçleri ve akabinde Açe’de kültürel, akademik ve bazı ekonomik yönelimler vesilesiyle yabancıların da Açe topraklarına yöneldiklerine tanık olundu.
Açe’nin bizatihi kendi başına ve Endonezya için ne denli önemli bir bölge olduğu bu geçen süreçte giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Aslında bu durum, tsunaminin etkilediği ülkeleri gösteren haritalara bakıldığında Açe’nin üzerinde yükseldiği toprakların, iki önemli denizin kesişme noktasında olması gibi jeo-stratejik konumu ve bu konumun tarih boyunca Açe topraklarına kattığı değerden bugün hiçbir şey yitirmediğini de söylemek mümkün.
Örneğin, İslam öncesi dönemde Sumatra Adası’nın kuzeyindeki Açe toprakları Hind kültürünün nüfuz sahası olurken, Hicri ilk birkaç yüzyıllık süreçte Arap ve Hint Alt Kıtası merkezli denizcilik ve ticaret faaliyetlerinin geçiş ve hedef noktası olmasıyla bir anlamda İslamiyetin ‘merkez’iyle bağlar kurulmaya başlandı.
Tsunamiden sonra bugüne kadar geçen süreçte, uzun dönemleri içeren bu bağların yeniden gündeme gelmesi veya hatırlanması Açe topraklarında çeşitli alanlardan akademik çalışmalara hız verilmesine de yol açtı. Bu bağlamda dev dalgaların dokunduğu kıyı şeritleri boyunca, aslında Açe’nin tarihte kurduğu çeşitli ilişkileri ve bu ilişkilerin bölgede yeşerttiği değerlerin izini sürmek mümkün.
Singkil ve yanı başındaki Barus’dan Trumon’a, Meu Laboh’dan Banda Açe’ye, Aceh Besar’dan Bireun’a, Lhok Seumawe’den Idi Rayeuk’a, Sungai Iyu’ya, Panton Labeu’dan Tamiang’a değin uzanan birbiriyle bağlantılı bir tarihi ve kültürel süreç zenginliğine tanık olunur. Tabii, bu sahil şeridini gündeme taşırken, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Hollanda Savaşı döneminde bir dönem merkez niteliği taşıyan Keumala, ardından Takengon’u unutmuş değilim.
Bu çerçevede, tsunami sadece ‘doğal felâketlerle’ mücadelede mesafe almayı değil, bundan daha da öte bölge halkının bizzat uzak ve yakın dönemleriyle kendi tarihini ve geçmişine yönelik öğrenme bir öğrenme sürecini tecrübe ettiğine kuşku yok. Bu sürecin devam ettiğini ve giderek daha kapsamlı bir şekilde yapılaşmalara konu olarak devam edeceğini tahmin etmek mümkün. Biz bu sürecin Açelilerden başlayarak Endonezya ve ilgili ülkeler bağlamında önemli süreçlere konu olarak sürmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Tsunaminin bu yıldönümünde bir kez daha ahirete irtihal edenleri rahmetle anıyoruz.